Tuesday, May 19, 2009

19 mayıs tatilindeyim. cem, anane ve dedeyle dayı evinde; onur uykuda. ben de okunmamış gasteleri okuyor, ayça şen'in arşivinde dolanıyorum. dışarı çıkılmaz bugün, kalabalıktır her yer zaten takatim de yok. 

artık böyle bol vakit elime geçmedikçe hiç gaste maste okumuyorum. 40 yılda bir, bir gecemi sevdiğim yazarların arşivlerine girip aylardır okumadığım yazılarını okumaya ayırıyorum, sabaha kadar sürüyor. sonuçta okunmamış bir tek yazıları kalmıyor; sadece 3-5 ay geriden takip etmiş oluyorum. yazdıkları günleri aklımda tutup tek tek okuyacağıma, bir defada birikmiş 50 yazıyı okuyup çıkıyorum, çok pratik!? işte yine öyle bi gündeyiz. en son kasım'da kalmışım. aşağıya a. şen'in iki farklı yazısından alıntılar ekliyorum.

yazıların tamamı için alıntıları tıklayabilirsiniz.

Ama, eğer sırf çevrene artizlik yapmak için, marjinallik olsun diye, sırf bebek arabalarının spor modelleri çıktı diye bir imaja özendiysen, işte o zaman babayı görürsün. 
Ama ne olur, çocuk bu, yine büyür, aslan gibi bir insan olur, sen hep güçlü ve dik durmak zorundasındır.
En zoru da ‘normal’lerin yanında çocuğun mutlu olsun diye sırf, normal düşünmek, herkesin istediğine mümkün mertebe en yakın sistemi oluşturmak zorunda kalırsın.
Anneliğin en pis tarafı da budur: topluma hesap verdiğini hissettikçe kendine hesap vermek zorunda kalırsın.


xoxoxox


Bu eğitim sistemiyle tek tip insandan başka bir şey çıkmaz.
Birazcık farklılık gösteren çocuklar da kendi mantığıyla anlatılmadığı için dersi anlamasın, nereye koyacağını bilemesin ve başarısız ve aptal yaftasıyla koca bir hayat geçirmeye çalışsın.
Evde de çocukluğunda baskı görmüş anne-babanın azarları ve aşağılanmalarını da yedi mi, al sana, istenen ‘sağlıklı’ vatandaş: Şiddete maruz kalarak büyümüş, şiddet yapan şiddet toplumu.
Bu, sadece okulların yapacağı bir şey değil; bu, tamamen Milli Eğitim’in kararlarıyla ilgili. Yani işimiz Allah’a kaldı.
Yahu bu çoluk çocuğa yazıktır. Arkadan bakınca her biri ihtiyar kamburlar gibi. Garibanlar iki kel tenefüste koşturacak diye onca işkenceye maruz kalıyor.
Erkin Koray gibi de olmaz, iyi mi yaptı, şimdi pişmandır eminim.
Abi biz bu işi nasıl düzelteceğiz, çocuklara öğrenmeyi nasıl sevdireceğiz, okulların taş taşıma ve hayatı yokuşa sürme merkezleri olmadığını nasıl anlatacağız?
Ama galiba burada es geçtiğim de bir şey var, yani çocuğu en kral okula götür, şahane deneylerle öğrenim görsünler, harfler nasıl meydana gelmiş, oyunlarla, en makara yöntemlerle anlatsınlar, serbest kıyafetle çantasız gidip istedikleri zaman derslere girsinler, yine de adı ‘okul’ olan yerden hoşlanmayacaklar.
Ben bilemedim, bu konudan da fenalık geldi. Şimdi gidip elli sayfa problem çözmem gerek.

4 comments:

Anne ve Bebisi said...

Erkin Koray niye pisman olsun ki? Homeschooling kavramini muhtemelen Kanada'da ogrendi ve Turkiye'de uyguladi. Homeschooling egitimi aldigi icin pisman olan insan hic duyamadim, tabi bunu uygulayip pisman olan ebeveyn de. Mesele illa sosyallesme ise, okula gitmeden sosyallesme sansi daha fazla. Sosyallesmeden anladigimiz gunun 8-9 saatini 30 kisilik bir sinifta oturup aval aval hocayi dinlemek ve aksam eve gelip gece yarisina kadar odev yetistirmek olarak anliyorsak o baska :)

yasemin said...

erkin koray'ın pişman olup olmadığını bilmiyorum.

homeschooling bana buradaki okulların çoğunun verdiği eğitimden daha yakın gelen bir uygulama. amerika'da evde eğitimden sonra bir üniversiteye kabul edilebiliyorsun ama türkiye'de homeschooling=eğitimsizlik. farklı üniversitelerin mezunları arasında bile korkunç fırsat eşitsizlikleri varken homeschooling sonrası üniversiteye gitmek isteyip de gidemeyecek bir çocuğum olmasını ben göze alamam. ayrıca homeschoolingin tek bir çocuğa uygulanmasındansa bir grup çocuğa uygulanmasını daha sağlıklı buluyorum. çocuklara sosyallik olsun diye değil sadece, ailelerin de birbirine danışması, işbirliği yapabilmesi, eğitim sorumluluğunu paylaşabilmesi ve dayanışma açısından. ben türkiye'de e. koray dışında bunu uygulayanı duymadım. burada klasik eğitime alternatif bir uygulama değil, bunun acı da olsa çok sayıda geçerli sebebi de var. bir kere anne babaların günlerinin neredeyse 3/4'ü ev dışında geçiyor büyük şehirlerde.

saatlerce bir sınıfa tıkılıp pasif şekilde oturmanın eğitimle bir ilgisi olmadığı aşikar. hele de müfredatın durumu böyle içler acısıyken. iş bu sebeple türkiye'de çocuğu okula başlatmak bu kadar zor.

G. T. said...

Ben de uzun bir araştırmadan sonra oğlumu Fransız eğitiminin ellerine bırakmaya karar verdim! Sanılanın tersine snob ve burnu havada değil, izci ruhlu, ezberden uzak, kendi beyniyle düşünmeye teşvik edilen insanlar çıkıyor o okuldan. Kendi ülkemin eğitimine güvenememek ne üzücü ama...

yasemin said...

ben de ingiliz müfredatının geçerli olduğu, ingiliz öğretmenleri olan vs. bi anaokuluna gönderiyorum. sizinki sanırım, hem ankara'da hem de istanbul'da bulunan, benim de web sitesine tıklayıp tıklayıp bir şey anlamadan bakıp durduğum okul :) evimiz en azından karşıda olsaydı ve fransızca bilseydim gibi birkaç önemsiz detayı hayata geçirebilmiş olsaydım benim de düşüneceğim 1-2 okuldan biri olurdu orası :) ilk sene yürüyüş mesafesindeki anaokuluna göndermeyi denedim ama maalesef oradaki zihniyet, günün sonunda öyle tedirgin etti ki beni, burayı bulmasaydım "eğitim"in en azından okul öncesi kısmından vazgeçecektim.