19/5/2012, cmt.
güzel bir gündü. hepimizi mutlu etmiş olan bir ziyaretten dönerken yolda cem "nereye gidiyoruz?" diye sordu. "eve gitmek istemiyor musun?" dedim, istemiyormuş. rüya günün yorgunluğuna dayanamayıp uyumuştu. kendimize şipşak bir program yaptık: ikimiz cem'in istediği bir yerde yemek yiyecek sonra kitapçıya gidecektik.
kitapçıda ben ayşegül kitaplarına bakarken cem karar vermek için elindeki kitabın arka kapak yazısına ve ilk sayfalarına bakıyordu. o sırada müzik aletleri bölümündeki görevli birden piyano çalmaya başladı. onu hayret ve hayranlıkla dinlerken cem de bir müzik aletine ilgi duysa diye aklımdan geçti. belki bu yaz onu mandoline başlamaya ikna edebilirim. bu arada istesek mandolin öğretecek kimse var mıdır yoksa ben mi bu güzel aletin ortadan kaybolduğunu sanıyorum? müziğe mandolinle başladığım için onun da hep öyle başlamasını hayal ettim ama cem müzikle ilgili bir şeyler yapmak istemediğini söylüyor. zorlayarak olmaz bu işler, yeter ki neyi istemediğini bildiğinden emin olsun.
chase william merritt, mandolinci, 1878
yky'nin tamamını yeniden basmaya başladığı ayşegül serisine bakarken, rüya'nın doğumuyla bu serinin çakışmasının ne kadar mutlu bir tesadüf olduğunu yeniden düşündüm. cem ile eskilerden birkaç ayşegül kitabı okumuşluğumuz vardır ama o, ayşegüllere hiçbir zaman çok fazla ilgi duymadı. neyse ki rüya var ve ben evde dolaplara sığmayan okul öncesi kitaplara aldırmayarak ve kitap almamak konusunda verdiğim sözleri bozarak ona (bana?) serideki tüm kitapları alacağım. bugün kitapçıda bunu düşünmek bile beni mutlu etmeye yetti.
çocukluğumun en kıymetli ayşegül kitabı. yıllar yılı bu kitapla balerin olma hayalleri kurdum, beni başka şehirde bulunan bale okuluna yollasınlar diye yalvardım yakardım. belki bir gün benim kızım da benden aynısını isteyecek neyse ki istanbul'da bale okulu var.
okul öncesi kitaplar deyince bende akan sular duruyor. kendimi kitap almamak konusunda tutmakta en zorlandığım janr bu. cem rüya kadarken o yaş için şimdiki kadar çok kitap yoktu, beğendiğim bir kitap bulunca hemen alırdım ama nedense o zaman bana yetersiz gelen kitaplar bugün evde önemli bir yer işgal ediyorlar. cem'in epeydir bahsetmek istediğim halde bir türlü bahsedemediğim ilk okuma dönemi kitaplarının sayısı ise şu anda oldukça bir makul durumda çünkü bu alan ne kadar ilgimi çekerse çeksin beni okul öncesi resimli kitaplar kadar cezbetmiyor. ayrıca cem artık benim seçtiklerimi değil sadece kendi seçtiği kitapları okuyor, bu yüzden de o küçükken "aman sonra baskısını bulamam" korkusuyla aldığım kitapların çoğu şu anda kitaplıkta bekçilik yapıyor.
cem'in son dönem kitaplarından bahsetmeye yeni aldıklarımızla bir giriş yapayım şimdi: bugünkü ziyaretimizde kendisine iki kitap seçti. ilki uzun uzun inceleyip ilk 3-4 sayfasını ve bölüm başlıklarını okuduktan sonra "ben bu kitabı merak ettim, sıkılmadan okuyabilirim" dediği, şu anda ilk defa alıcı gözle bakıp kapağını ve adını pek de beğenmediğim
"Bizim Okul Hortladı - Öğretmenim Zombi Oldu" adlı kitap*. bu bir serinin üçüncü kitabıymış. şimdiye kadar, cem'in istediği hiçbir kitabı almamazlık etmedim (zeytin&limon serisi hariç) ama bu aldıklarımın hepsini de çok beğendiğim anlamına gelmedi. cem pek ilgisini çekmeyen birkaç tanesi haricinde aldırdığı kitapları okudu; kitapların kimini çok sevdi, tüm seriyi aldırıp okudu; kimisine tüm seriyi okuyacak kadar ilgi duymadı. severek okuduğu seriler arasında ilk aklıma gelenler: felaket henry, saftirik, pıtırcık, küçük vampir, yamuk okul maceraları, kaptan düşükdon. bunların dışında tenten, redkit ve asterikslere çok düşkün.
bugün cem'in seçtiği ikinci kitap ise ilerletmeye çalıştığı satranç ile ilgili. bu sabah uyandığı zaman odasından çıkmamış, oturmuş yere kendi kendine satranç oynuyordu. bugünlerde tek başına satranç oynamayı seviyor (belki de evde kendisiyle oynamaya hevesli birini bulamadığındandır), bir keresinde karşı tarafın kendisini yendiğini anlatmıştı. akşam eve döndüğümüzde yatmamak ve okumaya devam etmek için direndiği kitap:
cem kendi seçtiklerini okuyarak bir okuma beğenisi oluştursun diye seçimlerine fazla müdahale etmek istemediysem de, geçenlerde yaptığımız bir kitapçı ziyaretinde "kitap uzun, zaman kısa" konulu didaktik bir konuşma yapmaktan geri durmadım. raflarda gördüğü tüm kitapların okumaya değer olduğunu sanmamasını, hayatın bir sonu olduğunu ama kitapların sonu olmadığını, bu yüzden okumaya değecek kitapları seçerken enine boyuna düşünmesinin iyi olacağını anlattım. yayınevinin, yazarın, çevirinin öneminden bahsettim; okuma zevkinin okuya okuya gelişeceğini, zamanla iyi kitaplara kendiliğinden yöneleceğini, özetle ortalıkta hem çocuklar hem de büyükler için çok sayıda yavan kitap olduğunu, bunlardan uzak durarak zamandan, paradan ve enerjimizden tasarruf edeceğimizi söyledim.
son günlerde kısıtlı vaktimizi nelere ayırdığımız üzerinde epey düşünüyorum galiba, hayatımda gereksiz
(önceki posttaki gibi insanlar da dahil buna) bulduğum şeylerin tümünden arınmaya çalıştığım için cem'le de böyle bir konuşma yapmış olabilirim. o da sanki sıkılmadan dinledi ve o günden sonra ismini beğendiği her kitabı getirip alalım mı demektense, kitabı iyice inceleyip ona göre almaya başladı. insan ancak ilgi duyduğu bir kitabı okurken okuma zevkinin nasıl bir şey olduğunu anlayabilir, bu zevkin bu yaşlarda tadına varırsa ömür boyu okur. cem de gün içinde mutlaka kitabını okumaya vakit ayırıyor ve geceleri de birkaç sayfa okumadan uyumak istemiyor. bakalım zaman ne gösterecek?
* cem zombili kitabı salı günü bitirdi ve çok sevdi. sanırım seriyi isteyecek.