Showing posts with label çocukluğumdan kalanlar. Show all posts
Showing posts with label çocukluğumdan kalanlar. Show all posts

Thursday, June 2, 2016

29 Sene Sonra Yeniden



29 sene sonra yeniden. 

1987 yılında yayımlanan kitap, ilk senesinde 40 baskıya ulaşıp rekor kırmıştı. 11 sene sonra 1998'de "ahlaka mugayyir" görülerek yasaklanmış, bir ara "küçükleri müstehcenlikten korumak için" poşette satılmıştı.


1987'nin yaz tatilinde gittiğimiz Kuşadası'ndaki kampta, kitabı teyzemden sonra ben de okumaya heveslenmiştim. Ananemle dedemin benim için uygun olmadığını söylemelerinin ardından kitabı okumam tabii ki farz olmuştu. Böylece kah gizlenerek, kah arada enselenerek bitirmiştim bir günde.


Şimdi ilk baskılardan biriyle yeniden karşılaşınca, kitabı oğlumdan bir yaş büyükken okuduğum o günü hatırlamak için yeniden başladım okumaya. Okuduğum kitaplarla da çocukluktan çıktığım dönemin ilk kitabı, enteresan bi şekilde bu olmuştu. Arka kapakta yazdığı gibi, küçücük bir kızın henüz yaşanmamış doğal meraklarından, aşklar, acılar, sahtekarlıklar, hırslarla dolu bir hayatın bazen hafif, bazen ağır kıpırtılarına kadar kendisi için varolabilme çabası.


Önemli, iz bırakan, yol gösteren bir kitaptı benim için, tam da 13'üme bastığım o sene yayımlandığı için şanslıyım. Duygu Asena'yı o yaz tatilinde, bikini giydiğimde artık çocuk gibi görünmeyen bedenime alışmaya çalıştığım kampta tanımış ve ondan bir sürü şey öğrenmiştim.

Wednesday, December 25, 2013

bu yaştan sonra

bugün göz doktoruna gittim, okulu tatilde olduğu için yanımda rüya ile. giderken biraz tedirgindim ama rüya uykusu gelmiş olmasına rağmen muayeneyi eli elimde sessizce izledi. doktor "uslu çocukmuş, hiç sorun çıkarmadı." deyince ben de sessiz kaldım. merak edip "hep böyle midir?" diye sordu. "her zaman değil. ne zaman nasıl olacağı belli olmaz, kefil olamam yani." deyince beraber güldük. muayenem bitince onun gözlerine de bakılsın istedim ama rüya kabul etmedi.

göz numaram düşmüş biraz. ilkokul 3. sınıftan beri gözlük kullanıyorum. gözlük takmak en büyük çocukluk hayallerimden biriydi. pencerenin önünde durup ellerimle çerçeve yapar dışarıya gözlük taktığımı düşleyerek bakardım. sınıfta yapılan göz taraması sonucunda gözlerimin bozuk olduğu ortaya çıkınca sevinçten havalara uçmuştum. çok dua etmiştim gözlerim inşallah bozuktur diye, kabul olan dualarımdan biridir.

ilk zamanlar bir heves gözlüğü taktıysam da, ergenlikle birlikte miyop 1.5 olana dek gözlük kullanmadım, sonra mecbur kaldım tabii.  yine de bunca yıldır gözlük kullanmaktan yana pek şikayetim olmadı. üniversite yıllarından başlayarak uzunca bir süre lens de kullandım ama tembellikten kaynaklı özensiz kullanım sonucunda ağır bir göz enfeksiyonu geçirdiğimden beri gözlerim lensi pek kabul etmez oldu. kısa kısa takıp çıkarıyorum şimdi, güneş gözlüğü kullanacağım zamanlarda, sahile giderken falan. gözlerin ilerleyen yaşla birlikte lensi eskisi kadar rahat kabul etmemesi de sık yaşanan bir sorunmuş. doktor sebepleri açıkladı, aklımda eksik ya da yanlış kalmış olabilir diye çekinerek de olsa not düşeyim: kullandığım aylık lensin zamanla tıkanan gözenekleri gözün ihtiyaç duyduğu oksijeni almasını engelliyormuş, yaşla birlikte göz kurumaları artınca da göz kendini yıkayamıyor ve enfeksiyonlara açık hale geliyormuş...

ilginç olan, 9 yaşımdan bu yana 0.50'den istikrarlı şekilde 5.25'e kadar yükselen göz numaram şimdi 4.75'e gerilemiş, şaşırdım. belli bir yaştan sonra olurmuş böyle. aslında şimdiye kadar lazer de yaptırabilirmişim, neden yaptırmamışım (bilmem, hiç düşünmedim. korkudan herhalde) gerçi 50'den sonra onun da bir anlamı olmazmış. yani 20lerimde yaptırmadıysam önümdeki 10-11 sene için değer mi gibi bir sonuç mu çıkarmalıyım, tam anlayamadım.

yakın görüşte sorun yaşamaya başlayıp başlamadığımı da sordu doktor. "henüz değil" dedim, "iyi, aman başlamasın." dedi. "yakın gözlüğü takacak kadar kocamadık herhalde!" diye düşünürken "arkadaşlarınız çok geçmeden yakın gözlük kullanmaya başlarlar, siz ileri derece miyop olduğunuz için yakın gözlüğünü daha geç kullanabilirsiniz" dedi. soru cevap faslında birkaç kez "bu yaştan sonra", "40'lı yaşlar" geçti. neredeyse "ben daha 40 olmadım" diyecektim de, doktora neydi benim 39'umdan, 40'ımdan. neyse, size söyleyim o zaman, 2014'ün ortasına daha çok var, yaşımın ilk basamağı o zamana kadar 3.

Sunday, December 15, 2013

nopper

foto burdan

bir zamanlar nopper vardı. ben çocukken, en az 30 sene önce yani. cem oyuncaklarla oynayacak kadar büyüdüğünde hatırlamıştım ve oyuncakçılarda aramaya başlamıştım bunları. acaba hala var mıdır, bulabilir miyim diye dolanırken, kadıköy'de, söğütlüçeşme'deki caminin karşısındaki eski oyuncakçıda, farklı isimle satılan birkaç paket bulabilmiştim. aynı günlerde anneannesi de yunanistan gezisi dönüşünde, orada bulabildiği bir iki kutuyu getirmişti, derken benim aldıklarımla oradan gelenler birleşince epey parçamız olmuştu. yunanistan'dan gelenler iyiydi de, benim bulduklarım bizim eskiden oynadıklarımız kadar kaliteli ve esnek değildi, dişleri kolayca kırılıyordu. cem yine de onlarla epey oynamıştı.

internet olmasaydı bu kutuyu yeniden görebilir miydim? işte kitapçığıyla, plastik haznelerindeki aynı parçalarla bizim nopper tıpatıp buydu. resimdeki çocuğun yaptıklarının aynısını yapmaya çalıştığımı bugün gibi hatırladım şimdi.
 
cem büyürken artık oynamadığı oyuncakların büyük bölümünü kendisinden küçük çocuklara dağıtmış, bir gün kardeşi olursa diye az sayıda sevdiğim oyuncağı da saklamıştım. işte nopperler de hatıraları nedeniyle sakladıklarım arasındaydı. iyi ki vermemişim, rüya'nın kendi kendine oynamayı sevdiği ilk oyuncaklardan biri nopper oldu. şu anda ilerleyen ve çoktan uyumuş olması gereken saate rağmen halının üzerinde şarkılar söyleyerek parçaları birleştirirken ben de onun, kendi dünyasına dalmış ve diğer her şeyi (özellikle de bizi!) unutmuş halde, "nopper" oynamasını izliyorum.

nopperler görebildiğim kadarıyla artık farklı isimler altında pazarlanıyor. bu isimlerden biri fun bricks ve bu markayı şu an nerede bulabileceğinizi bilmiyorum. seneler önce bir arkadaşım joker'de gördüğünü söylemişti ancak gidip sorduğum birkaç seferde ben bulamamıştım, belki şimdi satıyorlardır. ankara ve istanbul'daki bazı alışveriş merkezlerinde mağazaları bulunan imaginarium'dan ise hala epey kazık fiyata, kalitelisinden bir kutu "pinmulti-up çubuklu yapı parçaları" satın alma şansınız var.http://www.imaginarium.com.tr/ubuklu-yap-paralar-45857.htm

Wednesday, December 4, 2013

çocukluğun mutlu saatleri

Bize yaşanmamış gibi gelen çocukluk yıllarımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka bir zaman belki yoktur. 


Marcel Proust



proust'un cümlesini okuyunca çocukken sevdiğim ve cem kadar çok kitabım olmadığı için döne döne okuduğum kitaplar aklıma geldi. bazılarından burada daha önce de bahsetmişimdir. çoğunun hala baskısı bulunuyor. ranzanın üst katına uzanıp ya da yere oturup sırtımı yanan kalorifere vererek bu kitapları okuduğum saatler, çocukluğumun en mutlu saatleriydi.


8,9,10 yaşlar için kitaplar:

kitap isimlerine tıklayın. 





alphonse daudet'nin değirmenimden mektuplar, kitap alayım diye verilen harçlıkla kendi kendime seçtiğim ilk kitaptı. cem'den bir yaş küçüktüm, üçüncü sınıfa gidiyordum. şimdi çocukları kendi başlarına pek bir yere yolladığımız yok ama ben parayı cebime koyup vızır vızır arabaların geçtiği iki caddeyi koşarak aşmış yine koşa koşa şimdi galiba pastaneye dönüşmüş olan olcay kırtasiye'ye dalmıştım. tek raf boyunca sıralanmış, o günlerde bana çok sayıda görünen kitapların arasında yaşadığım uzun kararsızlığın ardından artık neye göre seçtiysem bu kitabı seçip almıştım. 

eve dönüp de kitabı gösterdiğimde, sen ilerde iyi bir okuyucu olacaksın, kendine ne güzel bir kitap seçmişsin demişlerdi de çok sevinmiştim. bu anıyı kaydetmek istedim çünkü kitabı eve gelir gelmez okumaya başladığım o güneşli öğleden sonrası 30 sene boyunca aklımda tatlı bir anı olarak kaldı. insanın anayurdu çocukluğudur demiş jorge amado, ne kadar doğru.

sizin çocukluğunuzdan hatırladığınız kitaplar hangileri?

*
bir ilkokul kitaplığı için 50 kitap önerisi

Monday, May 13, 2013

üç teker bisiklet



bugünlerde rüya'ya 3 tekerlekli bir bisiklet almayı istiyorum. bulma ihtimalim yok ama pinterest'te karşıma çıkan şu kırmızı bisikleti alabilmeyi isterdim doğrusu. aslında rüya'nın cem'den kalma son derece dandik, plastik bir üç tekeri vardı. bim'den 7 sene evvel 19 liraya almıştık ve ben onu diğer bebek eşyalarıyla birlikte kapladığı yere rağmen rüya için senelerce saklamıştım.

rüya 2 yaşına gelince bisikleti çıkardım ama cem ona birden mal bulmuş mağribi gibi saldırdı ve günlerce tepesinden inmedi, okuldan gelir gelmez ilk işi onunla evi turlamak oluyordu. bu sırada rüya da "o benim bisikletim" diye bağırarak onun peşinden koşuyordu tabii. neyse, cem yetmedi, eve gelen arkadaşları da bisikletten ilgilerini esirgemediler. sonuçta senelerce sakladığım bisiklet rüya'ya yar olamadan cem'in ellerinde parçalandı gitti.

şimdi rüya'ya güzel bir üç teker arıyorum ve ortalık plastiklerden geçilmediği için bulamıyorum. benim onun yaşlarındayken kırmızı bir üç tekerim vardı, yukardaki kadar şık değilse de bugünkü plastikler gibi de değildi.

bu arada anneanneye, hediye alacağı zaman plasmacar almasını söyledim. şimdi bir oyuncakçıda rüya'ya denetip hoşuna giderse alacağız. 110 kiloya kadar taşıdığı için cem hatta onur bile kıramaz bunu, hepimiz binebiliriz. plasmacar alan var mı aranızda, varsa tecrübelerinizi yazar mısınız? bisiklet öneriniz varsa, onu da yazarsanız sevinirim.

arşivden:

Sunday, March 31, 2013

30/3 cumartesi :: kalbimin efendisi


film festivali dün başladı. öğleden sonra, küçükken izlemeye başlayıp müptelası olduğum ve izlemekten hiç bıkmadığım yeşilçam melodramlarından birini, beyoğlu sineması'nda izlemek üzere evden çıktım. 4 yaşlarında falan olmalıyım, o gece televizyonda türk filmi gösterilecekse ve çok uykum gelmişse, evdekileri sıkı sıkı tembihlerdim: "başlayınca beni uyandıracaksınız." bu filmleri böyle büyük bir aşkla izlemek istememe gülseler de (kızım, hiç şu filmler için uykunu böldüğüne değer mi?) genellikle uyandırırlardı ama eğer kıyamayıp da uyandırmadılarsa ertesi gün suratımdan kurtulamazlardı.


eski türk filmlerini bugün bile ağlamadan izleyemiyorum. artık evde herkes uyuduktan sonra dvdden rahat rahat izleyebiliyorum ama o zamanlar ağladığımı gizlemek zorundaydım çünkü büyüklerin, onların küçümseyip beğenmedikleri bu filmleri gece geç saatlere kadar uyanık kalıp izlediğim yetmezmiş gibi bir de ağlayarak izlediğimi görmeleri, benim için bu seansların sonu demek olabilirdi. zaten kim bir film izlerken ağladığının görülmesini ister ki? o filmle sizin aranızda kalması gereken bir sırdır o anda.


filmi son sahnelerine gelene kadar önceden izlediğimi hatırlamadan merak ve heyecanla izledim. seyircilerin 43 sene öncesinin bugünden bakıldığında komik bulduğu sahnelerin bazılarına ben de güldüm. onlar gülmese, komikliğini ayırt edemeyeceğim komiklikler de vardı: uludağ'da, kar altında arabayla şehre inmek isteyen hülya koçyiğit'e şoförün "bugün araba çalışmaz, akü şarj etmiyor." demesi gibi. en çok güldüğüm sahneler ise ömercik'in bence en olmadık anlardan birinde olayların üstüne tüy diker gibi merdivenlerden dramatik bir şekilde paldır küldür yuvarlandığı ve ediz hun'un lale belkıs'a büyük bir öfkeyle "çirkef" diye bağırdığı sahne oldu. kabul etmek lazım ki bazı oyunculuklar bugün için fazla abartılı, bilmiyorum belki o zamanlar için de öyleydi ama güldüm dedim diye filme gülmek için gittiğim düşünülmesin. üç oyuncusunu da çok sevdiğim bu filmi sinemada görmek için gittim, bu filmleri her zaman, aslında gösterildiği günlerde, sinema salonunda izlemeyi istemiş olduğum için.

*

bunlar da filme giderken bizim sokakta gördüğüm manolya ağacından. çok güzel başladı festival. annem de ben sinemaya gidebileyim diye 4-5 günlüğüne istanbul'a geldi, daha ne isterim? 


Wednesday, February 27, 2013

bıkmadan dinlediğim albümler

bazı albümleri yıllar boyu bıkmadan döne döne dinler insan. rüya öğlen uykusuna dalmışken, neredeyse çocukluğumdan beri sevdiğim şarkıların bulunduğu yerli albümler birer birer aklımdan geçtiler. çocuk halimle dinlerken, sözleri anlamaya çalışırken onların bende bu kadar iz bırakacağını, şarkıları 25-30 sene sonra hala bu kadar çok seveceğimi bilebilir miydim? 

albüm kapakları da ne güzelmiş o zamanlar. 

banu - anlatamıyorum
bu melankolik albümü ne kadar çok severdim. bir gün kasedi tost makinesinin üzerinde unutmuştum, eriyip gitmişti. ne kadar sordum soruşturdumsa albümü bir daha yıllarca bulma şansım olmadı. neyse ki yakınlarda 2 cdlik bir en iyileriyle albümü çıktı banu'nun. artık ipoddalar, erimez gitmez bu şarkılar hiçbir yere.


dörtyol ağzında her gün karasızlık
ne yapsam sana çıkıyor yollarım
bütün gerçeklerin üstünde neden
beni sana bağlıyor kuruntularım

hedefsiz garip bir yolcu gibiyim
bütün kavşaklarda duraklıyorum
hiç sonu yok bu gidişin besbelli
bunu kendimden bie saklıyorum

gerçekleri görmeliydim aslında
sensiz olmayı da öğrenmeliydim
yaşam bir çift ela göz değildi ki
bunu yıllar evvel düşünmeliydim

albümdeki en sevdiğim şarkı bu. sözleri ezbere yazdım ama adını bilmiyorum. şimdi bakarken buldum, kararsızlıkmış. tüm albümü şu linkten dinleyebilirsiniz.

bülent ortaçgil - benimle oynar mısın?
fikret kızılok'un zaman zaman'ı ile birlikte ergenliğin ilk yıllarından beri hayatımda olan bir albüm. ikisini aynı gün almıştım, çekirdek kayıtlarıydı. şarkılarıyla kapaklarıyla kült albümler.


fikret kızılok - zaman zaman
fikret kızılok ve bülent ortaçgil'in diğer albümleri de eskimez, onları da döndürüp döndürüp dinliyorum ama bu ikisi ilk dinlediklerim olduğu için midir nedendir, en sevdiklerim. kapağa bakın.


cem karaca - cemaz  ül evvel
defalarca dinledim bu albümü, kapak muhteşem.


mfö - ele güne karşı
ilk dinlediğimde 9 yaşındaydım, durmadan dinlerdim. hala seviyorum, hala bazı günlerde bazı şarkıları dinlemeden edemiyorum: bu sabah yağmur var istanbul'da, sevdim bir kere, yalnızlık ömür boyu, sen ve ben ilk aklıma gelenler. boş şarkının olmadığı harika bir albüm.


yeni türkü - dünyanın kapıları
yeni türkü'nün 80'lerde çıkardığı albümlerin hepsini sevsem de bu albümün yeri ayrı bende.


kızılok & ortaçgil - pencere önü çiçeği
eskimez. değirmenler bu albümde en sevdiğim şarkı, bülent ortaçgil için yapılan tribute albümde şebnem ferah'ın dinlemeye doyamadığım bir coverı da vardır.


düşündükçe başka albümler de hatırlanabilir ama bugün ilk aklıma gelenler bunlar. belki başka bir gün yabancı albümlerden de bahsederim.

sizin albümleriniz hangileri?

Tuesday, November 6, 2012

taş devri

çocuklarla taş devri izliyordum. evde çizgi film hala sadece dvdden izleniyor, kendimiz de hiç televizyon izlemiyoruz. televizyon dvd izlemek icin var. rüya 2 yaşında, onun için erken aslında ama cem seyrettiği için okul dönüşü, o da biraz izliyor. çizgi filmin açıldığı ve kapandığı saat belli. tv evde katı kural koyduğum iki konudan biri. diğeri de abur cubur. rüya daha geç başlasaydı iyi olurdu ama o zaman da cem hiç izleyemezdi. bizde playstation, wii, ipad vs. yok ama çizgi filmlerin cem'in hayatından çıkmasını istemem; varsın rüya da biraz erken başlamış olsun, ne yapalım.

çocuklara bulabildikçe kendi çocukluğumun çizgi filmlerinden alıyorum çünkü her zaman oturup izleyemesem de evde bu filmlerin sesini duymak hoşuma gidiyor. gerçi daha once bir taş devri almistim ben, bu ikincisini cem kendi secti, demek ki sevmiş. bir de bu filmleri zamanında ben çok sevmiştim, onların da benzer hislerle izlediğini düşünmeyi, öyle olmama ihtimaline rağmen, seviyorum.

neyse taş devri'ni izlerken cem ile aramızda geçen diyalogu yazacaktım:
ben: biliyor musun, ben de senin yaşındayken çok severdim taş devri'ni hatta yaşım daha küçükken bile izlerdim. düşünsene ne kadar uzun zamandır izleniyor bu film, aslında ne kadar eski

cem: isminden belli zaten, baksana taş devri

ben: o kadar da eski değil!

Thursday, October 11, 2012

monet istanbul'da


5-6 yaşlarında olmalıyım, mutfaktaki takvimin yaz aylarından birine denk gelen sayfasında monet'nin bu resmini görmüştüm. mutfak boşken gider resme uzun uzun bakardım. yerdeki çocuk olmayı, o masada oturmayı düşlerdim. bu resmi yıllarca aklımda taşıdım, neden derseniz sebebini söyleyemem. masadaki meyveler, gölgeler... ne desem bu tablonun neden beklenmedik anlarda gözümün önünde canlandığını açıklayamayacak.

üniversite için istanbul'a geldiğimde bir kartpostalını bulup aldım, odamın duvarına astım. sonra can yayınları'nın bastığı virginia woolf kitabının kapağında resimden bir detay yer aldı.


şimdi monet'nin çiçek ve doğa temalı tabloları, kimbilir belki çocukluğumdan beri hayran olduğum bu öğle yemeği (monet'nin argenteuil bahçesinde) isimli tablo da, sabancı müzesi'nde 6 ocak 2013'e dek sergileniyor

Tuesday, August 21, 2012

delial deniz mevsiminde

çocukluğumdan unutamadığım bir reklam. ilk yayınlanmaya başladığında cem yaşlarındaymışım. reklam etkilerdi beni, güzel kızın müzik eşliğinde yavaş yavaş denize girişi vs. onun yerinde olduğumu hayal ederdim. yıllar boyu denize girerken bir fon müziği olarak çaldı kafamda. hala arada canlanır gelir tarihin derinliklerinden. videosunu bulmak istedim, bulamadım; delial deniz mevsiminde, delial kızgın güneşte...



Delial, deniz mevsiminde
Delial, kızgın güneşte
Delial, bronzlaşmak için ideal
Delial her cins ciltlerin güneş kozmetiği 
Delial, bronzlaşmak için
Delial, bronzlaşmak için
İdeal.

Wednesday, May 23, 2012

güzel bir cumartesi ve kitaplar

19/5/2012, cmt.

güzel bir gündü. hepimizi mutlu etmiş olan bir ziyaretten dönerken yolda cem "nereye gidiyoruz?" diye sordu. "eve gitmek istemiyor musun?" dedim, istemiyormuş. rüya günün yorgunluğuna dayanamayıp uyumuştu. kendimize şipşak bir program yaptık: ikimiz cem'in istediği bir yerde yemek yiyecek sonra kitapçıya gidecektik.

kitapçıda ben ayşegül kitaplarına bakarken cem karar vermek için elindeki kitabın arka kapak yazısına ve ilk sayfalarına bakıyordu. o sırada müzik aletleri bölümündeki görevli birden piyano çalmaya başladı. onu hayret ve hayranlıkla dinlerken cem de bir müzik aletine ilgi duysa diye aklımdan geçti. belki bu yaz onu mandoline başlamaya ikna edebilirim. bu arada istesek mandolin öğretecek kimse var mıdır yoksa ben mi bu güzel aletin ortadan kaybolduğunu sanıyorum? müziğe mandolinle başladığım için onun da hep öyle başlamasını hayal ettim ama cem müzikle ilgili bir şeyler yapmak istemediğini söylüyor. zorlayarak olmaz bu işler, yeter ki neyi istemediğini bildiğinden emin olsun.


chase william merritt, mandolinci, 1878

yky'nin tamamını yeniden basmaya başladığı ayşegül serisine bakarken, rüya'nın doğumuyla bu serinin çakışmasının ne kadar mutlu bir tesadüf olduğunu yeniden düşündüm. cem ile eskilerden birkaç ayşegül kitabı okumuşluğumuz vardır ama o, ayşegüllere hiçbir zaman çok fazla ilgi duymadı. neyse ki rüya var ve ben evde dolaplara sığmayan okul öncesi kitaplara aldırmayarak ve kitap almamak konusunda verdiğim sözleri bozarak ona (bana?) serideki tüm kitapları alacağım. bugün kitapçıda bunu düşünmek bile beni mutlu etmeye yetti.


çocukluğumun en kıymetli ayşegül kitabı. yıllar yılı bu kitapla balerin olma hayalleri kurdum, beni başka şehirde bulunan bale okuluna yollasınlar diye yalvardım yakardım. belki bir gün benim kızım da benden aynısını isteyecek neyse ki istanbul'da bale okulu var.

okul öncesi kitaplar deyince bende akan sular duruyor. kendimi kitap almamak konusunda tutmakta en zorlandığım janr bu. cem rüya kadarken o yaş için şimdiki kadar çok kitap yoktu, beğendiğim bir kitap bulunca hemen alırdım ama nedense o zaman bana yetersiz gelen kitaplar bugün evde önemli bir yer işgal ediyorlar. cem'in epeydir bahsetmek istediğim halde bir türlü bahsedemediğim ilk okuma dönemi kitaplarının sayısı ise şu anda oldukça bir makul durumda çünkü bu alan ne kadar ilgimi çekerse çeksin beni okul öncesi resimli kitaplar kadar cezbetmiyor. ayrıca cem artık benim seçtiklerimi değil sadece kendi seçtiği kitapları okuyor, bu yüzden de o küçükken "aman sonra baskısını bulamam" korkusuyla aldığım kitapların çoğu şu anda kitaplıkta bekçilik yapıyor.

cem'in son dönem kitaplarından bahsetmeye yeni aldıklarımızla bir giriş yapayım şimdi: bugünkü ziyaretimizde kendisine iki kitap seçti. ilki uzun uzun inceleyip ilk 3-4 sayfasını ve bölüm başlıklarını okuduktan sonra "ben bu kitabı merak ettim, sıkılmadan okuyabilirim" dediği, şu anda ilk defa alıcı gözle bakıp kapağını ve adını pek de beğenmediğim "Bizim Okul Hortladı - Öğretmenim Zombi Oldu" adlı kitap*. bu bir serinin üçüncü kitabıymış. şimdiye kadar, cem'in istediği hiçbir kitabı almamazlık etmedim (zeytin&limon serisi hariç) ama bu aldıklarımın hepsini de çok beğendiğim anlamına gelmedi. cem pek ilgisini çekmeyen birkaç tanesi haricinde aldırdığı kitapları okudu; kitapların kimini çok sevdi, tüm seriyi aldırıp okudu; kimisine tüm seriyi okuyacak kadar ilgi duymadı. severek okuduğu seriler arasında ilk aklıma gelenler: felaket henry, saftirik, pıtırcık, küçük vampir, yamuk okul maceraları, kaptan düşükdon. bunların dışında tenten, redkit ve asterikslere çok düşkün.

bugün cem'in seçtiği ikinci kitap ise ilerletmeye çalıştığı satranç ile ilgili. bu sabah uyandığı zaman odasından çıkmamış, oturmuş yere kendi kendine satranç oynuyordu. bugünlerde tek başına satranç oynamayı seviyor (belki de evde kendisiyle oynamaya hevesli birini bulamadığındandır), bir keresinde karşı tarafın kendisini yendiğini anlatmıştı. akşam eve döndüğümüzde yatmamak ve okumaya devam etmek için direndiği kitap:




cem kendi seçtiklerini okuyarak bir okuma beğenisi oluştursun diye seçimlerine fazla müdahale etmek istemediysem de, geçenlerde yaptığımız bir kitapçı ziyaretinde "kitap uzun, zaman kısa" konulu didaktik bir konuşma yapmaktan geri durmadım. raflarda gördüğü tüm kitapların okumaya değer olduğunu sanmamasını, hayatın bir sonu olduğunu ama kitapların sonu olmadığını, bu yüzden okumaya değecek kitapları seçerken enine boyuna düşünmesinin iyi olacağını anlattım. yayınevinin, yazarın, çevirinin öneminden bahsettim; okuma zevkinin okuya okuya gelişeceğini, zamanla iyi kitaplara kendiliğinden yöneleceğini, özetle ortalıkta hem çocuklar hem de büyükler için çok sayıda yavan kitap olduğunu, bunlardan uzak durarak zamandan, paradan ve enerjimizden tasarruf edeceğimizi söyledim.

son günlerde kısıtlı vaktimizi nelere ayırdığımız üzerinde epey düşünüyorum galiba, hayatımda gereksiz (önceki posttaki gibi insanlar da dahil buna) bulduğum şeylerin tümünden arınmaya çalıştığım için cem'le de böyle bir konuşma yapmış olabilirim. o da sanki sıkılmadan dinledi ve o günden sonra ismini beğendiği her kitabı getirip alalım mı demektense, kitabı iyice inceleyip ona göre almaya başladı. insan ancak ilgi duyduğu bir kitabı okurken okuma zevkinin nasıl bir şey olduğunu anlayabilir, bu zevkin bu yaşlarda tadına varırsa ömür boyu okur. cem de gün içinde mutlaka kitabını okumaya vakit ayırıyor ve geceleri de birkaç sayfa okumadan uyumak istemiyor. bakalım zaman ne gösterecek?

* cem zombili kitabı salı günü bitirdi ve çok sevdi. sanırım seriyi isteyecek.

Tuesday, May 1, 2012

Heidi

bugün rüya'yla aşağıdaki videoyu izledik. bi daa, bi daa diye diye 3 kere başa aldırdı. heidi'nin arkasından koşan keçiye bayıldı. 4. kez izlemesine engel oldum diye, uykusunun gelmiş olmasının da etkisiyle, epey patırtı çıkardı.

heidi'yi ne kadar çok severdim. bugün de, heidi'nin çocukken izlediğim çizgi filmlerin en iyilerinden biri olduğunu düşünüyorum. rüya'yı da biraz ona benzetiyorum: sıcakkanlı, güleç, konuşkan, saftirik. onur'a sordum benzemiyor dedi ama bence tipi de benziyor.

heidi'nin jenerik müziği, gündelik hayatımın beklenmedik anlarında devreye giren fon müziklerinden biri. bazen gün içinde bir şey olur ve birden heidi çalmaya başlar.

Thursday, December 17, 2009

bir ilkokul kitaplığı için 50 kitap önerisi


bugün bize piyangodan güzel bir sürpriz çıktı. cem yuva çıkışı arkadaşı kaya'nın evine gitmişti, akşamüstü kaya'nın annesi gönül aradı "çocuklar (bir de kardeşi var kaya'nın) bu geceyi beraber geçirmek istiyorlar, cem bizde kalsın mı, ne dersin?" ne diyebilirim ki, hayır demeyeceğim kesin, yihhuuuu! yarın yılbaşı gösterisi var okulda, orada görüşürüz. cem'i oradan almak için acele etmeme gerek kalmayınca ne yapayım, yağmurlu havadan kaçmak ve ısınmak için en yakındaki kitapçıya sığınıp bir ilköğretim okulunun kitaplığına hangi kitapları koymak isterdim konulu küçük bi çalışma* yaptım. kitapları 7-12 yaş arasındaki çocukları düşünerek seçmeye çalıştım ve her birine link verdim, ayrıntı için tıklayın ve sonra siz de söyleyin:

bu kitaplığa hangi kitapları eklemek isterdiniz?




1) lastik pabuçlar - zoşçenko (can): zoşçenko'nun türkçe'de bulduğum tüm kitaplarını okumama sebep olmuş kitaptır, hala kitaplığımda. muhteşemdir, büyük küçük herkes okumalı.

2) kucuk prens - exupery (mavibulut): bendeki baskısını (can) tomris uyar çevirmiş ama o baskı bulunmuyor artık.



6) simdiki cocuklar harika - aziz nesin (nesin yayınları): gülmekten gözlerimden yaşlar akar okurken. çocukken de böyleydi bu, 35 yaşımda da aynı. büyük yazar aziz nesin.




10) herkes ozgur dogar (mandolin): çocuklar bunu bilmeli.






16) kumkurdu - asa lind (kanat kitap): bu kitap gureqüm adıyla kürtçe'ye çevrilip lis yayınları tarafından yayımlanmış. kitaplığa kumkurdu'nun kürtçesi de kazandırılmalı.













30) afacan besler define adasinda - enid blyton (artemis): unutulmaz bir dizi. hastasıydım hala da öyleyim.


32) pippi uzuncorap 1. kitap - astrid lindgren (ithaki): bu postu yazdıktan sonra cem'i almak üzere yuvaya gittim. kapıda bir paket uzatıp "adres olarak yanlışlıkla burayı vermişsiniz" dediler. hayır, ben öyle bir şey yapmadım. okul konusunda yazışmaya başladıktan sonra mektup arkadaşı haline geldiğimiz nihal'in sürpriziymiş meğerse. pippi yoktu bizde, idefiks listemizdeydi. peki geldiği günün tam bu postla çakışmasına ne demeli :) çok teşekkürler nihal ve cem'le yaşıt oğlu ömer.

33) kesinlikle ben - lauren child (hayy): charlie & lola takipçileri abi/abla oldukları zaman lauren child'ın onlar için yazdığı kitapları okuyabilecekler :)

34) dere tepe ters - italo calvino (yky) : necla'nın önerisi. bu kitabın kapak resmi de harika.



37) ezop masallari - aisopos (altin kitaplar): bu baskının hala bulunabilmesine şaşırdım. defalarca okuduğum ezop masalları kitabım buydu işte. benimki de hala duruyor, ne güzel değil mi?










44) pitircik'in bisikleti - goscinny (can): bu benim pıtırcık'la tanıştığım kitaptı. bisikleti çok sevdiğim için sınıf kitaplığında tüm serisi bulunan pıtırcıklar arasından bunu seçmiştim, bayıldım sonra sırayla hepsini okudum.


46) küçük cadı şeroks - aslı der (günışığı kitaplığı): aslı yıllar önce şeroks ve büyük tuzak adlı kitaplarını, cem için imzalayarak adresimize göndermişti. cem'i pusetine koyup park park dolaştığım zamanlardı. tam kapıdan çıkarken kitap paketiyle karşılaşınca sevinçten uçmuştum, o günü hatırladıkça içim hala mutlulukla doluyor.





* bu listeyi hazırlama fikri, feride'nin arkadaşlarıyla birlikte urfa'da bir köy ilkokuluna kütüphane oluşturma konusundaki girişimlerine katkıda bulunmak üzere doğdu. feride bana topladıkları parayla alınmak üzere bir kitap listesi hazırlayıp hazırlayamayacağımı sorduğunda çok heyecanlandım. hemen beyaz yakalı siyah önlüğümü giyip cam sürgülü, metal sınıf kitaplığımın karşısına geçtim. listedeki kitapların çoğu, 56 kişilik sınıfıma yetecek kadar çok ve nitelikli kitap bulunduran sınıf kitaplığından seçmedir. sınıftaki kitaplık olmasaydı bugün kitaplarla bu kadar haşır neşir olmazdım. dilerim tüm sınıflar böyle bir kitaplığa sahip olurlar. kitaplar bir çocuğun hayatında sbs skorlarından daha etkilidir. sınav geçer, okul biter, kitap kalır. 




kitap ve kırtasiye yardımı yapmak isterseniz, okulun adres bilgileri:



İbrahim Halil Türk
Şölen İlköğretim Okul Müdürü

Viranşehir/Urfa

konuyla ilgili başka linkler: