Showing posts with label çocuklara. Show all posts
Showing posts with label çocuklara. Show all posts

Tuesday, August 12, 2014

Haftalık Planlar

8/8/2014 Cuma

Bugün radyoda sunucu "önümüzdeki hafta sıcaklıklar çok yükselecek." dedi. Yaz, sıcaklıklar çok yükselmeden de zor bir mevsim zaten… ya neyse, kendimden sıkıldım artık. Evet yaz, evet tatil, evet çok uzun, zor… tamam. Ayrıca yazın beklediğimden daha rahat ve neşeli geçtiğini kabul etmeliyim. Dırlanma azaldıkça tatil güzelleşiyor, yeni (ve geç!) keşfim.

Bugün Cem'i satranca götürüyordum, dönüşte parka uğrayalım dedik Rüya'yla. Daha doğrusu ben dedim; Rüya uzaktan başlayan gökgürültüsünün devamında olacakları tahmin ettiği için pek istemedi. Sonuçta henüz yağmur yok, hazır hava serin, rüzgarlı biraz dışarıda takılırız derken birden bastırdı yağmur. Arabaya koşana kadar elimizdeki şemsiyeye rağmen iliklerimize kadar ıslanmıştık. Rüya ilk defa böyle bir sağanağa maruz kaldığı için ıslanırken bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Eve girer girmez "dondum dondum" dedi, sahiden de donduk çünkü yağmura sert bir rüzgar eşlik ediyordu.

"Sıcaklıkların çok yükseleceği" önümüzdeki haftaya şöyle bir bakalım, neler yapabiliriz:

Cem hafta içi her gün 13.00'e kadar yaz okulunda, branşı masa tenisi. Planlar 13.00'ten sonrası için...

* Ufukta iki adet çocuklu arkadaş buluşması var. Bunlar tabii ki ev ortamında gerçekleşecek olan buluşmalar. Neden? Çünkü apartman çocuklarıyız ve ağaçsız, gölgesiz parklarımızı yaz döneminde ancak güneş battıktan sonra kullanabiliyoruz.

salon ve seanslar için TIK

* Bu hafta vizyona giren bir film var. Üçümüz (artık Rüya da sinemaya gidebiliyor!) ona gidebiliriz: Miniscule, Fransız. Fragmanını Cem'e izlettim, giderim dedi, çok sevindim. Nicedir animasyonlara bebeklere göre diye gitmek istemiyordu. Sordum, diğer yaşıtları da 10 yaş itibarıyla eskiden olduğu gibi her animasyonu ilginç bulmuyor.

* Yeni tanıştığı ve çabucak kaynaştığı arkadaşıyla bir buluşma ayarlayabiliriz. Bu buluşmanın outdoor olma ihtimali yüksek. Sevindirici.

* Cuma masa tenisi sonrası satranç var, ardından dışarda yemek ve kitapçı ziyareti? Olabilir…

Geçti bir hafta daha.

Çocuklarla yaz tatiliniz nasıl geçiyor? Herkes mi İstanbul dışında ya, şehir için değişik fikirleri olanlar lütfen yazsın. Siz neler yapıyorsunuz?

Wednesday, August 6, 2014

Pıtırcık Tatilde



Gösterime girdiği haftasonunda izlediğimizden beri söyleyeceğim, neyse ki hala vizyonda, Pıtırcık Tatilde'yi kaçırmayın. Çocuklarınızla veya tek başınıza, hele de zamanında Pıtırcık'ı okumuş ve benim gibi çok sevmişseniz, bu renkli, retro filmi görmelisiniz. Biz Cem'le ikimiz gittik, çok beğendik.

Cem sinemaya gitmeden evvel, önceden defalarca izlediği ilk Pıtırcık filmini evde yeniden izledi. İlk filme 4 sene önce Onur'la giderken Cem'i götürmemiştik çünkü o dönem henüz anasınıfında olan Cem'in filmi baştan sona izleyebileceğinden emin olamamıştık. İlk film de çok güzeldir, izlemediyseniz dvd olarak bulunuyor.



film çıkışı kitapçıya!

*

Monday, May 5, 2014

merhaba

Buraya uğramadığım günlerde yaklaşan 40 yaşımla birlikte geride kalan yılları düşündüm bol bol. Eski defterleri okudum, fotoğraflara baktım, müzik dinledim, az uyudum, çok içtim, yıllardır görmediğim eski arkadaşlarımı gördüm, epeydir ara verdiğim günlükleri yazmaya döndüm. Çocuklar büyüyor, ben yaşlanıyorum ama ortaokuldayken dinlediğim şarkılar şimdi olduğu gibi çalarken kendimi hala o yıllardaki gibi hissediyorum ya da kendimi ve her şeyi olduğu gibi hatırlıyorum. Yaşlara ve yıllara bugüne dek yüklediğim anlamlar olmasa da olurmuş.

*

Uzun aradan sonra ajandada karşıma çıkan Gandhi'nin sözüyle merhaba diyeyim.

Ruhumuzun bütün gücüyle zorbanın iradesine karşı çıkmalıyız. Ve ruhumuz kral, topluluk, kast, aile, insan, vahşi hayvan, ölüm korkusundan arınmış olmalı.

- Gandhi

Sunday, December 15, 2013

nopper

foto burdan

bir zamanlar nopper vardı. ben çocukken, en az 30 sene önce yani. cem oyuncaklarla oynayacak kadar büyüdüğünde hatırlamıştım ve oyuncakçılarda aramaya başlamıştım bunları. acaba hala var mıdır, bulabilir miyim diye dolanırken, kadıköy'de, söğütlüçeşme'deki caminin karşısındaki eski oyuncakçıda, farklı isimle satılan birkaç paket bulabilmiştim. aynı günlerde anneannesi de yunanistan gezisi dönüşünde, orada bulabildiği bir iki kutuyu getirmişti, derken benim aldıklarımla oradan gelenler birleşince epey parçamız olmuştu. yunanistan'dan gelenler iyiydi de, benim bulduklarım bizim eskiden oynadıklarımız kadar kaliteli ve esnek değildi, dişleri kolayca kırılıyordu. cem yine de onlarla epey oynamıştı.

internet olmasaydı bu kutuyu yeniden görebilir miydim? işte kitapçığıyla, plastik haznelerindeki aynı parçalarla bizim nopper tıpatıp buydu. resimdeki çocuğun yaptıklarının aynısını yapmaya çalıştığımı bugün gibi hatırladım şimdi.
 
cem büyürken artık oynamadığı oyuncakların büyük bölümünü kendisinden küçük çocuklara dağıtmış, bir gün kardeşi olursa diye az sayıda sevdiğim oyuncağı da saklamıştım. işte nopperler de hatıraları nedeniyle sakladıklarım arasındaydı. iyi ki vermemişim, rüya'nın kendi kendine oynamayı sevdiği ilk oyuncaklardan biri nopper oldu. şu anda ilerleyen ve çoktan uyumuş olması gereken saate rağmen halının üzerinde şarkılar söyleyerek parçaları birleştirirken ben de onun, kendi dünyasına dalmış ve diğer her şeyi (özellikle de bizi!) unutmuş halde, "nopper" oynamasını izliyorum.

nopperler görebildiğim kadarıyla artık farklı isimler altında pazarlanıyor. bu isimlerden biri fun bricks ve bu markayı şu an nerede bulabileceğinizi bilmiyorum. seneler önce bir arkadaşım joker'de gördüğünü söylemişti ancak gidip sorduğum birkaç seferde ben bulamamıştım, belki şimdi satıyorlardır. ankara ve istanbul'daki bazı alışveriş merkezlerinde mağazaları bulunan imaginarium'dan ise hala epey kazık fiyata, kalitelisinden bir kutu "pinmulti-up çubuklu yapı parçaları" satın alma şansınız var.http://www.imaginarium.com.tr/ubuklu-yap-paralar-45857.htm

Wednesday, December 4, 2013

çocukluğun mutlu saatleri

Bize yaşanmamış gibi gelen çocukluk yıllarımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka bir zaman belki yoktur. 


Marcel Proust



proust'un cümlesini okuyunca çocukken sevdiğim ve cem kadar çok kitabım olmadığı için döne döne okuduğum kitaplar aklıma geldi. bazılarından burada daha önce de bahsetmişimdir. çoğunun hala baskısı bulunuyor. ranzanın üst katına uzanıp ya da yere oturup sırtımı yanan kalorifere vererek bu kitapları okuduğum saatler, çocukluğumun en mutlu saatleriydi.


8,9,10 yaşlar için kitaplar:

kitap isimlerine tıklayın. 





alphonse daudet'nin değirmenimden mektuplar, kitap alayım diye verilen harçlıkla kendi kendime seçtiğim ilk kitaptı. cem'den bir yaş küçüktüm, üçüncü sınıfa gidiyordum. şimdi çocukları kendi başlarına pek bir yere yolladığımız yok ama ben parayı cebime koyup vızır vızır arabaların geçtiği iki caddeyi koşarak aşmış yine koşa koşa şimdi galiba pastaneye dönüşmüş olan olcay kırtasiye'ye dalmıştım. tek raf boyunca sıralanmış, o günlerde bana çok sayıda görünen kitapların arasında yaşadığım uzun kararsızlığın ardından artık neye göre seçtiysem bu kitabı seçip almıştım. 

eve dönüp de kitabı gösterdiğimde, sen ilerde iyi bir okuyucu olacaksın, kendine ne güzel bir kitap seçmişsin demişlerdi de çok sevinmiştim. bu anıyı kaydetmek istedim çünkü kitabı eve gelir gelmez okumaya başladığım o güneşli öğleden sonrası 30 sene boyunca aklımda tatlı bir anı olarak kaldı. insanın anayurdu çocukluğudur demiş jorge amado, ne kadar doğru.

sizin çocukluğunuzdan hatırladığınız kitaplar hangileri?

*
bir ilkokul kitaplığı için 50 kitap önerisi

Wednesday, October 30, 2013

pasaklı ve diğer yaramazlar


pasaklı ve diğer yaramazlar, rüya ile son günlerde sıkça okuduğumuz komik bir kitap. pasaklı, benekli ve çomar adlarındaki üç yaramaz köpekten üç farklı macera. rüya en çok sonuncu hikayeyi seviyor, temizlik hastası şükufe teyze'nin pasaklı'yı temizleyeceğim derken dünyanın en pasaklı kadını haline gelişinin hikayesini.

biliyorsunuz rüya'nın yaşındaki çocuklar (grubu biraz genişleterek söyleyeyim, 3-4-5 yaşlarındakiler) aynı kitabı defalarca dinlemeyi seviyorlar. ben de burada sadece tekrar tekrar okumaktan bıkmadığım kitaplara yer veriyorum. evde okumaktan fenalık gelen kitapları sonra yeniden ortaya çıkarmak üzere bir süreliğine göz önünden kaldırıyorum, bu kitap hep kitaplıkta duranlardan biri. siz de 3-6 yaş arasındaki çocuklarınızla severek okursunuz diye tahmin ediyorum. yayınevinin ilk okuma kitaplarım serisinden çıkan kitap, okumaya yeni başlayanlar için de kısa cümleleriyle uygun bir seçim.

Saturday, August 10, 2013

yanlışlıkla dünyanın öbür ucuna uçan çocuk


cem'in elinde şu an bu kitap var, sonlarına yaklaşmış. başladığından beri de "bu kitabı bence sen de okumalısın" diyor. sanırım kitaptaki çocuğun anne babasıyla bizim aramızda benzerlikler gördü ya da tam tersi. kitabı ismi ve kapak resminden dolayı seçmiş. resimler oliver jeffers.

o gün bir rüya'ya, bir de cem'e kitap almıştık. rüya'ya aldığımız kitap oliver jeffers'ın stuck'tı. cem'in seçtiği kitabın ise kapak ve iç resimleri oliver jeffers'a aitmiş, evde bunu farkedince tesadüfe şaşırdık.

bu arada cem kitabını "çok iyi gidiyor" diyerek okurken iyi kitap dergisinde gördüğüm bir ilan sayesinde, yazarın epey bir zaman önce edindiğim iki kitabının daha bulunduğunu farkettim. nuh arpasuyu evden kaçıyor adlı kitabı, oliver jeffers'a ait olduğunu bugüne kadar farketmediğim kapağını beğendiğim için alıp cem'in kitaplığına koymuştum ancak cem 2 sene boyunca kitaba hiç ilgi göstermemişti. diğeri ise çizgili pijamalı çocuk, filmi de vardı sanırım. onu mahalle muhtarlığının kitaplığından takas usulü almıştım. cem onu da henüz okumamıştı. bugüne dek hiç ilgi görmeyen bu iki kitap şimdi yakın zamanda okunacaklar sırasına girdikleri için mutluyum.

bu kitabı, cem'in tatil boyunca okudukları arasında en beğendiklerinden biri olduğu için tatil günlerinde okusunlar diye yaşıtlarına (9-10-11 yaş) önermek isteriz.

Normallik takıntısı olan bir anne baba ve uçabilen bir çocuk... 
O zaman John Boyne anlatsın nedir bu normal?
*
iyi kitap
*

*
stuck - oliver jeffers

Thursday, August 1, 2013

beyoğlu sineması'nda güzel filmler

sıcakta istanbul'da nasıl geçiyor günler? sinemalar serin. yaz sinemayla geçsin. 
ama lütfen çabuk geçip gitsin. yaz mevsimi kaldırılsın veya o olmaz, en iyisi ben kuzeye taşınayım. bak bu yıl fena gitmiyor mesela ama en serini bile fazla bana.

*
beyoğlu sineması siyad'ın seçtikleri ağustos programı.

cem babasıyla life of pi'ye gitmişti, çok beğenmişti. 8-9 yaşlardan itibaren çocuklarla birlikte gidilebilecek bir film olarak not düşelim.


izlediklerim arasından öneriler: moonrise kingdom, barbara, amour, we need to talk about kevin.

Monday, July 22, 2013

beyoğlu'nda sakin ve serin bir sabah :: spirou & le marsupilami sergisi

1938 yılında Robert Velter tarafından Belçika’da yaratılan Spirou karakteri, aralarında dahi olarak kabul edilen Jijé (nam-ı diğer Joseph Gilain) Franquin, Fournier, Tome & Janry, Yves Chaland, Yoann & Vehlmann, Emile Bravo gibi çizerlerin de yer aldığı birçok çizerin elinden geçti. 1952 yılında döneminin en yetenekli çizeri kabul edilen Belçikalı André Franquin, Spirou dizisi içinde Marsupilami karakterini yarattı. Karakterin çok çabuk benimsenmesi ile Franquin onu 1990 yılında o zamandan beri çizerliğini yapan Batem’in ellerine teslim etti. Spirou dizisi Türkiye’de Tudem Yayınları, Le Marsupilami ise 2013 yılından beri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanıyor. 3.Istanbulles Çizgi Roman Festivali çerçevesinde Spirou dizisini gerçekleştirmiş bütün çizerlerin 60 adet çizim ve paneli Fransız Kültür Merkezi’nde sergilenecek.
bugün fransız kültür'deki bu sergiye gittik. cem spirou ve marsupilami kitaplarını yakından takip ediyor. en son pazar günü yeni çıkan kara mars'ı aldırıp bir nefeste okudu. sergi haberini de heyecanla karşıladı, sabah evden çıkarken çok nadiren yaptığı bir şeyi yapıyordu, şarkı söylüyordu.


bu fotoyu çekmemi cem istedi


ben çektim diye söylemiyorum, son derece başarısız bir foto


güsel


sergi çıkışı inci'nin yeni yerine götürdüm cem'i. profiterolü kilo kaygısıyla yedim. tatlı yemiyorum, epeydir yemediğim için de artık canım hiç istemiyor. eskiden de pek düşkün değildim gerçi. o değil de, biliyorsunuz değil mi, sadece tatlıyı kesince epey kilo veriliyor. hem sağlıklı hem estetikli yani. yemeyin, yedirmeyin. yaptığımı yapma dediğimi yap. çocuklara derlerdi böyle, tam sopalık bir laf. neyse ayda yılda bir perhizi bozuyorsam gerçek bir sebebi olmalıydı ama onu bile çok istemedim valla. şimdi sırada güllaç var, haftaya.


mis sokak, 18


sonra şu seyyar çiçekçiye rastladık, fesleğen ile süs biberi aldık. iki saksıyı torbaya koyup caddeye çıktık.


böyle tatlı bir dükkan var mis sokak'ta. cem'in sıkılacağını bildiğimden girip gezemedim, aklımda.


hmm okuma listesine yazalım bunu.
yazarı şurdan hatırlıyoruz:

Thursday, July 18, 2013

Büyülü Krallık


microcosmos'un (çayırın sakinleri, 1996) yaratıcılarının bu harika filmini geçen sene festivalde cem ile birlikte izlemiştik. dün remzi kitabevi'nde dvdsini gördüm, yeni çıkmış olmalı. çocuklarla 3.-4. sınıftan itibaren birlikte izlenebilecek bir film. cem geçen sene 2. sınıftaydı, filmden çıkarken "nasıldı?" diye soranlara "sıkıcı" demişti. bu yıl izlemiş olsaydı eminim daha çok severdi.

yanınızda bir çocuk olsun olmasın izleyin bu filmi, internette de bulabilirsiniz.

*

Sunday, June 2, 2013

3-5 ağaç meselesi değil biliyorsun, değil mi?


bu zorbalığı bir yerlerden hatırlıyorum. zorbalar ve ceberrutluk karşı koymadığımız, direnmediğimiz müddetçe her yerde, hatta evimizin içinde bile olabilir. 

itaat etme, karşı koy. 

*

Monday, May 13, 2013

üç teker bisiklet



bugünlerde rüya'ya 3 tekerlekli bir bisiklet almayı istiyorum. bulma ihtimalim yok ama pinterest'te karşıma çıkan şu kırmızı bisikleti alabilmeyi isterdim doğrusu. aslında rüya'nın cem'den kalma son derece dandik, plastik bir üç tekeri vardı. bim'den 7 sene evvel 19 liraya almıştık ve ben onu diğer bebek eşyalarıyla birlikte kapladığı yere rağmen rüya için senelerce saklamıştım.

rüya 2 yaşına gelince bisikleti çıkardım ama cem ona birden mal bulmuş mağribi gibi saldırdı ve günlerce tepesinden inmedi, okuldan gelir gelmez ilk işi onunla evi turlamak oluyordu. bu sırada rüya da "o benim bisikletim" diye bağırarak onun peşinden koşuyordu tabii. neyse, cem yetmedi, eve gelen arkadaşları da bisikletten ilgilerini esirgemediler. sonuçta senelerce sakladığım bisiklet rüya'ya yar olamadan cem'in ellerinde parçalandı gitti.

şimdi rüya'ya güzel bir üç teker arıyorum ve ortalık plastiklerden geçilmediği için bulamıyorum. benim onun yaşlarındayken kırmızı bir üç tekerim vardı, yukardaki kadar şık değilse de bugünkü plastikler gibi de değildi.

bu arada anneanneye, hediye alacağı zaman plasmacar almasını söyledim. şimdi bir oyuncakçıda rüya'ya denetip hoşuna giderse alacağız. 110 kiloya kadar taşıdığı için cem hatta onur bile kıramaz bunu, hepimiz binebiliriz. plasmacar alan var mı aranızda, varsa tecrübelerinizi yazar mısınız? bisiklet öneriniz varsa, onu da yazarsanız sevinirim.

arşivden:

Sunday, February 17, 2013

bu çocuğun annesi yok mu?


"çocuklarınızın hayatını kolaylaştırarak onları engelli hale getirmeyin."

çocuklarının hayatını ellerinden gelen ne varsa ortaya koyarak kolaylaştıran çok fedakar, çok cefakar anne babalar var. bir de kendileri gibi davranmayan ana babaya, yan yan bakarak, cık cık yaparak, parklarda bu çocuğun annesi yok muuu diye bağırarak baskı uygulamasalar... yaptıkları hem kendilerine, hem çocuğa kötülük. bağımlı olmadan yaşamak istemiyorlar, çocukları kendilerine, kendileri çocuklarına bağımlı olsun, gül gibi geçinip gitsinler. aman ne güzel. yukardaki sözü görünce neredeyse 9 yıllık annelik hayatım boyunca bu tiplerden ne kadar bıktığımı farkettim. durmak yok, yola devam ama sizin gibi davranmak istemeyenlere bi gölge etmeyin, olur mu?

rüya lokantada oturduğumuz masanın altına girmiş, oynuyor. biz rahatsız değiliz, gürültü yapmıyor, kimseye bir zararı yok. olmaz, yan masadakiler rahatsız. hijyen sorunu var ortada, yerde oyun oynanır mı, yerler pis. çocuk bağırtılarak çıkarılacak, elleri ne idüğü belli olmayan ıslak mendillerle ovulacak, istedikleri bu, durmadan dönüp ayıplayarak bakmalar falan. yapmıyorum.

seyir halindeki trende dolaşıyor rüya. her sırada durup insanların yüzlerine bakıyor, soru sorana cevap verip devam ediyor, yanıma geliyor, o kadar. ah, düşecek, vah düşecek. düşmez. yumuşacık halı kaplı yere düşse ne olur zaten de, düşmez. kalkmanıza gerek yok, oturun. ben kalkmıyorum, siz neden zahmet ediyorsunuz? al canım ye, bak böyle yiyeceksin. istemiyor. vermeyin, tattırmayın onları, sonra hep isteyecek, onlardan vermiyorum ben. daha 2,5 yaşında bile olmayan çocuğa, kendi yedikleri paketli abur cuburu zorla yedirmeye çalışıyorlar ama aynı çocuğun trende yürümesini istemiyorlar. neden cips almadığımı cem'e anlatabilirim ama rüya tadına bakarsa şu anda onun yeme isteğini engellemem çok zor. yapmayın bu kötülüğü bize.

- peki niye vermemizi istemiyorsunuz?
- eeee, alerjisi var.

var sayılmaz aslında yani yanakları kızarıyor öyle şeyler verildiği zaman ama kızarmasaydı da yedirmezdim, yine de bundan sonra hep alerjiyi öne süreceğim çünkü o zaman kimse tartışmıyor. aslında bunda bir kötülük yok biliyorum, küçük çocukları böyle sevmeye alışmaktan oluyor bunlar; sevmeyi, onu düşmekten koruyup, midesini neyle olursa olsun doldurmak sanmaktan. rüya gofreti, krakeri istediği halde almadığımda ya da düştüğü zaman kaldırmadığımda beni gaddar bulanlar çok oluyor. çocuklarım düştükleri zaman kimse hiiii demediği ve koşturmadığı, hep kendileri kalkmaya alıştıkları için en ufak düşüşte kurulmuş gibi ulumaya başlayan çocuklardan olmadıkları için de çok memnunum. düştükleri zaman kalkıyorlar, bu kadar basit. yürümeye ilk başladıklarında bile peşlerinden hiç koşmadım.  yardım etmediğiniz zaman başta 3-4 düşüp çabucak dengeyi buluyorlar ama bastonluk yapmaya başladıysanız size kolay gelsin. düşmesinler ya da terlemesinler diye koşmayın da demem hiç. arabaların vızır vızır geçtiği bir caddeye doğru şuursuzca koşmadığı müddetçe çocuğa koşma da denmez. koşma, koşma gibi laflarla büyümeyen çocuklar pek öyle şeyler yapmıyorlar zaten, yolun kenarına gelince durup ellerini uzatıyorlar. koş, koş lola koş.

önceden de söylemişimdir, iki konuda katıyım:
1) paketli abur cubur (gofret, kraker, cips, kutu süt, meyve suyu vs) almam. ama bir fincan kahve içebilmek için rüya'nın kahvecinin kasasının orda duran küçük lolipopu uzanıp almasına göz yumdum birkaç defa. arkadaş evinde ikram edilirse cem abartmadan yer, karışmam.
2) çizgi film saatleri ve ne izleneceği bellidir. dvdleri alırken beraber seçeriz, çizgi film bizim evde tvden izlenmez, arkadaş evinde tvden izleniyorsa karışmam, izlerler.

bunlar evrensel doğrular değil. bizim tercihlerimiz. bir şey var dikkatimi çeken: ben kimseyi çocuğuna neden benim hiç yedirmediğim bu şeyleri yediriyorsun, niye çocuk ömrünü bu lüzumsuz şeyleri izleyerek geçiriyor gibi sorularla rahatsız etmiyorum, mümkünse annelerle konuşurken hiç bu konulara girmemeye çalışıyorum ama o yediriyor ve izletiyor ya, benim de yapmam lazım. düşman kesiliyor aniden. ne olur ki izlese? izlemeyecek. dandik dizileri izlemeyecek, aradaki reklamlarla vakit öldürmeyecek. istemiyorum, olamaz mı? kendisi de istemiyor zaten, dizi seyredeyim gibi bir taleple hiç gelmedi bugüne kadar cem. bildiğim kadarıyla arkadaşları da izlemiyorlar ama izleselerdi de benim için farketmezdi. arkadaşları yiyor, arkadaşları izliyor, arkadaşları giyiyor aman kendini kötü hissetmesin gibi sebeplerle normal şartlar altında yapmayı düşünmeyeceğim şeyleri hayatımıza dahil edecek değilim. ve ister inanın ister inanmayın bu yüzden herhangi bir sorun yaşanmıyor. sormayın nedenini yani beni yapmaya ikna etmek için sormayın. siz kendinizi iyi hissedin diye herkesin aynı şeyleri yapması gerekmiyor.

Sunday, December 23, 2012

küçük çocuklar için güzel kitaplar

bu hafta itibarıyla farkettim ki rüya artık resimli, aşağıdaki türden kitapları baştan sona dinleyip takip edebiliyor. kendisi 2 yaş 3 aylık, bugüne kadar genellikle yere oturur kitapların resimlerine bakar, evde diğer çocuk kitaplarına göre daha az sayıda bulunan kalın sayfalı kitapları karıştırırdı.

cem'e de okumaya bu yaşlarda başlamış olmalıyım. henüz hikayeyi dinleyecek sabrı olmayan, hikayeyi takip edemeyen çocuğa kitap okumaya çalışmak onu sıkmaktan başka işe yaramaz. bırakın kitabı kendisi karıştırsın ya da en fazla resimlere beraber bakın. soru-cevap yapacaksanız, soruları o sorsun, siz fazla soru sormamaya çalışın.

rüya'ya kitap okuyabileceğim ortaya çıkınca, cem'in tepedeki dolaba kaldırdığım eski kitaplarını aşağı indirdim. cem'in kitaplığı şimdi okuduğu kitaplarla dolu olduğu için rüya için indirdiğim eski kitaplar ortada kaldı. rüya'nın odasında kitap kapaklarını sergilemek için kullandığımız bir kitaplığı var ama bu kitaplık epey yer kaplamasına rağmen sergileyebildiği kitap sayısı sınırlı. indirdiğim kitaplar ortada kalınca ben de şimdilik hepsini üstüste dizip odadaki şifoniyerin üzerine koydum. zamanla aralarından rüya'nın sevdiklerini de anlatırım.

bugün bahsedeceğim üç kitap da tesadüf eseri kırçiçeği yayınları'ndan. söz konusu yayınevinin kitaplarını beğeniyorum, yıllar evvel cem'e aldığımız elmer ile tanışmıştık kendileriyle.



günlük kitapçı turlarımızdan birinde gözüme çarpan, çocuklar kitaplara bakarken ayak üstü okuyup almadığım bir kitap. resimleri de, hikaye de, çeviri de güzel. rüya'ya hediye almak isteyenlere duyurulur.


bu kitabın baykuş çizimlerine bayıldım, özellikle de gözlerine. üç baykuş kardeşin isimleri can, sedef ve bulut. rüya'nın adını sedef koysak mı diye çok düşünmüştük, cem için de can ve bulut aklımızdan geçen isimlerdi. bunu da aynı gün kitapçıda okudum ve almadım. 


bu, üç kitap arasında en sevdiğim. çıktığı günlerde almıştım. kendini herkesten farklı hissetmiş olanlara ithaf edilmiş. harika çizimleri bir tarafa, bu yönüyle bile herkese hitap edebilecek bir kitap. herkes bazen kendini herkesten farklı hisseder ama kimileri, oliver ve benim gibi yalnızlığı, tek başına vakit geçirmeyi diğerlerinden daha çok sever. bu kitabı keşke çocukken okumuş olsaydım belki o zamanlar kendimi o kadar kötü ve weirdo hissetmezdim. 

oliver, kitapları, oyuncakları ve piyanosuyla kendi dünyasında mutlu bir çocuk. kalabalığı, doğumgünlerini, toplu halde oynanan oyunları ve şamatayı sevmiyor. bir gün kendi kendine tenis oynarken topu uzaklara yuvarlanıyor ve hayatı değişiyor. oliver, olivia ile tanışıyor. olivia da oliver gibi, ikisi arkadaş oluyorlar.

*
blogdan kitaplarla ilgili birkaç post:

Thursday, December 13, 2012

yasemin bu tadı seviyor


cem ve rüya da seviyor! bu çikolatayı keşfim, bayram nedeniyle cem ile ziyarete gelecek olan arkadaşına "organikmiş, çocuklara alayım bari" diye almam sayesinde oldu. soya lesitini vs. derken çikolatadan bile uzaklaşmıştık. neyse güya bayram diye çocuklara bi hoşluk yapayım dedim ama çikolatayı o gün çocuklara vermeyi unutunca bana gün doğdu, bir gece film izlerken yedim ve bayıldım.

arkadaşlar, bugün size bahsettiğim çikolata bu işte. ismi de güzelmiş, green dream. bulutlu logo falan, kutusu da hoşuma gidiyor doğrusu. ne demişler bakın: chocolates from heaven. ben blueberryliyi alıyorum, bitteri de denedim güzel, bir de cevizlisi var. çikolatada fındık, ceviz, fıstık istemediğim için, onun tadını bilmiyorum ama deneyeceğim. fiyatı satıldığı yere bağlı olarak 7-9 lira arasında değişiyor, miktarına göre pahalı sayılabilir. ben haftada bir paket yiyorum valla, evdekilere de mümkün olduğunca çaktırmamaya çalışıyorum ama dün rüya sakladığım iki parçayı bulunca yedi tabii.

Monday, December 10, 2012

çocuklarıma


çocuklarıma söyleyecek tek lafım olsaydı, işte bunu derdim, başka da bi şey demezdim.

görsel burdan 

*

ne güzel bloglar var ya, takip ettiklerimin linklerini sol tarafta görebilirsiniz. bazı linkler zaman zaman değişiyor, kimileri sabit. siz de bana sevdiğiniz blogların linklerini yazsanıza.

*
konuyla ilgili  başka bir post:

Wednesday, October 31, 2012

kuuzu ve lunapark ailesi

dün akşam onur'un işten geç geleceğini, çocukların da umduğumdan daha geç yatacağını anlayınca ortalık sakinleşene kadar bir şeyler okuyayım dedim çünkü biraz daha beklersem geriye hiç enerjim kalmayabilirdi. sık sık sorulacak sorular ve gelip gidip gösterilecek şeylere hazırdım ama ne okuyacağım henüz belli değildi.


cem'in kitaplığına gidip baktım, kuuzu ve lunapark ailesi'ni seçtim. bu kitabı cem'in ilgilenmeyeceğini bilerek almıştım. kitap önce kapağıyla sonra aile anılarının anlatıldığı bir kitap olmasıyla ve her bölümün başına iliştirilmiş siyah beyaz fotolarla ilgimi çekmişti. alırken sonra belki rüya'yla da okuruz diye aklımdan geçmişti ama cem'in okumak istemeyeceği belliydi. (onun ne tür kitapları sevdiğini anlatacağım bir gün inşallah.)

kuuzu ve lunapark ailesi, komik bir dedesi ve biri kendinden büyük, diğeri küçük iki kız kardeşi olan bir kız çocuğunun (kitapta herkes ona kuuzu diyor) çocukluk anılarını anlattığı küçük, sıcak ve tatlı bir kitaptı. anıların başrolünde komik dede vardı. ben kitabı okurken, cem masada ödevini yaptı, rüya yere oturup dergileri karıştırdı. tabii bu arada çok sayıda soruya cevap vermek ve dergiden gösterilen resimlere bakmak için başımı kitaptan kaldırmak zorunda kaldım ama olsun, sonuçta kitabı bir oturuşta okudum. yalnız her kitabın bir sonu olduğu gibi dedenin ömrünün de sona erdiği son bölümde ağlamaya başladığımı gören çocuklar neye uğradıklarını şaşırdılar. kitap bitince, irem uşar'ın yetişkinler için iletişim'den çıkan bir romanı olduğu aklıma geldi: ayrıkotu. kitap hemen yanımdaki rafta duruyordu, aldım ve çocuklar uyuduktan sonra okumaya başladım.

sonu hüzünlü olsa da okul çağına gelen ya da yaklaşan çocuklarınızla gülerek okuyacağınız bir kitap bence bu. sanki kız çocukları daha çok sevecekler gibi bir his var içimde, onu da söylemeden geçmeyim.

*

yazar ve kitapları ile ilgili birkaç link:


* yazarın çocuklar için bir de bu kitabı var.


Saturday, September 8, 2012

mutluluğa boya beni


bu filme geçtiğimiz nisan ayında film festivalinde cem ile birlikte gitmiştik ama film cem'in unutamadığı ve çok sevdiği filmlerden biri olmadı. bana sorarsanız vizyona girenlerin çoğundan daha fazla görülmeye değer bir film. belki de büyüklere daha çok hitap ediyordur ama yine de size 8 yaşından büyük çocuklarınızla birlikte gitmenizi öneririm. haftasonu için güzel bir seçim.

seanslar (ne yazık ki sadece istanbul'da)