Showing posts with label mutfak hikayeleri. Show all posts
Showing posts with label mutfak hikayeleri. Show all posts

Monday, August 4, 2014

Kek


Çocuklar mutfakta kek yapıyorlardı, daha doğrusu Cem yapıyordu, Rüya tabureye çıkmış onu takip ediyor arada ufak tefek katkıda bulunuyordu. Bir ara Cem'in fazla titizlendiğini gördüm, durmadan tarife bakıyordu, bir yandan da söyleniyordu. Hiç karışmadığım için ne yapacağından emin olamıyordu belki. Onu gergin görünce dayanamayıp laf attım:

- Ya alt tarafı bir kek yapıyorsun, ne olacak ki, dünyanın en önemli işi değil bu…

Cem yaptığı işten başını kaldırmadan:

Ben öyle algılıyorum… hem ben her şeyi öyle yaparım, o zaman yaptığım şey daha iyi olur.

Wednesday, June 18, 2014

Çocuklar Mutfakta

Eveeet, en sevdiğim (!) mevsim, tatiliyle birlikte geldi işte. Arkadaş trafikleri, sıcaktan bunalmalar, kardeş kavgaları, Rüya'nın tv ve Cem'in ipad süresi için verilmesi gereken mücadeleler, öğlen - akşam için ayrı hazırlanacak menüler bu inanılmaz uzun zaman diliminde beni zorlamaya devam edecek konular olacak. Diğer yandan biraz sakin kalmayı başardığımda, yaş ve cinsiyet farkı olan iki çocukla evde yaz tatili geçirmenin tatlı yanları da yok değil. En azından şimdi iki sene önceki yaza göre daha rahatım çünkü Rüya o günlere göre terrible twodan uzak, işbirliğine yatkın, uyumlu bir kız oldu.


Bugün evvelsi gün aldığım 1,5 kilo bezelyenin ayıklanması gerekiyordu ama tatil hazırlıkları sebebiyle buna vaktim yoktu. İki kardeşi mutfağa çağırdım, önlerine tüm bezelyeyi döktüm ve ikisi arada çıkan kurtlar yüzünden dehşete kapılarak da olsa bezelyeyi elbirliğiyle ayıklayıp bitirdiler. Cem arada mırın kırın edecek olduğunda ona şöyle sordum:

- Bu çok sıkıcı, hepsini yapmak zorunda mıyım, yapmasam olmaz mı dediğinde aslında ne demiş oluyorsun?

Cem:...

- Ben yapmak istemiyorum çünkü bu benim için çok sıkıcı, o zaman sen yap demiş oluyorsun. Peki sence benim için o kadar eğlenceli bir iş mi bu? Yani bunun yerine yapmayı daha çok isteyeceğim bir şey yok mudur benim de?

Cem: Vardır, kitap okumak

- Peki beni hiç gündüz kitap okurken görüyor musun?

Cem: Görmüyorum, sadece geceleri...

- Demek ki hayatta sadece en sevdiğimiz işlerle meşgul olma şansımız yok.

Cem: Evet doğru yok.

- Benim yoksa senin neden olsun? Yapabildiğin ve bana bu sayede bir saat kazandıracağın bir şeyi neden yapmayasın? Bu evin, hepimizin, dört kişinin ihtiyacı olan işlerin tümünün sadece bir kişiye yüklenmesi adil mi sence? Ben bu arada bavul hazırlayacağım için şu anda sizin yardımınıza ihtiyacım var. Sıkılarak da olsa yaptığın bu işlerden bir şeyler öğreneceksin zamanla. En önemlisi yavaş yavaş kendi kendine yetmeyi öğrenmeye başlayacaksın. Ayrıca sen sıkıldığını söylediğin için Rüya da zevkle yaptığı işin sıkıcı olduğunu söyleyerek masadan kalktı.

Cem: Rüyaaa, gel bak çok zevkli...

- En iyisi en baştan hiç böyle şeyler söylememek, onun kendini vererek bir işle meşgul olması çok güzeldi ama senin sözlerin onun için çok önemli, hemen etkileniyor. Onun üzerinde ne kadar etkili olduğunun farkına var.

*

Kısa günün karı:

1,5 kilo bezelye çocuklar tarafından ayıklandı, kabukları çöpe gönderildi ve daha sonra pişirilmek üzere benim tarafımdan buzluğa atıldı.

İki kardeş birlikte bir işe başladı ve onu ortaklaşa bitirdi.

Cem, vakti olduğu zamanlarda, özellikle tatillerde, evdeki işlerde şikayet etmeden sorumluluk üstlenmesi gerektiğini anladı ve kabul etti.

Bu konuda kardeşine örnek olduğunu, sıkıcı bir iş olduğu için yapmak istemediğini söylemesinin ardından Rüya'nın masayı terketmesinden ve sonra onun ayıklamaya devam ettiğini görünce dönüp iş bitene kadar bir daha masadan kalkmamasından anladı.

Cem bir süredir odasını kendisi topluyordu ve sanırım bunun evdeki tek işi olacağını sanıyordu. Şimdi sorumluluk alanının sandığından daha büyük olduğunu ve odasının dışına taşabildiğini gördü.

Monday, November 25, 2013

aşure



foto buradan

hayatımda hiç aşure yapmadım. yakın gelecekte yapacağımı da sanmıyorum. günlük yemekler, rutin ev işleri ve çocuklarla ilgili işlerin (istanbul trafiğindeki şoförlük mesaisi dahil) ardından birkaç sayfa okumak, bir film izlemek veya boş boş oturmak için kendime vakit ayırabilmek şu an benim için aşure yapmaktan daha önemli. ama bakarsınız önümüzdeki sene aşure yapmayı çok isterim ve kolları sıvarım bu iş için. kızı olan annelerin mutlaka aşure pişirmesi gerekir derler, benim de üç yıldır kızım var ama hala bir aşurem olmadı. istemesem çok önemli değil de, istiyorum ben de bir gün aşure yapmayı.

iki sene önce bu on daireli apartmana taşındık. eskiden anadolu yakasında 22 daireli bir apartmanın en üst katında oturuyorduk. karşı komşumuz yalnız yaşayan çok yaşlı bir kadındı, aşure yapamazdı. güzel yemekler pişirebildiğim günlerde ona da bir tabak yemek götürürdüm. eski apartmanda yaşarken bize komşulardan bir tabak olsun aşure gelmeden geçen çok aşure zamanı olmuştur. orada yaşadığımız dokuz sene boyunca iki veya üç defa aşure gelmiştir o kadar ve bunu söylemek pek hoş olmayacak ama gelenlerden sadece bir tanesi benim iyi aşure kriterlerimi karşılamıştı, o da birinci kattaki komşunun getirdiği aşureydi.


yeni taşındığımız apartmanda ise aşure zamanında dairelerin çoğundan aşure geliyor ve aşurelerin hepsi birbirinden lezzetli. bu arada burada folyo tabakta aşure servisi ile tanıştım. tümü değilse de kimi komşular folyo tabak ile getiriyorlar veya yolluyorlar aşureyi. ben her ne kadar porselen tabağı tercih etsem de folyoyu gördüğüm zaman daha çok seviniyorum. bilin bakalım neden? evet, çünkü o porselen tabakları içi boş iade etmek istemiyorum ama içlerine ne koyabileceğimi de bilemiyorum. bir süredir düşünüyorum ve aklıma muhallebiden başka bir şey gelmiyor. epey sakil kaçacağını bilmeme rağmen şu an yanımda duran tabaktakini de bitirdikten sonra muhallebiyi yapıp tabakları iade etmeyi planlıyorum. bizim çocuklar da sevinir hem, apartmanda başka çocuk yok zaten. daha iyi bir fikriniz varsa lütfen yazın bana.


aşure kriterleri demişken aşureyi nasıl sevdiğimi anlatmak isterim.

1) aşurenin şekeri ayarında olmalı, aşure her ne kadar bir tatlı olsa da şekeri baskın olan aşureyi sevmiyorum, bitiremiyorum. az tatlı olduğu zaman ise (tadı neredeyse nötre yakın olsa hele...) tadına doyamıyorum.

2) aşure sulu olmamalı. tabaktan dökülme riski olan aşure bence iyi aşure olamaz, katı olmalı.

3) aşurenin içinde kuru meyve olarak kabul edebildiğim tek şey kuru üzüm. o da üzerine süs olarak değil içine pişirilirken katılmış olacak.  kuş üzümü de kötü olmuyor çünkü ekşi ve minik.

4) kuru incir ve kuru kayısı tatlının içindeki şekeri arttırıyor, küçücük tabağın içindeki diğer malzemelerin yanında büyük kalıyor vs. sevmiyorum ve onları yemeden bırakıyorum.

5) aşurede kuru yemiş miktarı az olmalı, üzerine ceviz konacaksa iyice ezilmiş olmasını tercih ederim, kıtır kıtır yemeyi sevmiyorum. komşulardan biri kırık ve soyulmuş tuzsuz çam fıstığı koymuştu üzerine, kırmızı nar taneleriyle birlikte. hem görüntü hem de tat olarak çok hoş olmuştu. ilk defa rastladım ama yapacak olursam aynı şekilde süslemek üzere aklıma not ettim.

6) aşurelerden birinin üzerinde çok minik fındıklar vardı. tadı fındık ama kendisi bildiğimiz fındığın beşte biri falan büyüklükte. aşureler için özel üretim mi acaba, değildir tabii de hoş bir detaydı. ben iki üç taneden fazla koymazdım çünkü çok kıtır kıtır bir tatlı olmasını istemiyorum aşuremin.

7) aşureye tarçın yakışıyor. genellikle herkes de koyar ama komşulardan biri azıcık hindistancevizi de serpmişti tarçına ek, ben sevdim, kendi tabağıma serperim bundan sonra.

8) gelen aşurelerden birine azıcık gülsuyu katılmıştı, kötü olmamıştı ama ben koymam.

9) aşurenin rengi beyaza yakın açıklıkta olmalı. sanırım bu renk için süt katılıyormuş karışıma.

10) aşureye çok yakıştığını düşündüğüm ve bir gün yaparsam mutlaka koyacağım şey portakal kabuğu rendesi.

bunlar benim lezzetli bir tabak aşureden beklediklerim. umarım bir gün ben de bu maddeleri karşılayan, en azından karşılamaya yaklaşan aşureyi yapabilirim ve kıvamı yerinde, lezzetli bir aşure pişirmenin uzaktan göründüğü kadar zor olmadığını anlayabilirim.

*
 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi'nden:
...
Türk-Müslüman geleneğinde aşure, hicr-i kameri yılın ilk ayı muharremin 10. günü pişirilir. İstanbul mutfağı aşureyi, buğday, bakla, nohut ağırlıklı "aş" niteliğinde bir sofra spesiyalitesi düzeyine getirmiştir. İstanbul usulü aşurede, pirinç, buğday, iç bakla, fasulye, şeker vb ana malzeme oranlarının dengelenmesinin yanında incir, üzüm, kuşüzümü, kayısı, kestane, çamfıstığı, şamfıstığı, ceviz, fındık, nar tanesi vb kullanılarak damak zevki de gözetilir. Ayrıca misk, amber, gülsuyu ilave edilir ve tarçın serpilir. Saray ve konak usülü aşure ise "süzme" ve "sütlü" denen iki ayrı tarzda bir tür muhallebi kıvamında hazırlanır. Bu tür lüks aşureye badem şekeri, çikolata dahi katılır.
1.cilt, sf.372

Thursday, May 17, 2012

olmasını istediğim şeyler

* düdüklü kullanmaya başlayabilmek (çocukken ananemin evinde patlayan düdüklü nedeniyle düdüklü fobim var, bu yüzden hayatım boyunca hiç düdüklü kullanmadım.)

* eskiden olduğu gibi evde düzenli yoğurt mayalamak. kuzenimin hediyesi tefal yoğurtçumun nasıl çalışacağına bakmaya üşendiğim için alet 2 aydır bir köşede bekliyor.

* rüya'nın gece uyanmalarına 19. ay biterken artık son verdiğini görmek ve gece emzirmelerini kesmek (gereksiz insan: aaaa sen hala geceleri emziriyor musun? yasemin: evet, ne var bunda? gece faslını bırakmak istiyoruz dedik ya. ben hiç bu tiplere sen niye erkenden kesiverdin bebeği memeden ya da niye hiç emzirmedin diye sormadım. gereksiz sorular)

* çocukların bütün yemeklerimi mırın kırın etmeden doyana kadar yemeleri. şu hayatta beni beğenilen ve severek yenilen yemeklerim kadar mutlu eden bir şey olmadığını farkettim. evet, bugünlerde en çok buna seviniyorum. çocukların o öğünde pişirdiğim yemeği severek yemeleri ve karınlarını doyurmaları paha biçilemez; geri kalan her şey için mastırkart. (yalnız yemek köfte, makarna, mantı vs. olmayacak, onları dedem de sever; sevilen yemekler kabak kalye, yeşil fasulye, enginar gibi şeyler olsun)

* çorba ve yemek repertuarımı genişletmek. denenecek yeni tarifler için biraz tarif okumaya zaman ayırmak.

* evde bir filmi izlemeye başladığımızda onu bir gecede izleyip bitirebilmek. filmler bazen diziye dönüyor uyuklamalar nedeniyle. tamam, filmi iki gecede izlemeye de razıyım.

kimbilir düşündükçe daha nelere çıkar da, bu gece itibarıyla aklıma ilk bunlar geldi. listeye baktığımda yemek konusuna takılmış olduğumu gördüm. bunu da sağlıklı beslenme, daha doğrusu besleme konusunda yaşadığım eziyete bağlıyorum. bundan ayrıca söz ederim herhalde bir gün.

Saturday, July 9, 2011

bisikletle 4000 km


...
O sırada çok da iyi bir yerdeydim, çok da iyi projeler yapıyordum ama hiç saygı duyamıyordum. Bırakmaya karar verdim. Ve böyle bir altı ay sonra bir yolculuğa çıkma fikri oluştu. İnsanların hayatlarında dönüm noktası olur. Hayatınız gidiyordur ama bir şey olur neredeyse beş on senesi tahmin edilecek şekilde giden o hayat bir anda  başka bir yöne gider. Kaderinizin döndüğü bir an vardır. Benim de öyle oldu. 7 sene okulunu okuduğum, böyle yetiştirildiğim, böyle şeyler yapacağımı düşündüğüm bir şeyden bir anda, onu eleştirerek, onu sorgulayarak bir anda bırakmaya karar verdim. Bu çok sevdiğiniz, güvendiğiniz, annenizi babanızı “ha ben onun üvey evladıymışım” gibi bir anda farketmeniz gibi... Öyle bir şok gibiydi.
...
tamamı için tık
*
at sepete

Tuesday, March 2, 2010

dünyanın en zor işi

yasemin: hadi yesene
yasemin: yemek bitince oyuna oyun demiycez. kızma birader masada bak.
yasemin: heeey nereye gittin, yemiyosun yine
y: ohoooo hep döküldü, bak yerlere falan
...
y: e ama sürekli döküyosun. allah aşkına bi dökmeden ye, dünyanın en zor işi değil bu!
cem: dünyanın en zor işi seninle yaşamak!


aksam yemegi sirasinda aramızda geçen konuşma. 
düşünüyorum da, şu yemek meselesinde ek gıdaya geçtiğimiz günden beri (yani 5 yıldır) sürekli yanlış işler yapıp duruyorum. öğrenemedim gitti,
yemek sırasında çocuğa karışmayı bırak, dünyanın en zor işi değil bu!

foto: 25/4/2009, çiya

Thursday, November 12, 2009

ev yapımı yoğurt


cem bebekken mayaladığım yoğurdu fırının yoğurt ayarında bekletirdim. o zamanlar yoğurdu her seferinde tutturamazdım. tutturamadığım bir gece "yarın yoğurt yerine bebeğime ne yedireceğim?" diye düşünmekten gözüme uyku girmemişti. emzir gitsin, ne olacak ki? 4 duvar arasında cem'le geçirdiğim yalnız günlerden kalma böyle takıntılı anılarım var ama sayıları gerçekten çok az, velveleci tiplerden olmak istemediğim için takılmamaya çalışırdım zaten öyle olmak için fazla tembel ve rahat bi tipim galiba. neyse, sonuçta tutmayan yoğurtlar uykumu kaçırdı mı kaçırmadı mı, ona bakmak lazım.

o zamanlar mutfakta yer kaplamasın diye henüz şu fotoda gördüğünüz nuh nebiden kalma yoğurt makinesini istemiştim melmeketten; '80'li yılların başında kıbrıs'tan gelmiş, yıllarca dolap bekçiliği yapmaktan başka bir işe yaramamış bir makineydi işte.

cem 2 yaşını bitirdikten sonra evde yoğurt mayalamayı bıraktım çünkü tutturma işini hala garantiye alamamıştım. sütümü gündönümü çiftliği'nden almaya başladıktan sonra yani yaklaşık 1 yıl önce yoğurdu yeniden evde mayalamaya karar verdim ve bu sefer makineyi istedim. mini fırının düşük ısıya sahip yoğurt ayarı vardı olmasına ya, bu makineyle yoğurt yapmaya başladıktan sonra hiç tutturamama derdim olmadı. o zamandan beri de evde hazır yoğurda yüz veren kalmadı. bazen bittiği ve yenisi yapılamadığı için küçüğünden bir kase alıveriyorum da, onur da cem de hemen "ne zaman yoğurt yapacaksın?" diye soruyorlar. gelen arkadaşlarıma ve komşuma da ikram ediyorum, yoğurdu makinenin minik cam kaplarından kaşıklayıp mideye indiriyorlar. evde yoğurt yapmayı, tutmasının, ilerleyen zamanlarda kıvamının tam istediğiniz gibi olmasının ve herkes tarafından beğenilmesinin sevinci için bile denemek lazım; uğraştığınıza (buna uğraşmak denebilirse) değiyor.

aşağıdaki tarifi, gündönümü'nden süt almaya başlayıp da ilk defa makinede yoğurt yapacak birkaç arkadaşıma göndermiştim zamanında.

makinede yoğurt yapımı:


"ben aysun hanim'dan aldigim sutu 1-2 tikirdatiyorum, oyle uzun boylu kaynatmaya gerek yok. kendisi de oyle soylemisti zaten. harika bir süt. miss.

* sutu 1-2 tıkırdayana kadar kaynatin.
* boş kapları 5 dakika önce prize takıp çalıştırdığınız yoğurtmakinesinin içine yerleştirin.

* kaynayan sutu yogurt kaplarına bosaltın.

* sut dolu kaplarin icine arada bir ısı kontrolu yapacaksiniz. ısının, süte değdiğiniz zaman hemen parmağınızı cekmeyeceginiz, bir süre dayanabileceginiz bir sıcaklığa ulaşması gerekiyor ama ılık da olmayacak. ılıktan cok sicak diyebilecegimiz, parmagin dayanabilecegi bir ısıda olmalı. bu ısı konusu cok onemli cunku yogurdunuzun kivami ısıyı iyi tutturmaniza bagli.

* sutu beklerken kenarda bir tabaga 1 litre icin yaklasik 2 tepeleme tatli kasigi (veya bir çorba kaşığı) yogurdu koyun. ilk mayalamada sececeginiz yogurt icin coban, kanlica ya da simdilerde marketlerde gormeye basladigim organik yogurttan secebilirsiniz, daha sonra kendi yogurdunuzu maya olarak kullanacaksiniz zaten. tabaga koydugunuz yogurdu, az sutle seyreltin, sutle homojen karisacak hale getirin. bu isler icin minik tahta kasik daha iyi olur, yoksa onemli degil.

* sut ideal ısıya ulastigi zaman her bir kaba bir tatli kasigi seyrelttiginiz yogurttan koyup yavasca karistirin. mayaladiginiz kabi ve makineyi artik hic kimildatmayacaksiniz.

* her bir kaba ayni islemi uyguladiktan sonra makinenizin kapagini kapatin. benim makinemin 12 derecesi var, ben isiyi ortalarda bir yere, 6 veya 7'ye ayarliyorum. gece yatmadan mayaladigim yogurt (12-1 civarı) sabah uyandigimda (8-9 gibi) hazir oluyor.

* sabah ilik kaplari biraz oda isisinda tutup sogumalarını bekledikten sonra kapaklarini kapatip buzdolabina koyun. yoğurdunuz 7-8 saat sonra yenmeye hazirdir."



tencerede yoğurt mayalama:

yoğurdu tencereyi sımsıkı sarıp sarmalayarak ısı kaybını engellemek suretiyle de tutturabilirsiniz. ancak süte mayayı kattıktan sonra sütünüzü uyutacağınız için tencereyi kımıldatmamanız gerekiyor, bu yüzden sarma işlemini sütü tencereye dökmeden önce yapın. tencereyi sarıp yoğurt için bekleteceğiniz köşeyi belirledikten sonra sütü boşaltın. 1 litreye 1 çorba kaşığı sütle seyreltilmiş yoğurdu sütünüze karıştırıp tahta kaşıkla yavaş yavaş karıştırın. tencerenin üstünü kapattıktan sonra mayalanmasını bekleyin. benim bekleme sürem 7-9 saat.

Thursday, February 26, 2009

ekmek makinesinde kek


ekmek makinesinde kek yapmayı denediniz mi, çok güzel oluyor. denemediyseniz makinenizin tarif kitapçığına bi göz atın. ben kitapçıktaki tarifleri uygulayıp sonuçları gördükçe aklıma gelen farklı formülleri ve kendi tariflerimi de denedim, sonuç her zaman başarılı oldu. makinede kek yapmaya başladıktan sonra hiç fırında kek pişirmedim -zaten kekler benim fırında nedense pek düzgün kabarmıyorlardı.- şimdi ekmek makinesinde pişen kekin ayrı bir lezzeti olduğunu düşünüyorum ve keklerimi tadan pek çok kişiden de bunu duyuyorum.

fotodakini (daha iyisini çekebilmiş olmayı isterdim), dr.oetker'in şokokek karşımıyla yaptım. tembel günlerde hazır kek karışımlarını kullanıyorum ve malzemeleri aynı ekmek yaparkenki gibi hiç çırpmadan makineye ekliyorum; hamarat günlerde kendi kekimi çırpıp sonra makineye aktarıyorum, iki türlü de ortaya güzel kekler çıkıyor. dünkü gibi ultra tembel günlerimde ise hiçbirini yapmamış olarak ağırlıyorum misafirlerimi, evde kek yapacak malzeme bile bulamıyorum çünkü. aras, sana limonlu kek sözüm var; unutmadım, ayaktayım! şimdilik sadece tarif var, çok yakında kendisi de olacak :)

makinede şokokek:

* 3 yumurta
* 1/3 kap zeytinyağı
* 1/3 kap süt
* 1 tatlı kaşığı tereyağ
* 1 paket şoko kek karışımı
* 2 avuç kuru yabanmersini
* ceviz içi
* çikolata parçaları

- yumurta, sıvıyağ ve sütü ekmek kalıbının içine koyun.
- hazır kek karışımını ilave edin.
- program seçiminden keki seçip makineyi çalıştırın.
- malzeme eklemek için bip sesini duyduktan hemen sonrasını değil yoğurma aşamasının sonlarını bekleyin yoksa cevizler (ya da hangi ek malzemeyi koyuyorsanız) unufak oluyorlar. ben kekin içinde parçalanmadan, bütün olarak kalmasını istediğim için malzemeleri geç atıyorum.
- çikolatayı, damla çikolata olarak değil de sevdiğiniz bir çikolatayı seçip ufak parçalara ayırdıktan sonra eklemenizi öneririm. ben acı (bitter, % 70) çikolata + portakallı çikolata koyuyorum. 

not: malzemeleriniz oda ısısında olursa kekiniz daha iyi kabarır.

Thursday, January 15, 2009

cem'den kapkek tarifi


12 ocak 2009, pazartesi
cem geçenlerde kapkek istemişti. bugün haftasonu etkisini gösteren soğukalgınlığını atlattığından emin olmak için yuvaya götürmedim. öğleden sonra kendi kapkekini kendisi yapmak üzere mutfaktaydı; un karışımı paketini makasla kesmekten fırını yakmaya her adımı kendisi yaptı. tarif ve altyazılar için fotoğraflar geçerken mausu yaklaştırın.

ek gıdalara geçtiğimiz zaman yemek konusunda müşkülpesent bir çocukla karşı karşıya olduğumu anlamıştım gerçi sadece anne sütüyle beslenirken bile prensipleri vardı cem'in: emerken kimse konuşmayacak, etrafta yürümeyecek, ben kımıldamıycam, mutlak sessizlik, cem süt içiyor, nefesler tutulacak yoksa ağlar, küser, emmeyi bırakır, birkaç saat boyunca da boykot, emzirmek mümkün değil, aç durur... şimdi kuralları yumuşadı belki ama yine yemeği tam istediği şekilde pişmiş olmalı; yemekte dereotu, maydonoz, hiçbi ota izin yok, biraz fazla pişmişse iptal edebilirsiniz o öğünü sonra baharat ayarı hep aynı olacak, tabağındaki soğuk olmayacak ama sıcak da olmayacak... ufacık bir ayrıntı yüzünden yemekten vazgeçebilir. yemeği gerçekten beğendiği bir gün "biliyorum bana bir yemeği beğendirmek zor ama bu güzel olmuş" dedi. durumun farkında ve geribildirimde kusur etmiyor neyse ki. madem bu kadar zor beğeniyor ve neyi beğeneceğini de iyi biliyor o zaman bu durumdan yararlanmanın bi yolunu bulmalı: cem'in ilerde mutfağı sevmesi, yemeğini istediği şekilde pişirmesi, farklı tarifler denemesi, kendi tariflerini yaratması, bize de tattırması için mutfağa alışması iyi olur, hem mutfak benim gibi tembel biri için bile eğlenceli bir yer. insanın her gün çok hevesli olmasa da, kendi yemeğini pişirmesi, yaratıcılığını harekete geçirmesi, evdekilerin karnını doyurması hatta sadece evi saran güzel kokular için bile mutfağa girmesi iyi bir şey. cem'i baştan sona kendi yapabileceği tarifler için sık sık mutfağa davet ediyorum; ben tarifi okuyorum, fotoyla ilgileniyorum, o malzemeleri hazırlayıp tarifi uyguluyor. kolay tarifler dedim. zor olursa cem kızıp bu işten temelli vazgeçebilir, bu işin aslında hiç de eğlenceli olmadığını sanabilir, devam etmesi için zorlanmaması daha doğrusu yılmaması gerekiyor; tarifler o ustalaştıkça zorlaşır. ne diyordum, son olarak pişenleri çizgi film izlerken yiyoruz, karşı komşumuz saadet teyze'ye, öğretmenine, misafirlere ikram ediyoruz.

Sunday, January 11, 2009

sardunya'yla yasemin'in kompostosu

foto: sardunya

cuma günü maillerimi okurken ekranın köşesinden sardunya'nın bana yasemin dediğini gördüm. msn, çet, skype olaylarından bi haber olduğum için (elif'len miyes kızmayın, öğrenirim bi ara ;) önce ne olduğunu anlayamadım. gtalk veya gchat denilen yazışma ortamıymış meğersem bu, birkaç şaşkın cümleden sonra biraz yazıştık sardunya'yla, ilerleyen dakikalarda çetten iki evde de beğenilen bir tarif doğdu. 

yasemin: bak bugün bi komposto yaptım uydurmasyon ama leziz, elif'e de yazdım
sardunya: aaa
yasemin: sana tarifini vereyim mi
sardunya: ver ver limonata içip duruyorum dünden beri zaten içim yanık
yasemin: ayy sana kopyalıycam derken sildim ne salağım
 
işte tarif:

- cem hasta, yemek yemiyor. komposto geldi aklima, hem sever, hem de hasta yemeğidir. pek nefis oldu: 

* çok çok az kahverengi şeker, tadına bakarak koy
* 3 elma, yarim ayva da koydum ben yoksa boşver
* bir avuçtan fazla kuru üzümü gat, gaynat gaynat (meyvelerin üstünü örtecek kadar su ile)
* ateşten almana yakın tarçını koy -kendin ayarla- 
* ve bi çimdikçik de zencefil. 

mmmh nefis canım.

sardunya: anaa güzelmiş. dur ben kalkıp yapayım. yemek de yapmam lazım, sadece kabak var:(
yasemin: oldu, hadi görüşürüz. sonucu yaz bana.
sardunya: yazarım, ayvayı bitirdim, o yok

iki gün sorna

sardunya: ben yaptim kompostuyu
ama soyle:

* elma doğra at
* tarcin kabuk at
* üzüm at
* zencefil at
* karanfil at

kaynat

* aklina gelsin biraz seker at
* allahtan az at
* çünkü sonra pekmez at
* bir cimcik de boya gıdası at
* kırmızı şerbet oldu
ilk defa bitti kompostu

Thursday, December 25, 2008

geçen sene bugün

1. gün: like a rolling stone (25/12/2008)

cem'in yuvası bugünden 5 ocak'a kadar tatil. havalar çok soğudu burda, yağışlıydı da, bugün çıkmadık, ilk günümüz evde geçti. madem evdeyiz, bir tatil günlüğü yapabiliriz diye düşündüm sonra dönüp baktığımda, günlük ayrıntıları hatırlamak iyi oluyor.

cem oynarken kap kek var mı (o ne ya?) diye sorunca kurabiye yapmaya karar verdik. kolay kurabiye vardı hani ondan yaptık fakat ya aldığı kadar un olayını abarttık ya da tepsiyi fırında 5 dakika fazla tuttuk, kurabiyeler biraz kaya gibi oldu. cem yerken azı dişlerini kullandı ama tadı her zamanki gibi güzeldi. şimdi yazarken kahveyle yiyorum, tıkır kıtır.



cem neşeliydi bugün. evde olmak hoşuna gidiyor. oynarken birden "televizyonu açsana ses olsun izlemiycem, çok sessiz oldu" dedi gülerek. ses olsun diye tv açtığımız olmamıştı hiç, "git bi müzik koy öyleyse" dedim. kendi cdleri arasından new orleans playground'u seçti, biraz dans ettik neşeli neşeli.

öğleden sonra yemekteyiz'i açtım, mükarrrrem hanım'ın neler yapacağına yan gözle bakarken korsancılık oynadık, o sırada televizyon tamircileri geldi, tv kapandı cem doğrularıyla yanlışlarıyla kediler kitabını getirdi. biraz okuduk, sorduk, cevapladık. tamircilerin açtığı sünger bob'u gören cem tv izlemek istedi. sabah 20 dakika izlemişti, 10-15 dakika daha izledi. bu işi de sınırlı tutmaya çalışmak ipte yürümek gibi, çok zor. bu arada hava kararmıştı, ben aradığım bi kullanma kılavuzunu bulamadığım için kızgındım, bir şeyi arayıp arayıp bulamamak, hoff... daha çorba yapacaktım, mutfağa girdim.

son zamanlarda iştahı iyice azalan cem'in akşam acaba ne yiyebileceğini düşünürken biraz daha sinirlendim kendi kendime. başka bir şey yemek istemezse bile iyi bir çorbayı reddetmeyebilir derken şöyle bir çorba çıktı ortaya:

sebzeli mercimek çorbası

* yarım su bardağı kırmızı mercimek
* yarım su bardağı kabuklu mercimek
* 1 litre (+ pişirirken eklediğim yaklaşık 2 bardak su)
* bir küçük soğan, yemeklik doğranmış
* bir ufak kırmızı biber
* bir ufak havuç
* bir avuç brokoli
* iki diş sarmısak
* tereyağ
* kuru nane, kırmızı toz biberi kırmızı pul biber, karabiber, tuz

* malzemeleri yıkayın, doğranacakları doğrayın.
* tencereye suyu koyup önce mercimeği kaynatmaya başlayın, mercimekler yumuşamaya başlarken haşlanma sürelerini düşünerek sebzeleri (sarmısaklar hariç) eklemeye başlayın. sebzeleri daha sonra atıyoruz, en kolay pişen brokolileri en son olacak şekilde. sebzelerle birlikte tuz ve dilediğiniz kadar karabiberi ekleyin.
* pişerken çorbanın çok koyu olacağını düşünürseniz biraz daha su ekleyin.
* sebzeler yumuşayınca ateşten alıp biraz bekledikten sonra çorbayı blenderdan geçirin.
* bir kaşık tereyağ eritip içine kuru nane, toz ve pul kırmızı biberi karıştırdıktan sonra karışımı çorbaya ekleyin.
* ben sarmısakları en son rendeleyip ekledim çorbaya, pişirmeden. siz isterseniz erittiğiniz tereyağına da katabilirsiniz.

gece onur'la my kid could paint that diye bir belgesel izledik. iyi bir film olduğunu düşünmüyorum ama kısaca bahsedicem. film herkesi şaşkınlığa düşüren ve bir anda ünlenip, tabloları binlerce dolara satılmaya başlayan 4 yaşındaki marla olmstead'in gerçekten bir dahi olup olmadığı sorusuna cevap ararken, soyut ya da modern sanatı da tartışmaya çalışıyordu sanırım. marla'nın babası pek hırslı göründü bize, tablolarını sergileyip pazarlayan galeri sahibi de pek tekin gelmedi, emlakçı havası vardı halinde, bir de soyut resme kenan kainatça bir yaklaşımı vardı; o da picasso'nun resimleri için "ne var, bunu ben de yaparım" dememiş miydi? e yapsana o zaman.


filmde sıkça fikir beyan eden new york times baş sanat eleştirmeni michael kimmelman filmin sonunda şöyle dedi:
fotağrafçı cartier-bresson, insanların fotoğraflarını çekmek korkunç bir şeydir derdi. bir şekilde sınırlarını ihlal etmek. hatta barbarcadır derdi. çünkü aslında onlardan bir şey çalıyorsunuzdur. çünkü onları bir şeye zorluyorsunuzudur. bu işlemin içsel adaletsizliğini sezmişti. tüm yazarlar, tüm hikaye anlatıcılar, bir şeylere kendi bakış açılarını empoze ederler. yani tüm sanatlar bazı açılardan yalandır. bir şey bir şeyin resmi gibi görünebilir ama o şey değildir. o şeyin temsilidir. senin belgeselin de bir seviyede, yalan olacak. bir şeylerin senin tarafından inşa edilmesi. nesneleri inşa etme biçimi. bu senin gerçeği nasıl yansıtacağına ve belirli bir hikayeyi nasıl anlatacağına karar vermenle ilgili.

Friday, February 15, 2008

ayşe'nin susuz leziz tavuğu

tavuğu haşlamak için tencereye koyduğumu gören ayşe sordu: susuz pişiriyorsun değil mi o tavuğu?
- yoo suda haşlıycam işte, sonra da tavuklu pilav. susuz nasıl pişiyor ki anlamadım, sen bi yapsana.

yemek işini o anda ayşe'ye havale ettim. ayşe 5 dakikada tavuğu hazırlayıp tencereyi ocağa koyarken, onu izledim. pişmesini beklerken de, kızım sen emin misin bunun susuz pişeceğine, yanmıyor mu öyle? diye sorup durdum.

yanmıyor. tavuk piştiğinde pilav ya da çorba için su bile kalıyor tencerenin dibinde. belki bir tavuğun bu şekilde de pişirilebileceğini bilmeyen bi ben vardım, belki de benim gibi bundan haberdar olmayanlarla dolu dünya. muhteşem oldu muhteşem. bilmeyenlerin mutlaka denemesi gerek. ayşe'den öğrendikten sonra yemeğe gelen arkadaşlarıma da yaptım, kim yediyse çok beğendi. kendi suyunda piştiği için besin değeri suda haşlanandan fazla ve yine aynı sebeple lezzeti de had safhada. çok da kolay zaten öyle olmasa ben yapmam. çok fazla uğraşmadan kezzetli bi şeyler yemek istiyorsanız ayşe tarifi yazdı:

> Yasecim selam,
>
> Sizde pisirdigim su leziz tavugun tarifini
> veriyorum:
>
> Bir bütün tavuk iyice yıkandıktan sonra, iç
> organlarının bulunduğu kısma (içine yani)
> çeyrek limon sıkılarak çelik bir tencereye
> yerleştirilir.
> Üzerine bir çay kaşığı dolusu kekik, bir çay kaşığı
> dolusu pul biber, yarım
> çay kaşığı dolusu kimyon, bir tutam karabiber
> serpilir.
> Sonra hiç su eklemeden, tencerenin kapağı kapatılıp
> 5 dakika civarında kapak
> ısınıncaya dek harlı ateşte bırakılıp sonra ocağın
> altı mum ateşi gibi iyice
> kısılarak en az 1 saat boyunca pişmeye bırakılır.
> Tavuğun cinsine ve
> büyüklüğüne göre bir saatten fazla da pişirilebilir.
> Kendi suyunda piştiği için de çok leziz olur :) Aynı
> tarifi parça but-göğüs
> vb. ile de yapabilir, suyuna da çorba ya da pilav
> pişirebilirsin. Afiyet
> olsun !

Friday, September 14, 2007

çorba

bu sabah cem 8.30'da uyandı her zamankinden çok farklı bir saatte değil. kalktığını duyunca ben de kalktım çünkü 3 defa öksürdüğünü duydum. oysa dün hiçbir şeyi yoktu. gece üşümüş olabileceğini düşündüm ya da belki yuvadan sonra bahçede bisiklete binerken. 

sabah uyanınca ilk iş tuvalete girer. çok tatlı geliyor bana bu durum, henüz alışmadım :) ve sonra da çıkardıklarını tekrar giymeden öylece dolaşır. bugün kalkmam gerekiyordu çünkü evin içi serindi ve biraz önce öksürmüştü.

önce ballı ıhlamur hazırladım. onur evdeydi o kahvaltıyı hazırlarken ben de çorba pişirmeye karar verdim. birkaç gündür bakıp durduğum çorba kitabının ilk tarifini (baharatlı mercimek çorbası) denemek istiyordum. madem sonbahar gelmiş ve hava bulutlu çorba yapalım.

kolay, çabuk ve çok lezzetli oldu. kahvaltıda içtim hemen. kitaptan ilk denediğim tarifti. diğer çorba tariflerini de inceledim, candan turhan'ın aralara serpiştirdiği notların çoğunu da okudum. ekmeklere henüz bakmadım çünkü evde yapmıyorum ama yapabilirim bir gün. neyse. pratik ve leziz çorbalar var bu kitapta. tam bana göre.

ben köriyi daha az, kırmızı biberi daha fazla koydum. evde vardı ama zerdeçalı bulamadım. yine de güzel oldu.

baharatlı mercimek çorbası

1 bardak kırmızı mercimek
tereyağ
1 yemeklik doğranmış soğan
çeyrek demet kıyılmış maydanoz
2 çay kaşığı köri
yarım çay kaşığı kırmızı biber
yarım çay kaşığı kimyon
yarım çay kaşığı zerdeçal
çeyrek çay kaşığı kişniş
1-2 kaşık salça
1.5 litre su
tuz
çiğ krema

çorba tenceresinde tereyağı ısıtın, soğanla maydanozu kavurun. mercimek, tuz ve suyu da ilave edin. 20 dk. kısık ateşte, kapak kapalı pişirin. blenderdan geçirin. çorbayı bir taşım daha kaynatıp ateşten alın. biraz demlendirip kaselere koyduktan sonra üzerine krema gezdirin. (6 kişilik)

http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=151433

Thursday, September 21, 2006

kolay kurabiye


evde pek kurabiye pişirmem. isterim evimden kurabiye kokuları taşsın, sıcacık kurabiyeleri çaylarımızın yanında yiyelim gibi şeyler ama ben tek başıma bu evle ve 2 yaşındaki bir oğlan çocuğuyla kurabiye olayına girecek takati bulamıyorum kendimde. yani daha çalışkan, tertipli ve azimli bir insan olsam bulabilirdim tabii ki ama kendi kendime bi şeyler yapmaya, okumaya vs. zamanım kalmazdı, o takdirde de sinirli bi tip olabilirdim hiç lüzum yokken. işbu sebeple kurabiye tipi yiyecekler arka sokaktaki ev mamulleri satan dükkandan temin ediliyor bizim evde. yemek yapabildiğime şükrediyorum ben ya ne kurabiyesi, kısacası.

geçen hafta kendimi hala tatilde sandığım dakikalarda uzanmış roll'un eski sayılarından birindeki jane birkin röportajını okuyordum. cem de o sırada yeni uyanmış kendi kitaplarını getirip götürüyor, arada adlarını bildiği çeşitli şeylerin resimlerini "bu ne?" diye sorarak bana teyit ettiriyordu. kısacası hayatımdan memnundum, uzandığım yerden kalkmam gerekmiyordu, ufak kopuşları saymazsak dergimi okuyabiliyordum, rahattım işte. hiçbi mutluluk sonsuza kadar sürmez hatta yarım saat bile sürmez, cem kitaplarından birinde kurabiye resmi gördü ve tutturdu kurabiye diye. tabii ki kazımadım başlarda. biraz isteyip susacağını düşünürken yarım saat gabiye, gabiye dedi. ne kuru üzüm ne de başka bir şey vazgeçiremedi onu gabiyeden. virüs nedeniyle internete giremediğim bir zamandı ve daha önce denediğim toplam kurabiye tarifi sayısı 1'di, onu da yapmak istemiyordum. kara kara düşünürken aklıma portakal ağacı'ndan zamanında defterime not ettiğim kolay kurabiye adlı tarif geldi. iyi ki kolay diye yazmışım deftere zamanında. yapımı hakkaten çok kolay ve tadı harika oldu. kime tattırdıysam çok beğendi. ayrıca ilk defa alabildiği kadar un ibaresini uygulayabildiğimi gördüm bu tarifle birlikte. alabildiği kadarın ne olduğunu kesin bilemem diye düşünürdüm, o da kolaymış. tembellere, aslında herkese tavsiye ederim. o kadar kolaydı ki bir haftada iki defa yaptım ben hatta ikincisinde hamurun içine kuru vişneler koydum ve kalıpla keserken her bir kurabiyenin içine bir vişne düşmesine özen gösterdim, daha da harika oldu böyle. kalıplarım, bu arada çok küçük oldukları için çok sayıda kurabiye çıkabildi hamurdan, benimki gibi az yiyen çocukları olanlar için ideal bir durum. yalnız onur bir oturuşta 7 tane yemiş, kavanozun yarısı gitmiş. neyse. gerçi cem bile gidip gelip istedi bu kurabiyeden. güzel, deneyin pişman olmayacaksınız.

not: ben tam buğday unu kullandım.

Thursday, February 16, 2006

köfte - pilav


bugün bi yaratıcılık vardı sanki üzerimde. cem'e öğle yemeği hazırlamak için mutfağa girdiğimde hissetmiştim bunu. son zamanlarda hep yaptığım gibi kitabımı alıp mutfağa geçtim. hazırlayacağım yemekleri seçtim:


1) sebzeli köfte

2) şehriyeli pilav


tarifleri okudum ve sebzeli köfteye tarifte verilenlere ek olarak baharatlarla, sarmısak ve maydanoz da koymaya karar verdim. bu yetmezmiş gibi şehriyeli pilava da havuç rendeleyecektim. ve sonuç gerçekten müthiş oldu. kendimden beklemeyeceğim mükemmellikte iki çeşit yemek yaptım. uyanınca cem'e büyük bir heyecanla yedirdim, beğendi hatta hayatında ilk defa bir oturuşta 2 köfte yedi. cem'e sebze yedirmek zor ya, kitaptaki tarifler sayesinde sebzeyi dolaylı yollardan yedirmeye başladım. anladık takığım bu yedirme meselesine. kaç defa "aş bunları yasemin" didiysem de başaramadım. neyse şu sebzeli köfteden bahsedecektim. köfteyi aşağıdaki malzemelerle hazırlayıp iyice yoğurdum ve ızgarada pişirdim; yumuşacık, enfes bi şey oldu.

* 500 gr. kıyma

* 2 küçük patates, rendelenmiş

* 1 büyük havuç, rendelenmiş

* 3-4 diş sarmısak, rendelenmiş

* ince kıyılmış maydanoz

* ekmek içi

* 1 yumurta

* karabiber, kırmızı toz biber, tuz, kimyon


pilav da havuçla pişirilince safranlı pilav gibi bir renk aldı; cem onu da sevdi. işte yemek alanında dünyanın en büyük buluşları; siz de deneyin, siz de beğenin.


zümrüt özkan anjuere'nin aynı isimle hazırladığı bir de web sitesi var: http://www.yiyorumbuyuyorum.com/