Showing posts with label abukluk. Show all posts
Showing posts with label abukluk. Show all posts

Wednesday, October 22, 2014

Haset İşleri

Twitter'da karşıma çıkınca "oh, demek böyle bir şey varmış, sadece benim başıma gelmiyormuş." diye rahatladım.

Benim yapmayi denemedigim seyleri yapan #kişidenUzakDururum 
Hele 1 de yaptigi ise yariyorsa uzerine gicik da olurum.. pic.twitter.com/zWhKviNeYj
— Özge Mergen (@drozgemergen) 31 Temmuz 2013

Yapmayı denemediği şeyleri yaptığım için, bunlar işe yaradığı için ya da ben yaptığımdan mutlu olduğum için sinir olan, bu yüzden utanmadan triplere giren, surat asan, bunu görmeye katlanamadığı için bir süre görüşmekten, konuşmaktan kaçınan tanıdık, arkadaş, akraba, yakın, aile üyelerine... sahibim. Şimdi size bu tiplerin isimlerini açıklıyorum! Şaka be şaka; korkmayın ifşa etmeyeceğim sizi.

Onlar zaten kendilerini biliyor.

Mutluluk ya da hayatından memnun olmak, ne derseniz deyin, dünyada en çok kıskanılan şeylerden biri gibi görünüyor. Oysa bu şans işi falan değil. Memnuniyet gökten zembille inmiyor. Hayatından memnun olabilmek, kendine içinde olabildiğince mutlu mesut yaşayabileceğin bir hayat yaratmaya çalışmak epey mesai, emek; kimi zaman kan, ter, gözyaşı dolu bir mücadele ve en önemlisi de cesaret gerektiriyor. Kenarda tırnaklarını kemirerek millete hasetle bakanların işi bu konuda biraz zor.

Bakın sabah sabah okuduğum bir twit neler yazdırıyor bana, birden açıldı kutunun kapağı. Bazen ben böyle günlük güneşlik olmayan şeyler yazınca ne oldu, bir şey mi oldu diye soruluyor. Sorulmadan söyleyim, yeni bir şey olmadı; böyle şeyler olup durdu hayatımda bugüne kadar. Sabah okuduğum o iki cümle bana bunlardan bıktığımı ama neyse ki yalnız olmadığımı iliklerime kadar hissettirdi, derken şunu bir kenara not alayım dedim ve bir baktım bunları yazıyorum.

Arkadaşlar, surat astığınız elemanın sizin kaprisinizi çekmek gibi bir zorunluluğu yok. Duygularınıza sahip olun, büyüyün artık bi yetişkin olun ya. Konu tamamen sizinle ilgili, bunu siz göremediğiniz için ben mecbur kalıyorum söylemeye. Kıskanabilirsiniz ama bu yüzden kimsenin canını sıkamazsınız. Yeter. Hadi dağılın bakalım. Bir daha olmasın.

Thursday, May 22, 2014

...

Ahlak, sorumluluğu üstlenmektir. Tek ahlak bu sorumluluk duygusudur. 14 yaşında çocuğun Gezi’de ne işi var diye soran yaratıklar, 14 yaşında çocukların okulda olmak yerine sanayi sitelerinde, inşaatlarda ne işi var diye sorunca ahlaklı olacağız. Değilse bütün ülke olarak o göçüğün altında kaldık.
...

tamamı burada

Tuesday, January 21, 2014

SBS :: Bir Türkiye Gerçeği


5 yıl önce, cem anaokulunda

x: cem'i hangi okula göndereceksiniz?
yasemin: 1. sınıfa kadar yuvaya devam. cem'in sınavlara girmesini istemiyorum. kendisi çok istiyorsa girer ama ben onu dershaneye, kursa, özel derse göndermeyeceğim. okulunu seçerken de sbs başarısına bakmayacağım bu durumda. hatta sbs'den bahsetmeyen bir okul arayacağım.
x: nasıl yani?
y: oks mi sbs mi ismi her ne olacaksa işte, o sınavlara hazırlanmayacak cem. girmek isterse mani olmam ama biz bu iş için para ve zaman harcamayız.
x: ama türkiye gerçeği diye bir şey var.
y: evet var ve ben o gerçeğe inanmıyorum zaten nasıl bir gerçekse, durmadan değişen bir sınav sistemi var. güvenmediğim, faydasına inanmadığım hatta zararlı olduğunu gördüğüm sistemin parçası olmak için de uğraşmıyorum. basit aslında.
x: cem sonra seni suçlamasın...
y: suçlayacak bir şey yok. dershaneye, özel derse para dökmedim, ezberden başka bir şey olmayan
testlerden uzak kalsın istedim diye mi suçlayacak? ben ona her şeyi, sistemi, beğendiğim iki okul olmasına rağmen neden dışında durmayı seçtiğimi açıkça anlatıyorum, çok istiyorsa sınava girebileceğini, önünde düşünmek için yeterince vakti olduğunu da söylüyorum. evde çalışmasına da karışmam ama ben bu iş için uğraşmam. 12 yaşımdan beri böyle düşünüyorum. o zamandan bu yana da fikrimi değiştirecek bir gelişmeye şahit olmadım.
x: çağ rekabet çağı, onu rekabetten uzak büyütmekle iyi mi yaptığını düşünüyorsun?
y: rekabetse aradığın, o her yerde bulunur. bu uyduruk sistemin işleyişine hizmet etmekle kendime, çocuğuma, hayatıma kötülük yapmış olurum. ben kurslara gittim, ezberledim, sınava girdim. 3 yılım kurs, dershane, okul, özel derslerle geçti. ne öğrendim? aynı komediyi çocuklarımla birlikte yaşamak istemeyecek kadar uzağım artık bu işten.
x: güzel okullar var, köklü okullar var...
y: yok demiyorum. biz dışındayız bu yarışın, o kadar.
x: sonuçta üniversite sınavı var. ona da mı girmeyecek?
y: sbs'ye girmeyince üniversiteye de mi girilemiyor?

*

Kararlarımı çeşitli korkuların etkisiyle veya çoğunluğun seçimlerine bakarak vermiyorum. Bu noktaya varmamı neler etkilemiştir diye düşündüğümde aklıma gelenler: kendi okul hayatım, yaşadığım ülkenin eğitim sistemine dair takip ettiklerim, eğitim ve öğrenme üzerine okuduklarım, insan kaynaklarında çalıştığım yıllar, katıldığım mülakatlar, girip çıktığım sınavlar, üniversite hayatım...

Bugün SBS'de gayrimüslim öğrencilerin eksik hesaplanan puanları ile ilgili haberi okudum. Gün geçmiyor ki elle tutulacak yanı kalmamış olan bu sınavın işlevsizliği ile ilgili yeni bir haber çıkmasın. Daha yeni okumadık mı SBS sonuçları iptal ediliyor haberini?

Bu konuda benimkine yakın düşüncelere sahip olanlar da var elbet ancak bugüne kadar konu açıldığında genellikle benzer diyaloglar geçti. Sistemin saçma ve güvenilmez olduğunu, sınava hazırlanan çocukların harcadığı vakte ve emeğe değmediğini düşünen çok ama "bu ülkenin gerçeği bu, yapacak bir şey yok." diye düşünen de çok. Aslında SBS konuşmaktan kaçındığım bir konu haline gelmişti çünkü hangimiz haklıyız, hangimiz haksız diye tartışarak ya da dediklerimizi karşılıklı çürütmeye çalışarak varabileceğimiz bir yer yok. Birbirimizi ikna etmek zorunda değiliz. Ben neyi neden seçmediğimi biliyorum, bu da bana yetiyor.


Sonuçta karar bizim
a) isteyen girsin 
b) çalışan çalışsın
c) ezberleyen ezberlesin
d) yarışan yarışsın
e) hiçbiri. 

abcde.
Yine de üstüste birkaç sene boyunca bu sınavın stresini yaşayan çocuklar için üzüntü duyuyorum.

*

Türkiye Gerçeği 

SBS'de gayrimüslim öğrencilerin puanları eksik hesaplandı

* SBS'de sistem değişti ama öğrencilerin haberi yok

* İşte yeni SBS, SBS'nin yerine 12 sınavlı yeni sistem detayları 

* Yeni SBS'de başlamadan 3 değişiklik

SBS kaldırıldı. Yerine TEOG diye bir sistem getirildi. Yeni sistemde de başlamadan 3 önemli değişikliğe gidiliyor.

SBS kalkıyor, dershaneler kapanıyor.

SBS sonuçları iptal edildi

Radikal.com.tr - Danıştay, Milli Eğitim Bakanlığı'nın SBS'de Almanca ve İngilizce testlerinin cevap anahtarlarını karıştırması üzerine 718 öğrencinin puanını yanlış hesaplaması üzerine sınav sonuçlarını iptal kararı verdi. Gazetevatan'dan Kıvanç El'in haberine göre, 1.2 milyon adayın puanı yeniden hesaplanacak. Liselere yerleştirmelerin de yeniden yapılması gündemde.
.
.
.
karikatür buradan

Tuesday, November 12, 2013

sanat romanı diye bir şey yok!

büyük kitapçı zincirinin geniş metrekareye yayılmış dev mağazalarından birindeyim. fonda her zaman olduğu gibi kitaplara bakarken duymak istemeyeceğiniz türden bir müzik. aylardır üzerimden atamadığım yorgunluk yine üzerimde, o an için sahip olduğum kısıtlı ev dışı zamanda yapacak daha eğlenceli bir şey bulamadığım için ayakta durmaktan bitap, isteksizce yeni çıkanlara bakıyorum. sağımda genç bir kadın, elinde seçtiği birkaç kitap, biraz şaşkın, biraz kararsız, benimle birlikte raflara bakmakta. aklımdan "şuradan sevdiğim birkaç kitabı önersem" diye geçiyor, öyle bir hali var çünkü ama böyle şeyler için gereken girişkenlik bende yok; zaten bana soran, eden de yok, neden olsun ki, o da ayrı bir konu. kadının varlığını unuttuğum bir sırada arkadan gelen konuşmayı duyuyorum:

- sanat romanı arıyordum ben
kırmızı tişörtlü mağaza çalışanı: sanat romanı diye bir şey yok!
- eeee biliyorum tabii öyle bir şey yok ama ben mesela sabahattin ali'nin kürk mantolu madonna kitabını okumuştum, onun gibi okunması çok zor olmayan, iyi bir roman istiyordum.
- sabahattin ali ağırdır aslında. (sizin için ağırdır mı demek istedi? kendisi okumuş muydu?)
- ağırdır biliyorum ama o kitap çok hoşuma gitmişti, ben çabuk okumuştum.
...

konuşmanın devamını duymayım diye kaçtım hemen o sahneden. ama kaçmadan önce eline geçirdiği küçümseme fırsatını tepe tepe kullanan çalışanın nasıl biri olduğunu görmek için arkama dönüp bakmadan edemedim. sinirli bir havayla dünya klasikleri rafından kitap seçmeye çalışıyordu. sanat romanı gibi olmayan bir şeyi isteme gafletinde bulunan müşteriye kızan mağaza yetkilisinin hangi kitabı seçtiğini ve müşterinin sonunda hangi kitapları alıp gittiğini maalesef göremedim.

*

bir keresinde kitap seçmeye çalışan bir çocuğa (nasıl olduysa) uçan sınıf'ı tavsiye etmiştim:

Tuesday, November 5, 2013

ben hoş karşılıyorum. o zaman bana hayırlı olsun.

*

sorunun "hayır, hoş karşılamam"dan başka cevabı olabileceğine ihtimal verilmiyor besbelli ama evet, öğrenciyken kendim için uygun buldum, şimdi kızım için de, oğlum için de "böyle bir şeyi" hoş karşılarım. (oğlumuzu sormamış gerçi). oldu o zaman, hayırlı olsun bize. kime ne? herkesin hayrı kendine. benim hayatım, benim evim. yasal düzenleme yapılacak konu yok ortada. 

yetmedi mi artık bu komik açıklamalar? hamile hamile sokakta gezmek ayıptır, toplu taşımada kızlar erkeklerin kucağında oturuyor, hemen ardından yine aynı soru "siz kızınızı öyle görmek ister misiniz?" kızlara erkeklere karşı koruma kalkanı. kızların erkeklerden korunması, bunu da hükümetin yapması gerekiyor yanlış anlamadıysam.

nereye gidiyoruz sorması ayıp? kız yurtlarıyla erkek yurtları zaten ayrı. sorun aynı kampüste yer almalarıymış gibi görünüyor. aslında kızlarla erkeklerin aynı sınıfta veya aynı işyerinde olmaları da uygun kaçmaz değil mi? bir sonraki adım, kızlarla erkekler aynı sınıfta olamazlar, olsun. siz kızınızı bir erkekle aynı sınıfta görmek ister misiniz?



*

durumdan acilen vazife çıkaran apartman sakini

*

bu sabah radyoda duydum yine soruyor: kimileri neden rahatsız oluyor bundan? 
ah o ahlaksız "kimileri"! eskisi gibi rahat rahat ahlaksızlık yapamayacaklar diye rahatsız oluyorlardır, neden olacak? anneler, babalar devlet nerede diye feryat ediyormuş, o kadar komik ki. feryat figan: nerede bu devlet! devlet önce kaybettiği evlatları bulsun. anne babaların feryatlarına o kadar duyarlıysa, gaipten gelen, olmayan feryatlar yerine, cumartesi annelerinin sahici sesini duysun.


*
...
Bu çapraşık konuda güncel siyasi tartışmanın tahrik edici kısırlığına kapılmadan, gençlerin cinsel hayatı ve kadın erkek eşitliği üzerinde söyleyecek sözlerimiz olmalı. ... tık

Saturday, September 14, 2013

insanlardan sıkılıyorum. ilişkilerden yoruluyorum. belki birkaç arkadaşımı, çocuklarımı ve kocamı hariç tutabilirim. kimseye laf söylemeyim, sebebi kendimim. armudun sapı, üzümün çöpü derhal batar bana. sap-çöp dediğim çok da önemsiz bir şey değil aslında, yorgunluğumun sebebi yalanlar. laf söylemeyim dedim ama söyledim işte. yalan, beyaz, gri ya da koyu siyah farketmez tonu, o anda buz kesmeme neden oluyor. sözsüz yalanlar da var. iletişimin %80'i sözsüzdür diye okumuştum. ses tonu, mimik, beden dili... bana değil kendilerine de yalan söylüyorlar. amaç her zaman bir başkasını kandırmak değil yani, aklınca kendini avutmak kimi zaman da. kimisi yetmezmiş gibi, yalanına inanıldığını da görmek istiyor, göremediyse bir de hırçınlıklarına maruz bırakıyor insanı. böyle bir arsızlık türü de var, iyice dayanılmaz. herkesin her şeyi gördüğünü kabul etmeme hali; gördüğünü değil, benim görmeni istediğimi göreceksin zorbalığı.

yalanını farkettiğim anda o kişiyle ilgili her şeyden soğuyorum. kaybolmak istiyorum, onu hiç tanımamış olmak. heyhat hayat sürüyor; katlanıyorsun olaylara ve insanlara. kurtulamıyorsun öyle dolanıp kaldığın ağlardan hemen. işte bu çok yorucu. yalanlarınız görünüyor. görünüyor. utanmıyor musunuz?

yalanlarla yaşamak nasıl daha kolay geliyor yalansız yaşamaktan?

Tuesday, July 16, 2013

zorba mısın?

son günlerde zorbalık üzerinde düşünmek için çok sebebim oldu. ülkeyi yönetenlerin zorbalığı; polisin zorbalığı; evde, aile içinde zorbalık derken hasbelkader hayatımıza dahil olabilmiş insanlardan gelen zorbalık üzerine uzun uzun düşündürecek garip bir tecrübe yaşadım. bunun üzerine ergenliğini geride bırakamayan ve bunun da farkında olmayan yetişkinlerle dolu bir toplum olduğumuza bir kez daha kanaat getirdim.

her şey kendi istediği gibi olsun diye ortamı ve insanları kontrol altında tutmaya çalışırken etrafındakilere yaşattığı psikolojik terörü ve kaprisi kendine hak gören ham insan çok maalesef. bu davranış modeliyle, hayatıma son örnekle birlikte girenlerin sayısı 3 oldu. gerçi ne oluyor, bana oldukça uzun gelen bir sabır sürecinin ardından kendilerini gaibin derinliklerine yolluyorum, bir daha hiç görmemek üzere. ne sabretmeye, ne anla(ş)maya, ne de anlatmaya geliyorlar çünkü. benmerkezci dünyalarında kendi kendileriyle kalmaları en iyisi, zaten asıl istedikleri de o. böylesinin hizmetine ya da boyunduruğuna girmediysen kaybol. oldu, memnuniyetle.

bu tiplere zorba mısın diye sorsan soruyu bile anlamazlar. nasıl böyle bir şeyi sorarsın sen onun gibi narin ruhlu birine? bunu sormakla asıl zorbalığı sen yapıyorsun hatta. devekuşu, sakın çıkmasın kafan kumdan. yalnız kafan orda da diğer yerler açıkta, sen görmüyosun ama dışardan her tarafın kabak gibi görünüyor, ne haber?

benim de büyümemiş, ergen kalmış yönlerim var. çocuklar sayesinde bu yönlerimi farkettikçe, ben de büyümeye çalışıyorum. görmezden gelmiyorum, kendi görüp bildiğimi kimseden saklamaya çalışmıyorum. hele rüya ile cem'den hiç saklamıyorum, farkettiler mi, etmediler mi demeden, nerde nasıl yanlış yaptığımı, hatamı nasıl düzeltmeyi planladığımı onlara anlatmaya çabalıyorum. planladım diye her zaman düzeltemediğimi de biliyorlar. o kadar kolay değil. ancak çocuklarımın şunu mutlaka bilmelerini istiyorum: zaaflar saklı kalamazlar, herkes her şeyi görürken, senin onu gizlediğini sanmandan daha komik ve zavallı ne olabilir? kimse aptal değildir. kendini herkesten akıllı sananlar hariç. hiç mi la fontaine okumadın? saklamaya değil değiştirmeye çalış. kimin ne düşündüğünün ne önemi var? ortalık vitrini düzgün tutup içeriye elini hiç sürmeyenlerle dolu. sen bırak, vitrin dağınıksa öyle kalsın, içeriyi temiz tutmaya bak.

mükemmel değilim (mükemmeliyetçiliğiyle övünen biriyle çalışmıştım bir ara. böyle açıklamalar yapanların görünmeyi umdukları gibi mükemmel görünmediklerinin bilincinde değildi, yazık. row row row your boat gently away from me...) neyse, benim kusurlarım var, hatalar yapıyorum ve onları tekrarlamamak için neler yapmam gerektiğini her gün düşünüyorum, yaşadıkça bitmeyecek bir çaba.

Tuesday, July 2, 2013

tatilin istanbul'daki ilk günü

öğlen
bilen bilir yazdan hiç hazzetmem. uzun günleri değil uzun geceleri, sıcağı değil soğuğu severim. önümüzde uzanan 2,5 aylık yaz tatili ise tüy dikiyor sevmediğim bu sıcak mevsimin üzerine. ama karamsar değilim, en azından bugün değilim. istanbul'a dün gece geç saatte döndük. eşyaları eve taşırken yağmur bastırdı. güzel karşılama. çocuklar hemen uyudular. biz de balkonda yağmuru izleyerek eve dönerken aldığımız biraları içtik. iyi bir başlangıç.

bugün çok geç uyandık. geç kahvaltı öğle yemeği saatine denk geldiği için bugünlük bir öğünden yırttım. şimdi mutfak masasında bunları yazarken ben, cem tüylü ve öfkeli kuşlar hakkında 50 gerçek hikaye kitabını okuyor, rüya yere serdiği masa örtüsünün üzerinde atıyla oynuyor. bir gün de böyle geçiyor, gidiyor. güzel aslında.



*

akşam 
öğleden sonra cem'e rüya uyuduktan sonra birlikte film izlemeyi teklif ettim, sevindi. aklımda mubi'de gözüme çarpan koyaanisqatsi'yi izlemek vardı. filmi yıllar evvel onur'la izlediğimizde çok etkilenmiş, ilerde cem ile birlikte bir kez daha izleriz diye konuşmuştuk. o günün bugün olduğunu düşünmüştüm ama değilmiş maalesef.

cem rüya'yı uyuttuktan sonra (evet, rüya'yı bazen cem uyutuyor) sevinçle "hazır mıyız?" diye sordu. filmden önce fragmanı gösterdim. cem başka bir film izleyelim dediyse de, "bu film önemli, çok farklı, görmelisin" diye ısrar ettim, itiraz etmedi, biraz gönülsüzce de olsa izlemeye başladı. ilk 10 dakikadan sonra dikkatini vermiş, filmi alışkın olmadığı temposuna rağmen takip edebilmeye başlamıştı. ne olduysa 30 dakika civarında oldu, önce "ben çok üzüldüm, ağlıycam" dedi sonra gözleri doldu. filmi büyük bir pişmanlıkla durdurdum ve hemen aklıma şu post geldi, yorumlarda çokbilmiş ve müge'nin dediklerini hatırladım ama artık çok geçti. o zaman dedikleri üzerinde düşünmüştüm ama onlara katılmamıştım, haklılarmış. halbuki o kitabı okuduğumuz sırada da endişelenip başını yastığa gömmüş cem. didaktikliğim ağır basmış, anlamamışım.

filmi durdurduktan sonra biraz konuştuk. "en başta kimse yoktu, ortalık bomboştu ve sonra geldiler, bozuldu" dedi, başka da bir şey diyemedi üzüntüden. ben de "en baştan seni dinleseymişim keşke, bu filmi daha sonra bir zaman izlerdik" falan diyebildim ancak. ağırlaşan havayı dağıtmak için ne yapabileceğimi düşünürken "biraz kitaplara bakalım mı?" diye sordu. yaklaşan doğumgünü için kitap seçip sipariş verdik ve yarın akşam bugün isteyip de sayemde izleyemediği e.t.'yi izlemeye karar verdik. bu filmi ben de onun yaşındayken izlemiştim. uyku vakti geldiğinde "bir el solo test oynayıp uyuyacağım" diyerek odasına giderken mutlu görünüyordu.

Saturday, June 1, 2013

31 mayıs - 1 haziran 2013, istanbul




*

Taksime giden arkadaşlar lenslerinizi çıkarın, çok tehlikeli. İhmal etmeyin aman diyeyim. #GeziParkıCanlaBaşla


*

dün :: taksim meydanı



bu sabah :: boğaziçi köprüsü'nden taksim'e geçenler



Friday, May 31, 2013

biz kararı verdik, bunu işleyeceğiz


gezi parkı

dün mutfakta radyo dinlerken birbiri ardına gelen programlarda konu hep gezi parkı'ydı. "hyde park veya central park gibi kamusal alanları kimse rezidansa, avmye dönüştürmeyi düşünmez." diye bir cümle duyunca kendi kendime yüksek sesle "allah allah, neden acaba?" diye sordum, ardından bu parkların isimleri ile avm-rezidans kelimelerinin aynı cümle içinde bulunmasının komikliğine gülmeye başladım.

peki böyle şeyler neden bizim buralarda olağandır, vaka-i adiyedendir de... yani hyde park veya central park için böyle bir ihtimalden bahsedilse bunun espri olduğunu bilir gülersiniz ama gezi parkı için söylendiğinde işin ciddi olduğunu en başından anlarsınız, şaka olduğunu düşünmezsiniz. çok acı değil mi bu? bir de bizim park dediğimiz bu yerler, hyde, central gibi gerçeklerinin yanında hem ağaç sayısı hem de boyut itibarıyla acınası durumdadır ama o bile çok bize.

parklarımızın üzerinde hep bir kara bulut. ya avm, ya rezidans ya da cami yapalım diye gözler üzerlerinde. nasıl bir camiyi, avmyi, rezidansı yıkıp yerine park yapmak hiç söz konusu olmuyorsa aynısı parklar için de geçerli olmak zorunda. son 9 yılın hemen her günü parklarda geçmiş, beton yığınları arasında çocuklarını büyütmeye çalışan bir anne olarak bunu istemeye hakkım var. çocuklar büyüdüğü zaman da belki bir alışveriş dönüşü veya yürüyüş sonrasında durup soluklanmak için uğrayanlardan biri olmak, kitabımı alıp bir bankına oturabilmek için söylüyorum: parklara dokunmayın.




hyde park

central park

 gezi parkı


*cümlenin sarfedildiği akıllara ziyan konuşmayı dinlediniz mi?

Tuesday, May 28, 2013

öyleyse

"
...
- Yeni doğan ve doğacak çocuklarımız için de 2071’i bir hedef tarih olarak ilan ettik. 2053 yılını da gençlerimiz çocuklarımız için bir hedef tarih olarak ilan ettik. Geçmişten günümüze birçok fikir akımı insanı değişik şekillerde nitelendirmiştir. Kimileri haşa insanı düşünen bir insan olarak nitelendirmiştir. Kimleri düşünceden kimileri tüketiciden ibaret görmüşlerdir.
Kimi düşünceler insanı sadece akıl olarak görmüşlerdir. Bizlerin muhafazakar demokrat bir parti olarak insana bakışımız son derece nettir. Bizim için insan Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Yaratılmışların en şereflisidir. Bizim için insan aklı ruhu fıtratıyla bir bütündür. Biz insanı asla maddi ihtiyaçları olan bir canlı olarak göremeyiz. Biz insana maddi ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçları da sunmak bunları tesis edecek özgür atmosferi oluşturmakla da mükellefiz."


*

Bizim için insan Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Yaratılmışların en şereflisidir. Bizim için insan aklı ruhu fıtratıyla bir bütündür. Biz insana maddi ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçları da sunmak, bunları tesis edecek özgür atmosferi oluşturmakla da mükellefiz.


emin misiniz?

öyleyse;

insanlara biber gazı sıkmayı bırakın
şehirde yaşayanların söz hakkını ellerinden almaya kalkışmayın
herkes uyurken ağaçları kesmeyin
parkları yok etmeyin
sinemayı yıkmayın
3. köprüyü yapmayın
iskeleyi, garı otellere vermeyin
şehrin hafızasını silmeyin

daha fazla avmye değil daha fazla ağaca ihtiyacımız var.
şehirde yaşayanların şehrin üzerinde söz hakkı var.

Monday, May 27, 2013

müşteri hizmetleri

rüya eylül sonunda doğduğu için minik bebekliği kışa denk gelmişti, yenidoğan bebekle alışverişe çıkmak istemediğim ve onu bırakıp çıkacak kimsem olmadığı için kumaş bez, patik, badi, bebek çantası, pişik kremi, bebek şampuanı, ilk adım ayakkabısı ve ahşap oyuncaklar gibi ürünleri o dönemde bir alışveriş sitesinden almıştım. aldıklarım kısa sürede kapıma kadar gelmelerinin yanı sıra indirimli olarak satıldıkları için de avantajlı oluyordu. bu sitenin yetkilisi ile geçenlerde aramızda şöyle bir telefon konuşması geçti:

x: iyi günler yasemin hanım, ben ...'dan arıyorum. uzun zamandır web sitemizden alışveriş yapmadığınızı tespit ettik, doğru mudur?

y: evet, doğru. neden sordunuz? (içimdensuç mu işlemiş sayılıyorum?)

x: sebebini öğrenmek istemiştik

y: bir sebebi olması ve bunu size söylemem mi gerekiyor anlayamadım. ihtiyacım olmamıştır, yapmamışımdır. başka ne sebebi olabilir?

x: sitemizden uzun süre alışveriş yapmadığınızı görünce bizden kaynaklanan bir sebep olmuş mudur diye merak ettik. eğer olduysa nasıl telafi edebileceğimizi öğrenmek isteriz.

y: hayır, sizden kaynaklanan bir sebep yok. ihtiyacım olmadı, o kadar.

x: peki sitemizden yeniden alışveriş yapmaya başlamanız için bizim yapabileceğimiz herhangi bir şey var mı?

y: yok. biliyorsunuz bebekler büyüyorlar, büyüyünce bebekliklerinde olduğundan daha az alışveriş yapılıyor, ilk zamanlar almış oluyorsunuz ihtiyaçları, tamamlanmış oluyor yani. en azından bizim evde böyle oldu. bir gün ihtiyaç olursa belki yeniden bir şey alırım ama bunun için şu anda sizin beklemek dışında yapabileceğiniz bir şey yok. zaten sizin ürünler daha çok bebeklere yönelik değil mi?

x: peki, oldu o zaman. anketimize cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederiz yasemin hanım

*

Tuesday, May 21, 2013

tarihte bugün :: emek sineması yıkıldı

emek sizin, emek bizim, yıktırıyoruz yıktırmıyoruz derken, emek yerle bir. 
gitti, koltuklarıyla birlikte. yukarı taşınacak canım aynı şekilde (!)
emek şöyleydi, emek böyleydi, orada ben ne filmler izlemiştim, ne anılarım vardı, hele festivalde türevi cümleleri ne kendimden ne de bir başkasından duymayı kaldıramayacak kadar bulandı midem.
böyle başa böyle tarak. biz de yakındaki avm sinemasına gideriz zaten emek varken de öyle yapıyorduk.


*


*

Monday, May 20, 2013

ceza

arkadaşımın oğlu cem ile yaşıt. adını bildiğiniz bir özel okulda 3. sınıfta. arkadaşım oğlunun oyuna düşkünlüğünden, kitap okumayı pek sevmemesinden ve dersleri ihmalinden ara ara yakınır. geçen gün telefonda okulda yaşanan bir olayı anlatırken yine oğlundan yana dertliydi, ben de iyice antipatik, bilgiç teyze modunda kalmışım karşısında isyandan ama olur mu böyle bir okul:

e: geçen gün bizimki okulda yine ne yapmış biliyor musun? ceza aldı...
şimdi bunların sınavları var, sınav dönemi, sizin okulda da vardır değil mi?

yasemin: yok yahu ne sınav dönemi, sınav mınav yok burda, tanımamışsın sen arkadaşını

e: hahaha... neyse işte sınav dönemi, her gün bir sınav. sınavlardan birini de beden eğitimi dersinde yapmışlar. beden eğitimi iptal olmuş öyle olunca. bir tek bizimki çıkıp karşı koymuş. ne demiş biliyor musun?

y: e heralde karşı çıkacak, senin çocuğun başka işte. koyunlaştıramadıklarımızdan.

e: beden eğitimi dersimizi sınav için alamazsınız, bu ders bizim hakkımız, spor yapmak istiyoruz demiş akıllı

y: helal be, başka ders mi bulamamışlar neden çocukların spor dersinde oluyor sınav? zaten ne sınavı, o da ayrı konu.

e: öyle diyorsun da ceza almış. şimdi cezasını da çekmek istemiyor, onunla uğraşmak zorunda kalıyorum

y: ne cezası? cezalık bir şey söylememiş ki

e: kalın bir kitap vermişler, bir hafta içinde okuyup özetini çıkaracakmış ama yapmıyor işte. çok kalın falan diye şikayet ediyor, okumayı sevemedi bir türlü

y: nasıl? şaka mı bu? okumayı ceza olarak mı veriyor okul? allah'ım daha neler göreceğim?

e: hahaha

y: sen çocuğu bu okula yollamayı düşünüyor musun hala? p. yaşıtlarından hep daha farklı bir tip oldu ki burada söylediğinde hiçbir şey yok, %100 haklı. itaat etmedi diye... hoşlarına gitmeyen her hareketine ceza mı verecekler? çocuğu yontup yontup kendilerine benzetecekler sonunda. okumayı ceza olarak veren kafaya bir şey de anlatamazsın. bir de para veriyorsun üstüne. zaten bayılmıyor okumaya, iyice soğuyup gidecek ya. kim bilir ne verdiler okusun diye? hakkaten ceza gibi bir kitaptır kesin.

e: ya ne yapayım, eve yakın, çalışıyorum, yarım günlük okula yollayamam, bütçe de ancak bu okula yetiyor.

y: vardır belki yakınlarda daha düzgün bir yer. bilmiyorum, iyi düşün.

*
memleketimden kitap okuma cezası hikayeleri:


Tuesday, May 7, 2013

küçük başbakan ağladı

rüya'cık, mayıs itibariyle haftada 3 yarım günlüğüne yuvaya başladı. çok düşündüm, çok taşındım, zor karar verdim. daha çok yeni, 1 hafta oldu, olmadı. şimdilik bahçe köşelerinde beklemedeyim, beni görmek istediği zaman fırlayıp gösteriyorum kendimi, geri kalan zamanlarda kitabımı okuyorum gizli gizli. güzel hayat aslında. yemyeşil bahçenin gizli bir köşesinde unutsalar beni, arada çocukları gözlerim dolarak izleyip sonra yine kitabıma dönsem. çocuklar harika insanlar. bayılıyorum oradaki çocuklara. sahici şeyler, hepsi gerçek çünkü küçük çocuklar bunlar. büyük çocuk yok yuvada. orijinal hallerindeler, yaş itibarıyla fazla elleşilmemiş, henüz bozulmamışlar. çok mutlu oluyorum onlarla orada. 

çocukları bize yaranmaya zorlamasak da sonunda bize benzemeseler keşke... ama nerdeeee? sonuçta benzeteceğiz değil mi? aksi düşünülemez bile benim yalnız ve şaşkın ülkemde. küçük başbakan ağladı haberini izlediniz mi? bu sene 23 nisan'da başbakan koltuğuna oturttukları çocuk panik oldu, utandı, heyecanlandı, ne olduysa oldu ve birden ağlamaya başladı. zavallı papağan. gerçek başbakan da sonradan "bunlar hiç şüphesiz ki sevinç gözyaşlarıydı" demez mi? olayımız bu işte bizim. sevinç gözyaşlarıymış. sürekli, bir olanı başka türlü gösterme çabası. kim inanıyor diye düşünmeden söylenen yalanlar. çakmabaşbakançocuğun sakinleştikten sonra "dün gece gördüm" diye anlattığı rüya falan. sahtelik, çakmalık her yerde, sadece başbakanda değil, evlerde, okullarda, işte, her yerde diyorum. 




neyse, bugün yuvadaki çocuklar bahçede özgür, başıboş oynuyorlardı ama parklarda, evlerde, her yerde çocukların başında duran büyükler hiç susmadan görevlerini ifa ediyorlar:

- selin (taş çatlasın 3 yaşında), çok ayıp lütfen topunu paylaş kardeşle. bak ağlattın onu, böyle yaparsan kimse oynamaz seninle. herkes seni böyle bırakıp gider işte. çok ayıp ettin. özür dile.

*

- sarp, gel otur bakalım biraz şuraya. 

(kaydırakta takılan 3,5 yaş civarındaki sarp'ın 70 yaşlarındaki dedesi, banka yanına oturmaya çağırıyor torununu. gelmiyor ve bir süre sonra dedenin istemediği kadar yükseğe tırmanıyor kaydırakta)

- sarp, in oradan, bak adam geliyor, bekçi, izin vermiyor orası yasakmış. kızacak, ceza yazacak sana.

*

4-5 yaşlarındaki kızını elinden tutmuş yuvaya getiren anne, kızı öğretmenine şikayet ediyor:
- yalnız sabahları evden çıkarken saçını hiç taratmıyor, buna beraber bir çözüm bulmamız lazım. olmuyor böyle.

*
parktaki anne ip merdivene tırmanmaya çalışan kızına: oraya gitme, gel buraya, bacakların kırılır.

*

x: rüya, hadi getir onu bir bakayım... ama getirmezsen üzülürüm, ağlarım, ağladım bak, ağlıyorum.
yasemin: lütfen duygu sömürüsüyle istediğini yaptırmaya çalışma. bırak, getirmesin.

*

parktaki anne: derin, bırak onu lütfen, o kardeşin oyuncağı. (oyuncak, bizim meşhur kedi)
y: olsun, alabilir, oynasın biraz.
parktaki anne: derin, oyuncağı kardeşin annesine götür hadi, bizim değil o.
y: ya önemli değil, baksın ne olacak ki?
rüya: o benim kedim!
p.a.: bak ağlattın kardeşi, ver demiştim ben sana
y: vermişti ama ben almadım, tamam, sorun değil
rüya: kedimmm
y: tamam yahu getirdi kedini, sen de onun topunu oynuyordun, baktı verdi işte
p.a.: özür dile derin

derin bir şey yapmadı. yapsa bile zorla özür diletmeyin çocuklara. diyemedim orda.

*

akşam yemeği saatlerinde yine sabrım tükenmiş, bodoslama saçmalıyorum:
yasemin: allah'ım, herkesin çocuğu koyun, bi melemedikleri kalıyor (komşunun tavuğu, yorgun komşuya kaz.) bir de benimkilere bak, ikisi de keçi, yoruldumm.
cem: 3.yü doğur o zaman, o belki uslu olur.
y: yok sağol, öyle bir usluluk ihtimali görmüyorum ben.

... 2 dakika sonra bastıran pişmanlık:
y: aslında siz iyisiniz böyle ya, normal bunlar, yorgunluktan öyle dedim.
(söyledin artık, çok geç.)

Thursday, April 4, 2013

Festivalde Emek Sineması



Emek Bizim Istanbul Bizim from Başka Film on Vimeo.

festival 4. kez emek olmadan başladı. ilk gün beyoğlu sineması'na yetişirken emek sineması sokağının önünden geçtiğim sırada binanın çevresine kurulmuş olan iskeleleri görünce... bu sene de festivalde emek yok işte. emek sineması'nın olmadığı beyoğlu benim alışabileceğim bir şey değil. yaşadığım şehirdeki en sevdiğim sinemayı geri istiyorum.

video, festival zamanı fuayeden görüntüler.

Emek bizim.

Sunday, March 24, 2013

yaşadığıma şükrediyorum, ühühühühü

yasemin, son zamanlarda 40 yaşına merdiven dayamasının sonucunda kendisinden bile gizlemeye çalıştığı bir bunalımın eşiğindedir* (halbuki daha koskoca 1,5 yılı var!). arabayla cindy crawfordlu bir reklam panosunun yanından geçtikten sonra:

yasemin: ayyyy cindy crawford'u gördünüz mü şurda ahahahahahahaha
onur: ne var, ne olmuş?
y: görmedin mi ne hale gelmiş ahahahahaha
o: biz yaşlandık, o yaşlanmasın mı? geçenlerde photo boothda benim ilk çektiğimiz fotolarımla son fotolarıma baktık cem'le de, beyazlar, kırışıklıklar... eskisi gibi değiliz
y: yok ya, bizimle alakası yok, o çok fena olmuş**
o: nasıl?
y: ne bileyim, göçmüş gitmiş, teeyyy teyy... ehehehehe
cem (sanki tanırmış gibi): yaşadığına şükreder bir hali var, değil mi?
y: ahahahahahahaha

* yazık bir durumdayım, durup durup hala 40 yaşıma gelmedim diye seviniyorum
** cc bizden çok büyük bir kere,  o daha 50 olmadım diye sevinenler grubunda

Tuesday, February 26, 2013

mültecin olayım

türkan şoray'ın izlemediğim filmlerini araştırırken karşıma nazan şoray'ın albümü çıktı. albümün adı şaka olarak bile akla gelmeyecek bir abukluğa sahip: mültecin olayım. 


gel mültecin olayım
gel müptelan olayım

albüme bu ismi koymak ve şarkıda mülteci kelimesini müptela ile yanyana kullanmak, işte yaratıcılık diye ben buna derim.

*

Sunday, February 17, 2013

bu çocuğun annesi yok mu?


"çocuklarınızın hayatını kolaylaştırarak onları engelli hale getirmeyin."

çocuklarının hayatını ellerinden gelen ne varsa ortaya koyarak kolaylaştıran çok fedakar, çok cefakar anne babalar var. bir de kendileri gibi davranmayan ana babaya, yan yan bakarak, cık cık yaparak, parklarda bu çocuğun annesi yok muuu diye bağırarak baskı uygulamasalar... yaptıkları hem kendilerine, hem çocuğa kötülük. bağımlı olmadan yaşamak istemiyorlar, çocukları kendilerine, kendileri çocuklarına bağımlı olsun, gül gibi geçinip gitsinler. aman ne güzel. yukardaki sözü görünce neredeyse 9 yıllık annelik hayatım boyunca bu tiplerden ne kadar bıktığımı farkettim. durmak yok, yola devam ama sizin gibi davranmak istemeyenlere bi gölge etmeyin, olur mu?

rüya lokantada oturduğumuz masanın altına girmiş, oynuyor. biz rahatsız değiliz, gürültü yapmıyor, kimseye bir zararı yok. olmaz, yan masadakiler rahatsız. hijyen sorunu var ortada, yerde oyun oynanır mı, yerler pis. çocuk bağırtılarak çıkarılacak, elleri ne idüğü belli olmayan ıslak mendillerle ovulacak, istedikleri bu, durmadan dönüp ayıplayarak bakmalar falan. yapmıyorum.

seyir halindeki trende dolaşıyor rüya. her sırada durup insanların yüzlerine bakıyor, soru sorana cevap verip devam ediyor, yanıma geliyor, o kadar. ah, düşecek, vah düşecek. düşmez. yumuşacık halı kaplı yere düşse ne olur zaten de, düşmez. kalkmanıza gerek yok, oturun. ben kalkmıyorum, siz neden zahmet ediyorsunuz? al canım ye, bak böyle yiyeceksin. istemiyor. vermeyin, tattırmayın onları, sonra hep isteyecek, onlardan vermiyorum ben. daha 2,5 yaşında bile olmayan çocuğa, kendi yedikleri paketli abur cuburu zorla yedirmeye çalışıyorlar ama aynı çocuğun trende yürümesini istemiyorlar. neden cips almadığımı cem'e anlatabilirim ama rüya tadına bakarsa şu anda onun yeme isteğini engellemem çok zor. yapmayın bu kötülüğü bize.

- peki niye vermemizi istemiyorsunuz?
- eeee, alerjisi var.

var sayılmaz aslında yani yanakları kızarıyor öyle şeyler verildiği zaman ama kızarmasaydı da yedirmezdim, yine de bundan sonra hep alerjiyi öne süreceğim çünkü o zaman kimse tartışmıyor. aslında bunda bir kötülük yok biliyorum, küçük çocukları böyle sevmeye alışmaktan oluyor bunlar; sevmeyi, onu düşmekten koruyup, midesini neyle olursa olsun doldurmak sanmaktan. rüya gofreti, krakeri istediği halde almadığımda ya da düştüğü zaman kaldırmadığımda beni gaddar bulanlar çok oluyor. çocuklarım düştükleri zaman kimse hiiii demediği ve koşturmadığı, hep kendileri kalkmaya alıştıkları için en ufak düşüşte kurulmuş gibi ulumaya başlayan çocuklardan olmadıkları için de çok memnunum. düştükleri zaman kalkıyorlar, bu kadar basit. yürümeye ilk başladıklarında bile peşlerinden hiç koşmadım.  yardım etmediğiniz zaman başta 3-4 düşüp çabucak dengeyi buluyorlar ama bastonluk yapmaya başladıysanız size kolay gelsin. düşmesinler ya da terlemesinler diye koşmayın da demem hiç. arabaların vızır vızır geçtiği bir caddeye doğru şuursuzca koşmadığı müddetçe çocuğa koşma da denmez. koşma, koşma gibi laflarla büyümeyen çocuklar pek öyle şeyler yapmıyorlar zaten, yolun kenarına gelince durup ellerini uzatıyorlar. koş, koş lola koş.

önceden de söylemişimdir, iki konuda katıyım:
1) paketli abur cubur (gofret, kraker, cips, kutu süt, meyve suyu vs) almam. ama bir fincan kahve içebilmek için rüya'nın kahvecinin kasasının orda duran küçük lolipopu uzanıp almasına göz yumdum birkaç defa. arkadaş evinde ikram edilirse cem abartmadan yer, karışmam.
2) çizgi film saatleri ve ne izleneceği bellidir. dvdleri alırken beraber seçeriz, çizgi film bizim evde tvden izlenmez, arkadaş evinde tvden izleniyorsa karışmam, izlerler.

bunlar evrensel doğrular değil. bizim tercihlerimiz. bir şey var dikkatimi çeken: ben kimseyi çocuğuna neden benim hiç yedirmediğim bu şeyleri yediriyorsun, niye çocuk ömrünü bu lüzumsuz şeyleri izleyerek geçiriyor gibi sorularla rahatsız etmiyorum, mümkünse annelerle konuşurken hiç bu konulara girmemeye çalışıyorum ama o yediriyor ve izletiyor ya, benim de yapmam lazım. düşman kesiliyor aniden. ne olur ki izlese? izlemeyecek. dandik dizileri izlemeyecek, aradaki reklamlarla vakit öldürmeyecek. istemiyorum, olamaz mı? kendisi de istemiyor zaten, dizi seyredeyim gibi bir taleple hiç gelmedi bugüne kadar cem. bildiğim kadarıyla arkadaşları da izlemiyorlar ama izleselerdi de benim için farketmezdi. arkadaşları yiyor, arkadaşları izliyor, arkadaşları giyiyor aman kendini kötü hissetmesin gibi sebeplerle normal şartlar altında yapmayı düşünmeyeceğim şeyleri hayatımıza dahil edecek değilim. ve ister inanın ister inanmayın bu yüzden herhangi bir sorun yaşanmıyor. sormayın nedenini yani beni yapmaya ikna etmek için sormayın. siz kendinizi iyi hissedin diye herkesin aynı şeyleri yapması gerekmiyor.