çocuklar. bugün eski bir blog arkadaşımdan gelen mesajın ardından buradaki yazılara göz gezdirdim. ne güzeldi. bir zamanlar kayda değer bir şey oldu mu gelip anlatmayı severdim. şimdi ise olup bitenleri kaybolmaya terk ediyor gibiyim. hep bir gün nasılsa günlük tutmaya dönerim gibi bir düşünce kafamda, bu arada çocuklar büyüyüp gidiyorlar. yazmıyorum. nedenini düşünmek istemediğim bir şekilde kaydetme alışkanlığımdan uzaklaşıyorum.
biliyor musunuz, bu haftasonu ilk defa ikisini evde bırakıp çıktım dışarı. benim için büyük, insanlık için küçük bir adım. büyüyorlar. bensiz idare edebilen iki çocuğum var artık. buraya yazmaya başladığımda büyüğü 1 yaşındaydı, şimdi 12 olmak üzere, kardeşi 5,5.
geçen hafta rüya ile markete gittik. roka, peynir, yoğurt, ekmek, elma, limon, avokado, mercimek, bira… rüya aldığım 2 birayı sepete atarken şöyle dedi:
- pek sağlıklı değil bunlar ama büyüklerin de ihtiyacı vardır tabii…
hayatı, büyükleri, söylenen ile yapılan arasındaki farkı anlamaya çabalayan bir küçük zihin. benim için dünyanın en tatlı varlığı.
Showing posts with label rüya'nın günlüğü. Show all posts
Showing posts with label rüya'nın günlüğü. Show all posts
Tuesday, March 1, 2016
bira
Etiket:
annelik/babalık,
çocukluk,
gündelik,
rüya'nın günlüğü
Thursday, January 14, 2016
Dünyadaki Tek Akıllı Biz Değiliz
Bugün arabayla eve dönerken uzunları yine lüzumsuzca açmış birine kendi kendime söylendim, sonra bu yaptığımı da lüzumsuz bulup "neyse, söylemeyim kimseye böyle şeyler." dedim. Bunun üzerine arkada oturan Rüya (5) :
- Bu dünyadaki tek akıllı sadece biz değiliz, başkaları da akıllı, herkes akıllı
- Evet, güzel söyledin. Peki sen nereden duydun bunu?
- Bi yerden duymadım, kendim söylüyorum
Monday, October 20, 2014
Çocuklar böyle şeyleri merak ederler.
Rüya cuma akşamı dışarda yediğimiz akşam yemeğinden sonra eve dönerken arabada sordu:
- Baba, sen annemi seviyor musun?
Yolda ikimiz gündelik şeylerden konuşurken Onur o ani, şaka gibi hareketlerinden birini yapmıştı. Rüya bunu o anda kızgınlık gibi mi algıladı da sordu bilmiyorum. Sürekli izleyen küçük gözler.
Çocuklar böyle şeyleri merak ederler, her zaman sormasalar da. Ve cevabın evet olduğunu bilmek isterler; bazı evlerde öyle olmasa da.
*
ek:
Biraz önce Twitter'de Doğan Cüceloğlu yazmış:
Ana babanın çocukla ilişkisinin iki kaynağı var:
1- kendi özleriyle kurdukları
2- karı koca olarak kurdukları ilişki.
2- karı koca olarak kurdukları ilişki.
Bu iki ilişki sağlıklı ise çocuk yetiştirme ortamı sağlıklı olur. Sadece çocukla ilişkiye odaklanmak gerçekçi değildir.
https://twitter.com/DoganCuceloglu
https://twitter.com/DoganCuceloglu
Wednesday, June 18, 2014
Çocuklar Mutfakta
Eveeet, en sevdiğim (!) mevsim, tatiliyle birlikte geldi işte. Arkadaş trafikleri, sıcaktan bunalmalar, kardeş kavgaları, Rüya'nın tv ve Cem'in ipad süresi için verilmesi gereken mücadeleler, öğlen - akşam için ayrı hazırlanacak menüler bu inanılmaz uzun zaman diliminde beni zorlamaya devam edecek konular olacak. Diğer yandan biraz sakin kalmayı başardığımda, yaş ve cinsiyet farkı olan iki çocukla evde yaz tatili geçirmenin tatlı yanları da yok değil. En azından şimdi iki sene önceki yaza göre daha rahatım çünkü Rüya o günlere göre terrible twodan uzak, işbirliğine yatkın, uyumlu bir kız oldu.
- Bu çok sıkıcı, hepsini yapmak zorunda mıyım, yapmasam olmaz mı dediğinde aslında ne demiş oluyorsun?
Cem:...
- Ben yapmak istemiyorum çünkü bu benim için çok sıkıcı, o zaman sen yap demiş oluyorsun. Peki sence benim için o kadar eğlenceli bir iş mi bu? Yani bunun yerine yapmayı daha çok isteyeceğim bir şey yok mudur benim de?
Cem: Vardır, kitap okumak
- Peki beni hiç gündüz kitap okurken görüyor musun?
Cem: Görmüyorum, sadece geceleri...
- Demek ki hayatta sadece en sevdiğimiz işlerle meşgul olma şansımız yok.
Cem: Evet doğru yok.
- Benim yoksa senin neden olsun? Yapabildiğin ve bana bu sayede bir saat kazandıracağın bir şeyi neden yapmayasın? Bu evin, hepimizin, dört kişinin ihtiyacı olan işlerin tümünün sadece bir kişiye yüklenmesi adil mi sence? Ben bu arada bavul hazırlayacağım için şu anda sizin yardımınıza ihtiyacım var. Sıkılarak da olsa yaptığın bu işlerden bir şeyler öğreneceksin zamanla. En önemlisi yavaş yavaş kendi kendine yetmeyi öğrenmeye başlayacaksın. Ayrıca sen sıkıldığını söylediğin için Rüya da zevkle yaptığı işin sıkıcı olduğunu söyleyerek masadan kalktı.
Cem: Rüyaaa, gel bak çok zevkli...
- En iyisi en baştan hiç böyle şeyler söylememek, onun kendini vererek bir işle meşgul olması çok güzeldi ama senin sözlerin onun için çok önemli, hemen etkileniyor. Onun üzerinde ne kadar etkili olduğunun farkına var.
*
Kısa günün karı:
1,5 kilo bezelye çocuklar tarafından ayıklandı, kabukları çöpe gönderildi ve daha sonra pişirilmek üzere benim tarafımdan buzluğa atıldı.
İki kardeş birlikte bir işe başladı ve onu ortaklaşa bitirdi.
Cem, vakti olduğu zamanlarda, özellikle tatillerde, evdeki işlerde şikayet etmeden sorumluluk üstlenmesi gerektiğini anladı ve kabul etti.
Bu konuda kardeşine örnek olduğunu, sıkıcı bir iş olduğu için yapmak istemediğini söylemesinin ardından Rüya'nın masayı terketmesinden ve sonra onun ayıklamaya devam ettiğini görünce dönüp iş bitene kadar bir daha masadan kalkmamasından anladı.
Cem bir süredir odasını kendisi topluyordu ve sanırım bunun evdeki tek işi olacağını sanıyordu. Şimdi sorumluluk alanının sandığından daha büyük olduğunu ve odasının dışına taşabildiğini gördü.
Bugün evvelsi gün aldığım 1,5 kilo bezelyenin ayıklanması gerekiyordu ama tatil hazırlıkları sebebiyle buna vaktim yoktu. İki kardeşi mutfağa çağırdım, önlerine tüm bezelyeyi döktüm ve ikisi arada çıkan kurtlar yüzünden dehşete kapılarak da olsa bezelyeyi elbirliğiyle ayıklayıp bitirdiler. Cem arada mırın kırın edecek olduğunda ona şöyle sordum:
Cem:...
- Ben yapmak istemiyorum çünkü bu benim için çok sıkıcı, o zaman sen yap demiş oluyorsun. Peki sence benim için o kadar eğlenceli bir iş mi bu? Yani bunun yerine yapmayı daha çok isteyeceğim bir şey yok mudur benim de?
Cem: Vardır, kitap okumak
- Peki beni hiç gündüz kitap okurken görüyor musun?
Cem: Görmüyorum, sadece geceleri...
- Demek ki hayatta sadece en sevdiğimiz işlerle meşgul olma şansımız yok.
Cem: Evet doğru yok.
- Benim yoksa senin neden olsun? Yapabildiğin ve bana bu sayede bir saat kazandıracağın bir şeyi neden yapmayasın? Bu evin, hepimizin, dört kişinin ihtiyacı olan işlerin tümünün sadece bir kişiye yüklenmesi adil mi sence? Ben bu arada bavul hazırlayacağım için şu anda sizin yardımınıza ihtiyacım var. Sıkılarak da olsa yaptığın bu işlerden bir şeyler öğreneceksin zamanla. En önemlisi yavaş yavaş kendi kendine yetmeyi öğrenmeye başlayacaksın. Ayrıca sen sıkıldığını söylediğin için Rüya da zevkle yaptığı işin sıkıcı olduğunu söyleyerek masadan kalktı.
Cem: Rüyaaa, gel bak çok zevkli...
- En iyisi en baştan hiç böyle şeyler söylememek, onun kendini vererek bir işle meşgul olması çok güzeldi ama senin sözlerin onun için çok önemli, hemen etkileniyor. Onun üzerinde ne kadar etkili olduğunun farkına var.
*
Kısa günün karı:
1,5 kilo bezelye çocuklar tarafından ayıklandı, kabukları çöpe gönderildi ve daha sonra pişirilmek üzere benim tarafımdan buzluğa atıldı.
İki kardeş birlikte bir işe başladı ve onu ortaklaşa bitirdi.
Cem, vakti olduğu zamanlarda, özellikle tatillerde, evdeki işlerde şikayet etmeden sorumluluk üstlenmesi gerektiğini anladı ve kabul etti.
Bu konuda kardeşine örnek olduğunu, sıkıcı bir iş olduğu için yapmak istemediğini söylemesinin ardından Rüya'nın masayı terketmesinden ve sonra onun ayıklamaya devam ettiğini görünce dönüp iş bitene kadar bir daha masadan kalkmamasından anladı.
Cem bir süredir odasını kendisi topluyordu ve sanırım bunun evdeki tek işi olacağını sanıyordu. Şimdi sorumluluk alanının sandığından daha büyük olduğunu ve odasının dışına taşabildiğini gördü.
Monday, June 9, 2014
anne beni seviyor musun?
- anne beni seviyor musun?
- seviyorum tabii, hem de çok seviyorum. sen bilmiyor musun peki, neden sordun?
- ama sevmiyorsun bazen, değil mi?
- her zaman seviyorum, sen ne yaparsan yap hep seviyorum, nasıl sevmem?
- ama ağladığım zamanlarda beni sevmiyorsun, değil mi?
DONG!
- ama ben ağlayınca sen bana kızıyorsun
DOĞRU!
kızıyorum bazen.
*
ağlamak iyileştirir.
geçenlerde 1 saatlik bir ağlamanın ardından rüya'nın nasıl iyileştiğine tanık oldum. olay tahminimce bir gün önce izlediği çizgi filmde korktuğu bir sahnenin etkisiyle öğle uykusundan çılgınlar gibi ağlayarak uyanmasıyla başladı. o sahnenin onu korkuttuğunu gidip tvyi kapatmasından ve sonra panikle beni arayıp bulduğunda da bana sarılarak uzun uzun ağlamasından biliyordum. günün devamında odalarda hiç bensiz kalmak istememişti, gece de uykuya biraz zor dalmıştı.
ertesi gün ağlayarak uyandığı öğle uykusundan sonra onu ne yapsam sakinleştiremedim. ilk defa başıma gelen bu durum karşısında oturup beklemekten başka çarem olmadığını görebiliyordum. hiçbir sorumun cevabı yoktu, ne yapsam onu avutamıyordum. bana yakın durmak istiyordu, o kadar. kah kucağımda, kah yatağında, avazı çıktığı kadar bağırarak, tepinerek, hıçkırarak tamı tamına 1 saat gözyaşı döktü. 1 saat sonra sakinleşti ve cem'in okuldan döndüğünü görünce neşeyle, şarkılar söyleyerek oynamaya başladı. tabii kriz esnasında evden çıkmayı başarıp cem'i okuldan almaya da gidememiştik. rüya ağlarken cem'in okuldan eve takım arkadaşı ve onun babasıyla birlikte gelmesini ayarlamak zorunda kalmıştım.
o gün durumun sıradan bir kriz olmadığını farkettiğim için sürenin çoğunda sessizce yanında durmayı seçtim. ağladığı için kızdığım günlerden biri değildi yani. ağlamanın rahatlatıcı etkisi üzerine epey okumuştum, eh bilgiyi kullanmanın zamanı gelmişti ama bunlar benim için geçmek bilmeyen, çok zor dakikalardı.
peki rüya neden onu ağlarken sevmediğimi düşünmüştü? çünkü gündelik hayatta bir şeyi istediği gibi yaptırmak için ağladığı zaman sinirleniyorum. paltosunun fermuarını bana çektirmek, ayakkabısını benim giydirmemi istemek, beni 40 kere odasına çağırdığı için artık gitmeyi reddetmem, yarım saat içinde 7 kere çorap ve kıyafet değiştirmek gibi sebepler söz konusu olunca ağladığında kızdığım doğru. halbuki kızmak kısa, kızmadan sakinleşmesini beklemek ise uzun, meşakkatli yol, benim de oradan gitmem lazım -tüm isteklerini onun istediği şekilde yerine getirmek değil bu- keşke her zaman o yoldan gidecek gücü bulabilsem kendimde, hiç kızmasam ama bu mümkün değil benim için, biliyorum.
*
Ağlayan insan engellenmemeli. Ağlamanın bebekler, küçük çocuklar, dahası hepimiz için müdahale edilmeden, dikkati başka yerlere çekmeye ve ağlayanı susturmaya çalışmadan özgürce gerçekleştirilmesi gereken bir eylem olduğunu nereden öğrendim?
Bu gece dönüp altını çizdiğim satırları yeniden okudum.
Bilinçli Bebek :: Aletha Solther
Bu kitapları okuduktan sonra ağlayan birine artık ağlamasın diye "bunda ağlayacak bir şey yok", "çok daha kötüsü olabilirdi" türü sözler söylemenin doğru olmadığını, kendini daha iyi hissedene kadar ağlamasına karışmadan onun yanında olmanın önemini anlıyorsunuz.
Bu kitapları okuduktan sonra ağlayan birine artık ağlamasın diye "bunda ağlayacak bir şey yok", "çok daha kötüsü olabilirdi" türü sözler söylemenin doğru olmadığını, kendini daha iyi hissedene kadar ağlamasına karışmadan onun yanında olmanın önemini anlıyorsunuz.
Wednesday, January 22, 2014
Diş Hekiminde
Haftasonu çocukları diş hekimine götüreceğim. Randevuları üstüste aldım ki Rüya Cem'in muayenesini izledikten sonra o koltukta oturmaya daha kolay ikna olsun, bakalım işe yaracak mı? Ne yaşayacağımızı tam olarak kestirmek zor ama her ihtimale karşı önlemimi almam lazım.
Cem okul bahçesinde koştururken elinde topla koşan bir arkadaşıyla çarpışmış ve öndeki iki alt dişinin uçları belli belirsiz kırılmış, kendisi söylemese ben anlamayabilirdim. O gün hemen götürüp gösterdik. Diş hekimi kırıkların çok basit ve önemsiz olduğunu, tedavisini hemen yapabileceğini söyleyince rahatladık ve daha sonra randevu almak üzere oradan ayrıldık. Aradan haftalar geçti, nihayet bu haftasonu için randevuları alabildik.
Rüya'nın ise okul ile birlikte yaptıkları diş hekimi ziyaretinden sonra eve gönderilen rapora göre iki azı dişinde çürük başlangıcı var. Kimi bünyelerde çürük daha kolay olurmuş, 10 yaşındaki Cem'de hiç çürük olmadığı için Rüya'daki erken başlangıca şaşırınca diş hekimi söyledi. Kimi insanın tükürüğü bile çürük oluşumunu hızlandırabiliyormuş.
Rüya'nın diş hekimine yapacağı ilk ziyareti kolaylaştıracağını umduğum bir kitabı almak için kitapçıya uğradım bu sabah. Daha önceden kitapçıda okumuştum, ilgiyle dinlemişti. "Dişlerime ayna ile bakacak" kısmı hala hatırında, cumartesiye kadar 4-5 defa okuruz sanırım.
Aslında kitabı okumak benim için hiç kolay olmuyor çünkü diş macunu reklamlarını bile izleyemeyecek kadar ağır bir diş hekimi fobim var. Çocuklardan sonra çok geciktirmeden kendim için de bir randevu almam gerekiyor. Bu yıl sürüncemede bıraktığım işleri ertelememek konusunda aldığım kararı en zor uygulayacağım konu bu olacak.
Cem okul bahçesinde koştururken elinde topla koşan bir arkadaşıyla çarpışmış ve öndeki iki alt dişinin uçları belli belirsiz kırılmış, kendisi söylemese ben anlamayabilirdim. O gün hemen götürüp gösterdik. Diş hekimi kırıkların çok basit ve önemsiz olduğunu, tedavisini hemen yapabileceğini söyleyince rahatladık ve daha sonra randevu almak üzere oradan ayrıldık. Aradan haftalar geçti, nihayet bu haftasonu için randevuları alabildik.
Rüya'nın ise okul ile birlikte yaptıkları diş hekimi ziyaretinden sonra eve gönderilen rapora göre iki azı dişinde çürük başlangıcı var. Kimi bünyelerde çürük daha kolay olurmuş, 10 yaşındaki Cem'de hiç çürük olmadığı için Rüya'daki erken başlangıca şaşırınca diş hekimi söyledi. Kimi insanın tükürüğü bile çürük oluşumunu hızlandırabiliyormuş.
Rüya'nın diş hekimine yapacağı ilk ziyareti kolaylaştıracağını umduğum bir kitabı almak için kitapçıya uğradım bu sabah. Daha önceden kitapçıda okumuştum, ilgiyle dinlemişti. "Dişlerime ayna ile bakacak" kısmı hala hatırında, cumartesiye kadar 4-5 defa okuruz sanırım.
Aslında kitabı okumak benim için hiç kolay olmuyor çünkü diş macunu reklamlarını bile izleyemeyecek kadar ağır bir diş hekimi fobim var. Çocuklardan sonra çok geciktirmeden kendim için de bir randevu almam gerekiyor. Bu yıl sürüncemede bıraktığım işleri ertelememek konusunda aldığım kararı en zor uygulayacağım konu bu olacak.
Friday, January 17, 2014
ama ben istemezsem... hiç konuşmam kii
rüya gözlükçüde
ben kendime çerçeve seçmeye çalışırken rüya yanımda boş durmuyor, çocuk gözlüklerini takıp çıkarıyordu. ona da çerçeve almamız gerekseydi fotodakini alırdım büyük ihtimal.
*
rüya: ben bu masada resim çizeceğim ama çok dağınık hiç yer yok bana
yasemin: tamam topladım, al bu da kağıdın
r: anne bi kalem daha ver, bi kalem daha
y: hangisini?
r: anne şurdaki kalemlerin hepsini versene, kutuyu da ver, hepsini ver, kutuyu ver, bütün kalemleri ver, olur mu?
y: uff rüya şu isteklerin hiç bitmiyo valla, bi bitse çok güzel olacak
r: niye... ama isteklerim biterse ben konuşamam.
y: doğru, haklısın :) bitmesin o zaman
r: ben bir miyav değilim.
Wednesday, December 25, 2013
bu yaştan sonra
bugün göz doktoruna gittim, okulu tatilde olduğu için yanımda rüya ile. giderken biraz tedirgindim ama rüya uykusu gelmiş olmasına rağmen muayeneyi eli elimde sessizce izledi. doktor "uslu çocukmuş, hiç sorun çıkarmadı." deyince ben de sessiz kaldım. merak edip "hep böyle midir?" diye sordu. "her zaman değil. ne zaman nasıl olacağı belli olmaz, kefil olamam yani." deyince beraber güldük. muayenem bitince onun gözlerine de bakılsın istedim ama rüya kabul etmedi.
göz numaram düşmüş biraz. ilkokul 3. sınıftan beri gözlük kullanıyorum. gözlük takmak en büyük çocukluk hayallerimden biriydi. pencerenin önünde durup ellerimle çerçeve yapar dışarıya gözlük taktığımı düşleyerek bakardım. sınıfta yapılan göz taraması sonucunda gözlerimin bozuk olduğu ortaya çıkınca sevinçten havalara uçmuştum. çok dua etmiştim gözlerim inşallah bozuktur diye, kabul olan dualarımdan biridir.
ilk zamanlar bir heves gözlüğü taktıysam da, ergenlikle birlikte miyop 1.5 olana dek gözlük kullanmadım, sonra mecbur kaldım tabii. yine de bunca yıldır gözlük kullanmaktan yana pek şikayetim olmadı. üniversite yıllarından başlayarak uzunca bir süre lens de kullandım ama tembellikten kaynaklı özensiz kullanım sonucunda ağır bir göz enfeksiyonu geçirdiğimden beri gözlerim lensi pek kabul etmez oldu. kısa kısa takıp çıkarıyorum şimdi, güneş gözlüğü kullanacağım zamanlarda, sahile giderken falan. gözlerin ilerleyen yaşla birlikte lensi eskisi kadar rahat kabul etmemesi de sık yaşanan bir sorunmuş. doktor sebepleri açıkladı, aklımda eksik ya da yanlış kalmış olabilir diye çekinerek de olsa not düşeyim: kullandığım aylık lensin zamanla tıkanan gözenekleri gözün ihtiyaç duyduğu oksijeni almasını engelliyormuş, yaşla birlikte göz kurumaları artınca da göz kendini yıkayamıyor ve enfeksiyonlara açık hale geliyormuş...
ilginç olan, 9 yaşımdan bu yana 0.50'den istikrarlı şekilde 5.25'e kadar yükselen göz numaram şimdi 4.75'e gerilemiş, şaşırdım. belli bir yaştan sonra olurmuş böyle. aslında şimdiye kadar lazer de yaptırabilirmişim, neden yaptırmamışım (bilmem, hiç düşünmedim. korkudan herhalde) gerçi 50'den sonra onun da bir anlamı olmazmış. yani 20lerimde yaptırmadıysam önümdeki 10-11 sene için değer mi gibi bir sonuç mu çıkarmalıyım, tam anlayamadım.
yakın görüşte sorun yaşamaya başlayıp başlamadığımı da sordu doktor. "henüz değil" dedim, "iyi, aman başlamasın." dedi. "yakın gözlüğü takacak kadar kocamadık herhalde!" diye düşünürken "arkadaşlarınız çok geçmeden yakın gözlük kullanmaya başlarlar, siz ileri derece miyop olduğunuz için yakın gözlüğünü daha geç kullanabilirsiniz" dedi. soru cevap faslında birkaç kez "bu yaştan sonra", "40'lı yaşlar" geçti. neredeyse "ben daha 40 olmadım" diyecektim de, doktora neydi benim 39'umdan, 40'ımdan. neyse, size söyleyim o zaman, 2014'ün ortasına daha çok var, yaşımın ilk basamağı o zamana kadar 3.
göz numaram düşmüş biraz. ilkokul 3. sınıftan beri gözlük kullanıyorum. gözlük takmak en büyük çocukluk hayallerimden biriydi. pencerenin önünde durup ellerimle çerçeve yapar dışarıya gözlük taktığımı düşleyerek bakardım. sınıfta yapılan göz taraması sonucunda gözlerimin bozuk olduğu ortaya çıkınca sevinçten havalara uçmuştum. çok dua etmiştim gözlerim inşallah bozuktur diye, kabul olan dualarımdan biridir.
ilk zamanlar bir heves gözlüğü taktıysam da, ergenlikle birlikte miyop 1.5 olana dek gözlük kullanmadım, sonra mecbur kaldım tabii. yine de bunca yıldır gözlük kullanmaktan yana pek şikayetim olmadı. üniversite yıllarından başlayarak uzunca bir süre lens de kullandım ama tembellikten kaynaklı özensiz kullanım sonucunda ağır bir göz enfeksiyonu geçirdiğimden beri gözlerim lensi pek kabul etmez oldu. kısa kısa takıp çıkarıyorum şimdi, güneş gözlüğü kullanacağım zamanlarda, sahile giderken falan. gözlerin ilerleyen yaşla birlikte lensi eskisi kadar rahat kabul etmemesi de sık yaşanan bir sorunmuş. doktor sebepleri açıkladı, aklımda eksik ya da yanlış kalmış olabilir diye çekinerek de olsa not düşeyim: kullandığım aylık lensin zamanla tıkanan gözenekleri gözün ihtiyaç duyduğu oksijeni almasını engelliyormuş, yaşla birlikte göz kurumaları artınca da göz kendini yıkayamıyor ve enfeksiyonlara açık hale geliyormuş...
ilginç olan, 9 yaşımdan bu yana 0.50'den istikrarlı şekilde 5.25'e kadar yükselen göz numaram şimdi 4.75'e gerilemiş, şaşırdım. belli bir yaştan sonra olurmuş böyle. aslında şimdiye kadar lazer de yaptırabilirmişim, neden yaptırmamışım (bilmem, hiç düşünmedim. korkudan herhalde) gerçi 50'den sonra onun da bir anlamı olmazmış. yani 20lerimde yaptırmadıysam önümdeki 10-11 sene için değer mi gibi bir sonuç mu çıkarmalıyım, tam anlayamadım.
yakın görüşte sorun yaşamaya başlayıp başlamadığımı da sordu doktor. "henüz değil" dedim, "iyi, aman başlamasın." dedi. "yakın gözlüğü takacak kadar kocamadık herhalde!" diye düşünürken "arkadaşlarınız çok geçmeden yakın gözlük kullanmaya başlarlar, siz ileri derece miyop olduğunuz için yakın gözlüğünü daha geç kullanabilirsiniz" dedi. soru cevap faslında birkaç kez "bu yaştan sonra", "40'lı yaşlar" geçti. neredeyse "ben daha 40 olmadım" diyecektim de, doktora neydi benim 39'umdan, 40'ımdan. neyse, size söyleyim o zaman, 2014'ün ortasına daha çok var, yaşımın ilk basamağı o zamana kadar 3.
Sunday, December 15, 2013
nopper
foto burdan
internet olmasaydı bu kutuyu yeniden görebilir miydim? işte kitapçığıyla, plastik haznelerindeki aynı parçalarla bizim nopper tıpatıp buydu. resimdeki çocuğun yaptıklarının aynısını yapmaya çalıştığımı bugün gibi hatırladım şimdi.
cem büyürken artık oynamadığı oyuncakların büyük bölümünü kendisinden küçük çocuklara dağıtmış, bir gün kardeşi olursa diye az sayıda sevdiğim oyuncağı da saklamıştım. işte nopperler de hatıraları nedeniyle sakladıklarım arasındaydı. iyi ki vermemişim, rüya'nın kendi kendine oynamayı sevdiği ilk oyuncaklardan biri nopper oldu. şu anda ilerleyen ve çoktan uyumuş olması gereken saate rağmen halının üzerinde şarkılar söyleyerek parçaları birleştirirken ben de onun, kendi dünyasına dalmış ve diğer her şeyi (özellikle de bizi!) unutmuş halde, "nopper" oynamasını izliyorum.nopperler görebildiğim kadarıyla artık farklı isimler altında pazarlanıyor. bu isimlerden biri fun bricks ve bu markayı şu an nerede bulabileceğinizi bilmiyorum. seneler önce bir arkadaşım joker'de gördüğünü söylemişti ancak gidip sorduğum birkaç seferde ben bulamamıştım, belki şimdi satıyorlardır. ankara ve istanbul'daki bazı alışveriş merkezlerinde mağazaları bulunan imaginarium'dan ise hala epey kazık fiyata, kalitelisinden bir kutu "pinmulti-up çubuklu yapı parçaları" satın alma şansınız var.

Thursday, November 21, 2013
bu sabah :: yüyaların kuyruğu olmas
sabah rüya yeni uyanmış yatağında oturuyor. ben yanında, yerdeyim. elinde dün gece birlikte uyuduğu heffalump fil (ayı winnie'nin arkadaşlarından biri) var, onun hakkında konuşuyoruz. rüya filin küçük yumuşak kuyruğunu tutarak ve merak ederek:
- burda kemik olmaz?
yasemin: evet olmaz (herhalde vardır ama çok yumuşak olduğu için olmaması bize daha mantıklı geliyor)

y: miinik rüüya, miinik rüüya kuyruğun neredeeee?
rüya eliyle poposunu göstererek,
- yüyaların kuyruğu olmas. çocukların kuyruğu olmas. fillerin olur.
...
rüya: bu dün gece uyumadı biliyor musun?
y: niye?
r: baksana gözleri açık, gözlerini hiç kapatmadı
devamında başka tatlı şeyler de söyledi, o sırada unutmayım diye düşünmüştüm ama şimdi üzerinden henüz bir saat bile geçmemişken dedikleri aklımdan uçtu, gitti.
kahvaltıdan sonra rüya çok sevdiği pembe üzerine beyaz kalpli polar hırkasını giyerek evden çıktı, sonra geri dönüp kuzenimin çocuklar için gönderdiği peynirli ev yapımı poğaçalardan bir tane daha istedi, bana birkaç defa baybay dedi, babasının elinden tuttu, merdivenlerden indi ve okula gitti.
eee ne var şimdi bunda... bilmiyorum. hayat bana böyle anlarda her zamankinden daha hoş geliyor o kadar. bu kadar basit işte rüyaların kuyruğu olmaz.
- burda kemik olmaz?
yasemin: evet olmaz (herhalde vardır ama çok yumuşak olduğu için olmaması bize daha mantıklı geliyor)

y: miinik rüüya, miinik rüüya kuyruğun neredeeee?
rüya eliyle poposunu göstererek,
- yüyaların kuyruğu olmas. çocukların kuyruğu olmas. fillerin olur.
...
rüya: bu dün gece uyumadı biliyor musun?
y: niye?
r: baksana gözleri açık, gözlerini hiç kapatmadı
devamında başka tatlı şeyler de söyledi, o sırada unutmayım diye düşünmüştüm ama şimdi üzerinden henüz bir saat bile geçmemişken dedikleri aklımdan uçtu, gitti.
kahvaltıdan sonra rüya çok sevdiği pembe üzerine beyaz kalpli polar hırkasını giyerek evden çıktı, sonra geri dönüp kuzenimin çocuklar için gönderdiği peynirli ev yapımı poğaçalardan bir tane daha istedi, bana birkaç defa baybay dedi, babasının elinden tuttu, merdivenlerden indi ve okula gitti.
eee ne var şimdi bunda... bilmiyorum. hayat bana böyle anlarda her zamankinden daha hoş geliyor o kadar. bu kadar basit işte rüyaların kuyruğu olmaz.
*
cem rüya kadardı:
Friday, October 4, 2013
Rüya 3. :: Forever Young
May God's blessing keep you always,
May your wishes all come true,
May you always do for others
And let others do for you.
May you build a ladder to the stars
And climb on every rung,
May you stay forever young.
May you grow up to be righteous,
May you grow up to be true,
May you always know the truth
And see the light surrounding you.
May you always be courageous,
Stand upright and be strong,
May you stay forever young,
Forever young, forever young,
May you stay forever young.
May your hands always be busy,
May your feet always be swift,
May you have a strong foundation
When the winds of changes shift.
May your heart always be joyful,
May your song always be sung,
May you stay forever young,
Forever young, forever young,
Etiket:
fotolar,
güzel şeyler,
meşaz,
rüya'nın günlüğü,
video
Wednesday, July 24, 2013
hansel'le gretel
rüya, kolunun altında kedisi, fırat'la şehrin şimdilik kurtarılmış bölgelerinden koşuyolu'ndaki validebağ korusu'nda yürüyüşte.
aylardan nisan.
aylardan nisan.
rüya ile fırat'ın abileri arasında 1 yaş var, bundan 6 sene evvel anneler ve abiler bu blog aracılığıyla tanışıp arkadaş oldular. ufaklıklar ise bundan 4 sene sonra anne karnındayken görüşmeye başlayıp (ordayken harvey karp'ın seminerine de gittiler) birbirlerinin ilk arkadaşı oldular. bugün onlara gideceğimizi duyan rüya "yaşasın! çok seviyorum ben fırat'ı. en çok onu seviyorum." dedi.
*
Sunday, July 14, 2013
rüya ol.
seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir. bu savaş bir başladı mı artık hiç bitmez.
e.e. cummings
rüya 2 yaş 8 ay
*
Tuesday, July 2, 2013
tatilin istanbul'daki ilk günü
öğlen
bilen bilir yazdan hiç hazzetmem. uzun günleri değil uzun geceleri, sıcağı değil soğuğu severim. önümüzde uzanan 2,5 aylık yaz tatili ise tüy dikiyor sevmediğim bu sıcak mevsimin üzerine. ama karamsar değilim, en azından bugün değilim. istanbul'a dün gece geç saatte döndük. eşyaları eve taşırken yağmur bastırdı. güzel karşılama. çocuklar hemen uyudular. biz de balkonda yağmuru izleyerek eve dönerken aldığımız biraları içtik. iyi bir başlangıç.
bugün çok geç uyandık. geç kahvaltı öğle yemeği saatine denk geldiği için bugünlük bir öğünden yırttım. şimdi mutfak masasında bunları yazarken ben, cem tüylü ve öfkeli kuşlar hakkında 50 gerçek hikaye kitabını okuyor, rüya yere serdiği masa örtüsünün üzerinde atıyla oynuyor. bir gün de böyle geçiyor, gidiyor. güzel aslında.
bilen bilir yazdan hiç hazzetmem. uzun günleri değil uzun geceleri, sıcağı değil soğuğu severim. önümüzde uzanan 2,5 aylık yaz tatili ise tüy dikiyor sevmediğim bu sıcak mevsimin üzerine. ama karamsar değilim, en azından bugün değilim. istanbul'a dün gece geç saatte döndük. eşyaları eve taşırken yağmur bastırdı. güzel karşılama. çocuklar hemen uyudular. biz de balkonda yağmuru izleyerek eve dönerken aldığımız biraları içtik. iyi bir başlangıç.
bugün çok geç uyandık. geç kahvaltı öğle yemeği saatine denk geldiği için bugünlük bir öğünden yırttım. şimdi mutfak masasında bunları yazarken ben, cem tüylü ve öfkeli kuşlar hakkında 50 gerçek hikaye kitabını okuyor, rüya yere serdiği masa örtüsünün üzerinde atıyla oynuyor. bir gün de böyle geçiyor, gidiyor. güzel aslında.
*
akşam
öğleden sonra cem'e rüya uyuduktan sonra birlikte film izlemeyi teklif ettim, sevindi. aklımda mubi'de gözüme çarpan koyaanisqatsi'yi izlemek vardı. filmi yıllar evvel onur'la izlediğimizde çok etkilenmiş, ilerde cem ile birlikte bir kez daha izleriz diye konuşmuştuk. o günün bugün olduğunu düşünmüştüm ama değilmiş maalesef.
cem rüya'yı uyuttuktan sonra (evet, rüya'yı bazen cem uyutuyor) sevinçle "hazır mıyız?" diye sordu. filmden önce fragmanı gösterdim. cem başka bir film izleyelim dediyse de, "bu film önemli, çok farklı, görmelisin" diye ısrar ettim, itiraz etmedi, biraz gönülsüzce de olsa izlemeye başladı. ilk 10 dakikadan sonra dikkatini vermiş, filmi alışkın olmadığı temposuna rağmen takip edebilmeye başlamıştı. ne olduysa 30 dakika civarında oldu, önce "ben çok üzüldüm, ağlıycam" dedi sonra gözleri doldu. filmi büyük bir pişmanlıkla durdurdum ve hemen aklıma şu post geldi, yorumlarda çokbilmiş ve müge'nin dediklerini hatırladım ama artık çok geçti. o zaman dedikleri üzerinde düşünmüştüm ama onlara katılmamıştım, haklılarmış. halbuki o kitabı okuduğumuz sırada da endişelenip başını yastığa gömmüş cem. didaktikliğim ağır basmış, anlamamışım.
filmi durdurduktan sonra biraz konuştuk. "en başta kimse yoktu, ortalık bomboştu ve sonra geldiler, bozuldu" dedi, başka da bir şey diyemedi üzüntüden. ben de "en baştan seni dinleseymişim keşke, bu filmi daha sonra bir zaman izlerdik" falan diyebildim ancak. ağırlaşan havayı dağıtmak için ne yapabileceğimi düşünürken "biraz kitaplara bakalım mı?" diye sordu. yaklaşan doğumgünü için kitap seçip sipariş verdik ve yarın akşam bugün isteyip de sayemde izleyemediği e.t.'yi izlemeye karar verdik. bu filmi ben de onun yaşındayken izlemiştim. uyku vakti geldiğinde "bir el solo test oynayıp uyuyacağım" diyerek odasına giderken mutlu görünüyordu.
Wednesday, May 29, 2013
buralar eskiden hep meyvelikti*
dün rüya'yla parktan dönerken önce bizim evin karşı kaldırımındaki karadut ağacını farkettik, dut toplarken yanıbaşındaki kiraz ağacını, bir merdiven getirsek toplasak şu kirazları derken de merdiveni gördük. tepesinde bir adam kiraz topluyordu. ağaçtan dökülenleri toplamaya çalışırken yanımıza geldi ve topladıklarından bize iki avuç dolusu verdi. kirazları çantaya doldururken rüya arada yere, bazen de kafaya düşen karadutları yiyordu. ben çocukluğumdan beri dut sevmem, tatlı geliyor. sonra bir sürpriz daha: kirazın yanındaki ağaç erik ve en alttaki dallarına kadar erik dolu. çantanın aldığı kadar eriği de topladık.
burası gökdelenlerin, alışveriş merkezlerinin, plazaların semti.
semtin eski evlerinin bulunduğu sessiz sakin sokaklarından birinde hala meyvelerle yüklü ağaçların olduğunu keşfettiğimiz, meyveleri toplayıp komşularla paylaştığımız bir gün olarak hatırlansın bugün.
rüya kirazı ısırdıktan sonra "bu armutluymuş." dedi.
işte topladığımız iki tabak meyve.
cem'in okuldan eve dönmesini bekliyorlar.
* komşunun, buralarda meyve dolu ağaçların olmasına şaşırdığımı duyunca söylediği.
eskiden buralar dutluktu derler ya, şimdi buralar plazalık, avmlik. çok yakında büsbüyük bir yenisi daha açılıyor. rezidıns+moll. ne mutlu ki kalan ağaçlar hala meyve dolu. bu arada bugün bizim organikçi dükkanın sahibesinden geçenlerde büyük heyecanla bahsettiğim vişne ağacının aslında kiraz ağacı olduğunu öğrendim. vişne için daha erken zaten, değil mi?
Thursday, May 16, 2013
bugün :: manzara, vişne ağacı ve kitap
bugün nicedir ilk defa kendime ayıracak 1-2 saatim oldu. günlerdir arabayı aynı yere park ediyordum ama bugüne kadar çevreye bakacak fırsatım olmamıştı. dümdüz yürüsem, orada ne vardır dedim ve yürümeye başladıktan sadece bir dakika sonra bu manzarayla karşılaştım.
yıllar sonra yeniden bir manzaraya karşı nefesim kesildi. ağzım gerçekten açık kaldı, gözlerim doldu, taştı. oradan ayrılmadan evvel çektiğim ve size gösterebildiğim fotoğraf maalesef gerçeğinden çok uzak. karşımda göz alabildiğine uzanan boğaz, sabah güneşiyle parlayan deniz ve tek tük balıkçı tekneleri. öğrencilik yıllarımdan sonra belki de ilk defa istanbul'da olmanın böyle bir şey olduğunu yeniden hissettim. öğrenciyken istanbul'un en güzel yerlerine giderdik, daha önce hiç binmediğimiz belediye otobüslerine biner şehir turları yapardık. taşradan geldiğimiz için her şey, her yer yeniydi bizim için. böyle büyülendiğim manzaraları ilk o zamanlar görmüşümdür. muhteşem bir şehir burası. çoğu zaman kaosu ve karmaşasında yutulup gidiyor olsam da değer buna.
bugün cem'i okuldan aldıktan sonra mutfak alışverişi için hemen her gün uğradığımız dükkanın önündeki ağaçtan sallanan vişneleri farkettik. biz daha ağacın vişne ağacı olduğunu bile bilmezken bazı vişneler olgunlaşmıştı bile. çocuklar tatmak isteyince ağacın altında bir süre mola verip dalından kopardığımız vişneleri yedik. çocuklar için bir ilkti dalından meyve ve hatta sanırım vişneyi de ilk kez tatmış oldular. beğendiler. rüya tekrar tekrar yemek istediği için bir türlü ayrılamadık ağacın altından. şehrin ortasında bugüne kadar farkına bile varmadığımız yüklü mü yüklü bir vişne ağacı.
cem okumayı öğrendikten kısa bir süre sonra artık onun için kitap okumama gerek olmadığını söylemişti.
cem: ben kendi kitabımı kendim okuyabiliyorum artık, bana kitap okumana gerek yok.
yasemin: yaa? emin misin, ben yine de okuyabilirim istersen.
c: istemiyorum.
net. oysa ben çocukken sevdiğim veya yeni çıkan merak ettiğim kitapları onunla beraber okumaya bayılıyordum. bundan 2 sene sonra, bu ders yılının başında ilgimi çeken bir kitabı birlikte okuyup okuyamayacağımızı sorarak şansımı denedim ve olumlu yanıt aldım. böylece yeniden okumaya başlamış olduk. bu gece bitirdiğimiz kitap buydu. ikimiz de severek ve eğlenerek okuduk. ilkokul çağındaki çocuklara ve büyüklerine öneririz.
cem: ben kendi kitabımı kendim okuyabiliyorum artık, bana kitap okumana gerek yok.
yasemin: yaa? emin misin, ben yine de okuyabilirim istersen.
c: istemiyorum.
net. oysa ben çocukken sevdiğim veya yeni çıkan merak ettiğim kitapları onunla beraber okumaya bayılıyordum. bundan 2 sene sonra, bu ders yılının başında ilgimi çeken bir kitabı birlikte okuyup okuyamayacağımızı sorarak şansımı denedim ve olumlu yanıt aldım. böylece yeniden okumaya başlamış olduk. bu gece bitirdiğimiz kitap buydu. ikimiz de severek ve eğlenerek okuduk. ilkokul çağındaki çocuklara ve büyüklerine öneririz.
Tuesday, May 14, 2013
anne bunu nasıl yapıyor?
bugünkü okul nöbetimde bana yarenlik eden kitap: anne bunu nasıl yapıyor? son derece hafif, kısa kısa bölümlerden oluşan bir öğüt kitabı. şu anda tam da ihtiyacım olan şey. kendimi çok zorlanmadan elimdeki kitaba vereyim, yarım günlük okula alışma mesaimi sıkılmadan geçireyim, tam bak bensiz ne güzel takılıyor derken "anneee!" diye kopan çığlıkla hayalkırıklığına uğramayım, günlük hayatında olmadık zorluklarla karşılaşan tek anne bak ben değilim gibi ihtiyaçlarımı başarıyla karşılıyor.
hayatımın her döneminde olduğu gibi kitaplara dayanıyorum bugünlerde de. insana iyi gelecek bir kitap her zaman var, arayıp bulmak lazım. bu kitabı normal şartlar altında yeni çıkanlar arasında görmüş olsam, ebeveyn kitaplarına duyduğum ilgi epeydir sönmüş olduğundan hiç ilgimi çekmeyebilirdi, raftan alıp içine bakmayabilirdim ama tam da elimdeki bahçe annesi kitabım bitmek üzereyken bir yenisini görünce gözlerim parladı. mutlaka alın okuyun demiyorum, sadece benim karşıma doğru zamanda çıktı, onu söylüyorum.
belki bir postu sırf rüya'yı okula alıştırırken okuduklarıma ayırabilirim, o zaman bu ilk kopuş sürecinde nasıl bir tünelden geçmekte olduğumu daha iyi anlatabilirim. aslında alışma işi ikimiz için de fena gitmiyor; heyhat dakka 1 gol 1, rüya'nın okula başladığı bu yemyeşil bahar ayında, hiç beklemediğimiz anda bizi vuran bir hastalık hikayemiz oldu bile. onu da sonra anlatırım.
*
kitabın "çocukların hatırladıkları" başlıklı bölümünden:
çocuklarınıza bakmak için her gün yaptığınız şeyleri ve büyüdüklerinde hayatlarıyla ilgili neyi hatırlayacaklarını hiç düşündünüz mü? ...
...
... annemin hiç haberi yoktu ta ki 38 yaşındaki kardeşim bugün bile ne zaman yulaf kokusu alsa soğuk kış sabahları ailecek mutfakta oturmalarımızı, annemin kahkahalarını ve sevildiğini hissedişini hatırladığını söyleyene kadar.
yani biz anneler yaptığımız hangi küçük şeyin çocuklarımızın kalplerinde bir hatıra yaratacağını asla bilemeyebiliriz. çocuklarımızla vakit geçirmek ya da evle ilgili güzel hatıralarla okula göndermek için bir şeyler yapıyoruzdur belki. çabalarımızın vakit kaybı olduğunu düşündüğümüz birçok zaman olabilir, yani çabalarımızı kimsenin fark etmediğini düşündüğümüz. takdir edilmiş hissetmeyebilir ya da beklediğimiz teşekkürü alamayabiliriz. yine de bu küçük şeyleri yapmaya devam ederiz, belki de bugünün çabalarının yarının geleceğine ve muhtemelen yaşam boyu hatırlanacak bir anıya dönüşebileceğini biliyoruzdur.
Her gün çocuklarımın hatırlayacağı bir tecrübe yaratma fırsatı vardır.
Etiket:
alıntı,
annelik/babalık,
eğitim/okul,
gündelik,
kitaplar,
rüya'nın günlüğü,
yasemin
Monday, May 13, 2013
üç teker bisiklet
bugünlerde rüya'ya 3 tekerlekli bir bisiklet almayı istiyorum. bulma ihtimalim yok ama pinterest'te karşıma çıkan şu kırmızı bisikleti alabilmeyi isterdim doğrusu. aslında rüya'nın cem'den kalma son derece dandik, plastik bir üç tekeri vardı. bim'den 7 sene evvel 19 liraya almıştık ve ben onu diğer bebek eşyalarıyla birlikte kapladığı yere rağmen rüya için senelerce saklamıştım.
rüya 2 yaşına gelince bisikleti çıkardım ama cem ona birden mal bulmuş mağribi gibi saldırdı ve günlerce tepesinden inmedi, okuldan gelir gelmez ilk işi onunla evi turlamak oluyordu. bu sırada rüya da "o benim bisikletim" diye bağırarak onun peşinden koşuyordu tabii. neyse, cem yetmedi, eve gelen arkadaşları da bisikletten ilgilerini esirgemediler. sonuçta senelerce sakladığım bisiklet rüya'ya yar olamadan cem'in ellerinde parçalandı gitti.
şimdi rüya'ya güzel bir üç teker arıyorum ve ortalık plastiklerden geçilmediği için bulamıyorum. benim onun yaşlarındayken kırmızı bir üç tekerim vardı, yukardaki kadar şık değilse de bugünkü plastikler gibi de değildi.
bu arada anneanneye, hediye alacağı zaman plasmacar almasını söyledim. şimdi bir oyuncakçıda rüya'ya denetip hoşuna giderse alacağız. 110 kiloya kadar taşıdığı için cem hatta onur bile kıramaz bunu, hepimiz binebiliriz. plasmacar alan var mı aranızda, varsa tecrübelerinizi yazar mısınız? bisiklet öneriniz varsa, onu da yazarsanız sevinirim.
arşivden:
Thursday, May 9, 2013
daha dün annemizin (anaokulunda ilk günler)
bugün: şimdi okullu olduk. mu acaba?
okula alışmada 4. günü devirdik. önce bugünkü izlenimlerim. hemen arkasından okuyacağınız yazıyı pek parlak geçmeyen 2. ve 3. günlerin ardından yazmıştım. bugünse güzeldi, dolayısıyla daha iyimser ve rahatım; iyi ki başladık modundayım. ancak mehter modeli bir şey okula alışmak; bir gün süper geçti derken ertesi gün ipler kopabilir, tam oldu derken kendinizi birden filmin en korkunç sahnelerinden birini yeniden izlerken bulabilirsiniz. okulun ilk günlerinde ayarlar çocuk için çok ince, pamuk ipliğine bağlı. yanlış bir sözcük, minicik bir hareket bir çuval inciri bir saniyede berbat eder. bundan 35 sene önce anaokuluna başladığımda benim için öyleydi, 6 sene önce cem için öyleydi ve bugün rüya için de böyle bu.
bugün çok tatlı bir kız çocuğu, ben bankta mal gibi oturmuş koşturan çocukları izlerken, birkaç gündür sürmekte olan okul nöbetimin verdiği aşinalığın sayesinde yanıma yaklaşıp
- senin oğlun nerde, oğlun?
diye sordu. rüya'yı yolda belde gören herkes erkek zannediyor doğduğundan beri. kızın sorusu içimi eritti. o anda ona sarılmamak için kendimi zor tuttum. biraz ötede kendi başına takılan rüya'yı gösterdim, koşarak yanına gitti. konuşmaya başladılar. kız rüya'nın tişörtündeki pullara dokundu ve sonra tekrar yanıma geldi, tam önümde durdu, yüzüme bakmaya başladı.
yasemin: sen oğlun demiştin ya, o aslında benim kızım
kocaman mavi gözleri büyüdü:
- o senin kızın mıydı?
- evet, tişörtüne baktın değil mi sen onun? ben de senin elbisene hayran kaldım. (ahh elbise giyen çıtıpıtı kız çocukları da var bu hayatta)
*
2 gün önce: alışmak sevmekten daha zor geliyor
rüya anaokuluna başladı demiştim. 3 yarım gün işte ama alışsın diye bu hafta her gün gidiyoruz. aslında içim çok rahat değil. sıcak yaz günlerinde çok bunalacağımızı düşünerek girdim bu topa ama doğrusu kızımı okula yollamayı pek de istemiyordum, doğruya doğru. ağustos'ta okulu tatil. mayıs, haziran'ın yarısı ve temmuz boyunca gidecek. bu arada cem'le ikimize biraz başbaşa vakit + cem'e evde rüya'nın müdahaleleri olmadan geçirebileceği 3 yarım gün, rüya'ya da güzel bir bahçede yaşıtlarıyla doyasıya oyun imkanı diye düşünmüştüm ama bakalım nasıl olacak? zira şu an alışma evresindeyiz.
bu alışma dönemi benim için rüya için olduğundan daha zorlu bir dönem. kuşun kanadındaki yelden, havadaki nemden ve bilumum hareketlerden hemmen etkilenen hassas ve alercik ruhum yıpranıyor a dostlar. çünkü bu işler sosyallik işleri, her gün kamfırt zonumun dışında, okulda epey bir zaman geçiriyorum. zor işler bunlar benim için. hayır, bulup bulabileceğim en bizim kafaya uygun ve tanıdık yerdeyim. karışılacak görüşülecek bir şey yok, karışmıyorum da zaten. bir okulu bulup tamam diyene kadar bin dereden su getirdiğim doğru ama ondan sonra her şeyi yakın takip etsem de, ona buna karışmak, şurası şöyle, burası böyle diye yakınmak, şurası yetersiz, armudun sapı, üzümün çöpü demek adetim değil. artısı ve eksisiyle her şeyini bilerek kabul etmiş, çocuğumu kaydettirmişimdir, artısı eksisinden bence fazladır, daha iyisi de yine bence yoktur. konu kapandı, bu kadar. okulun veli müdahalesine açık olmayanını tercih ederim zaten. baştan bana ne vaad ettiyse onu sunsun, veli öyle istedi diye bir gün onu, sonraki gün bunu değiştirmesin. ama şu anda içim pır pır. tam alışıyorken ya yanlış bir hal vuku bulur da rüya aniden ortamdan soğursa diye kafamda yazıp duruyorum bir şeyler. düşününce ne kadar gereksiz. cem de buranın karşıdaki şubesine gitmişti. bildiğim, tanıdığım, güvendiğim, sevdiğim yer işte. bahçe de kocaman, daha ne?
amaaaan aslında ortalıkta 4+4 münasebetiyle olduğunu tahmin ettiğim "2 çok geç" rüzgarları çoktan esmeye başlamış olsa bile bana sorarsanız bu yaşta (rüya eylül'de 3'ü dolduracak) hala en güzel yer ev valla, bir de bahçe ve çocuklarla yaşıt çocuklar olsaydı apartmanda. şu büyük şeherde, aralarında yaş farkı olan iki apartman çocuğuyla yaz tatili geçirme işi yok mu? cem yaz okulu sevmez, hiç gitmedi, bir kere bile. hak vermiyor değilim ona, kış okulu yetmedi mi? cem de bencileyin evcil insan, hiç sıkılmaz evde. burcu yengeç olanlar evcimen olur derler, doğru olabilir, cem yengeç, ben değilim gerçi. rüya ise pek çekmemiş bize. kış okulunda ne yapar bilinmez ama şimdiden yaz okullarının gediklisi olacak gibi bir hali var.
bütün bunları az önce okuduğum bir cümle için yazdım aslında, bugünlerde aklımda yanıp sönen bir cümleymiş, okuyunca anladım: Bir anne, kendisinden başka kimseye güvenemez. bugün bu okul işi yüzünden derin bir güven bunalımına hapsolmuş durumdayım, yarına geçmesini umuyorum. muhtemelen gereksiz ve kendi kendime yarattığım bir bunalım ama gerekli de olabilir. yazının konumuzla ilgisi yok ama belki vardır, neden olmasın? neyse. cümle şu yazıdandı.
bu da geçer ya hû
*
guşu yuvadan hafif hafif uçuruyoruz. bu da büyüdü, iyi mi?
Wednesday, April 17, 2013
ben prenses değilim
rüya'yla birlikte cem'i almış okuldan çıkarken cem'in arkadaşlarından birinin annesiyle karşılaştık. arkadaşın annesi rüya'yı görünce ona doğru eğilip "prenses!" diye seslendi.
gerçekten de değil. abiden kalma gri eşofman altı (giymeyi kabul ettiği az sayıda parçadan biri*), anne kesimi kısacık saçlar, sarı yağmurluk ve elindeki kocaman peluş atıyla o anda prensese değil prense daha çok benziyordu. kahverengi atlı prens.
arkadaşın annesi: nesin peki?
rüya: PRENSES DEĞİLİM!
kapıdaki güvenlik görevlisi: barbie bebek
iç sesim: obaaa, ne yapıyorsunuz yahu. kriz çıkartacaksınız şimdi. patlarsa yanarız.
dış sesim (rüya'ya duyurmamaya çalışarak): yok yok, barbie de değil, demeyin öyle, duymasın, kızacak şimdi. etek, elbise falan da giymez. o yüzden... yani... kızıyor işte.
arkadaşın annesi: peki ne diyelim biz sana?
yaklaşan tehlikeyi sezen cem: rüya. rüya deyin.
rüya: üya.
*
diğer yandan fincan takımlarıdır, çay partileridir, atına ve kedilerine (artık iki tane!) anneliktir, danstır, baledir, şarkı söylemektir, bunlara meraklı. bale okuluna gitmek için büyümeyi bekliyor. "sen başbalerinsin" deyince bir havalara giriyor. tütü giyecek misin, diye soruyorum, biraz tereddütle de olsa "giyerim" diyor. giyecekmiş, göreceğiz.
Subscribe to:
Posts (Atom)