Showing posts with label filmler. Show all posts
Showing posts with label filmler. Show all posts

Tuesday, August 12, 2014

Haftalık Planlar

8/8/2014 Cuma

Bugün radyoda sunucu "önümüzdeki hafta sıcaklıklar çok yükselecek." dedi. Yaz, sıcaklıklar çok yükselmeden de zor bir mevsim zaten… ya neyse, kendimden sıkıldım artık. Evet yaz, evet tatil, evet çok uzun, zor… tamam. Ayrıca yazın beklediğimden daha rahat ve neşeli geçtiğini kabul etmeliyim. Dırlanma azaldıkça tatil güzelleşiyor, yeni (ve geç!) keşfim.

Bugün Cem'i satranca götürüyordum, dönüşte parka uğrayalım dedik Rüya'yla. Daha doğrusu ben dedim; Rüya uzaktan başlayan gökgürültüsünün devamında olacakları tahmin ettiği için pek istemedi. Sonuçta henüz yağmur yok, hazır hava serin, rüzgarlı biraz dışarıda takılırız derken birden bastırdı yağmur. Arabaya koşana kadar elimizdeki şemsiyeye rağmen iliklerimize kadar ıslanmıştık. Rüya ilk defa böyle bir sağanağa maruz kaldığı için ıslanırken bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Eve girer girmez "dondum dondum" dedi, sahiden de donduk çünkü yağmura sert bir rüzgar eşlik ediyordu.

"Sıcaklıkların çok yükseleceği" önümüzdeki haftaya şöyle bir bakalım, neler yapabiliriz:

Cem hafta içi her gün 13.00'e kadar yaz okulunda, branşı masa tenisi. Planlar 13.00'ten sonrası için...

* Ufukta iki adet çocuklu arkadaş buluşması var. Bunlar tabii ki ev ortamında gerçekleşecek olan buluşmalar. Neden? Çünkü apartman çocuklarıyız ve ağaçsız, gölgesiz parklarımızı yaz döneminde ancak güneş battıktan sonra kullanabiliyoruz.

salon ve seanslar için TIK

* Bu hafta vizyona giren bir film var. Üçümüz (artık Rüya da sinemaya gidebiliyor!) ona gidebiliriz: Miniscule, Fransız. Fragmanını Cem'e izlettim, giderim dedi, çok sevindim. Nicedir animasyonlara bebeklere göre diye gitmek istemiyordu. Sordum, diğer yaşıtları da 10 yaş itibarıyla eskiden olduğu gibi her animasyonu ilginç bulmuyor.

* Yeni tanıştığı ve çabucak kaynaştığı arkadaşıyla bir buluşma ayarlayabiliriz. Bu buluşmanın outdoor olma ihtimali yüksek. Sevindirici.

* Cuma masa tenisi sonrası satranç var, ardından dışarda yemek ve kitapçı ziyareti? Olabilir…

Geçti bir hafta daha.

Çocuklarla yaz tatiliniz nasıl geçiyor? Herkes mi İstanbul dışında ya, şehir için değişik fikirleri olanlar lütfen yazsın. Siz neler yapıyorsunuz?

Wednesday, August 6, 2014

Pıtırcık Tatilde



Gösterime girdiği haftasonunda izlediğimizden beri söyleyeceğim, neyse ki hala vizyonda, Pıtırcık Tatilde'yi kaçırmayın. Çocuklarınızla veya tek başınıza, hele de zamanında Pıtırcık'ı okumuş ve benim gibi çok sevmişseniz, bu renkli, retro filmi görmelisiniz. Biz Cem'le ikimiz gittik, çok beğendik.

Cem sinemaya gitmeden evvel, önceden defalarca izlediği ilk Pıtırcık filmini evde yeniden izledi. İlk filme 4 sene önce Onur'la giderken Cem'i götürmemiştik çünkü o dönem henüz anasınıfında olan Cem'in filmi baştan sona izleyebileceğinden emin olamamıştık. İlk film de çok güzeldir, izlemediyseniz dvd olarak bulunuyor.



film çıkışı kitapçıya!

*

Thursday, July 10, 2014

Haftasonu için Film Önerisi :: Locke


Haftasonu için bugün izlediğim bir filmi önermek istiyorum: Locke. 13 Haziran'dan beri Başka Sinema salonlarında gösterilen film yarından itibaren bir hafta daha vizyonda. Onur'un haftalar önce erken gösterimde seyredip ısrarla izlememi istediği filmi, arkadaşlarım da görüp önerince, bugün sinemaya koşarak gittim. Sinemada izlediğim için çok mutluyum ben, ama vizyonda yakalayamasanız bile izlemeden geçmeyin bu filmi.

Seanslar linki burada, bugün perşembe, yarın (11 Temmuz Cuma) itibariyle seans saati değişecek.

Friday, June 13, 2014

Bütün meselen ne senin biliyor musun?

Sen acı çekmemek için kendini kandırmayı tercih ediyorsun.


Kış Uykusu(Fragman)

Bugün sürpriz şekilde, gösterime girdiği günün ikinci seansında, Kış Uykusu'na gitme fırsatı çıktı karşımıza.

Karne günü olduğu için okul yarım gündü, Cem'i okuldan almaya gitmiştik. Okul çıkışı Cem'in en yakın arkadaşları ve aileleriyle okulun karşısındaki kafede yemek yedik derken Cem arkadaşına gitmek istedi. Ta hafta başından karne günü öğleden sonra üçümüz bir şeyler yaparız diye planlamışken, Cem'in arkadaşına gidişiyle Onur'la aniden gün ortasında başbaşa kalakaldık, Rüya da okulda. Nadiren yaşadığımız bir durum. Ne yapalım diye düştüğümüz bir anlık boşluğun ardından Onur filmin bugün vizyona girdiğini hatırlatınca derhal 5 dakika mesafedeki sinema salonuna koştuk. Şansımıza seansın başlamasına çok az kalmıştı, filme girdik.

Ve bir Nuri Bilge Ceylan filmi daha böylece geride kaldı. Üzerinde konuşulacak detaylarıyla, hakkında yazılacak yazılar, belki de çıkacak kitaplarla. Aramızda durmadan evirip çevirdiğimiz meseleleri, sinema tarihimizin en iyi filmlerinden biri aracılığıyla karşımızda görmek bizi... ne desem burada... bizi? Filmin mesele edindiği noktaların asli meselelerimiz olduğuna bir kez daha ikna etti bizi. Kişisel çatışmalar, sınıfsal ve kültürel çatışmalar, düşündükçe yenilerinin farkına varılacak gülünç insani zaaflar...

Nuri Bilge Ceylan'ın önceki filmlerinde de karşımıza çıkan kaçış, yüzleşme, inkar gibi biz Türkler'e çok netameli gelen konular etrafında ördüğü yeni filmi görmek isteyen herkesin avucuna kendisiyle ve yaşadığımız ülkeyle ilgili sonsuz malzeme bırakıyor. Filmden çıktıktan sonra bu malzemeyle ne yapacağınız size kalmış. Gördüğünüz ilk çöp kutusuna atıp her şeyi unutmak, filmi izlediğiniz avmnin koridorlarında bir vitrin yolculuğuna çıkmak ya da filmin sahneleri ve repliklerini tekrar tekrar döndürerek bir müddet yaşamak, düşünmek, yüzleşmek yapılabileceklerin bazıları.

Filmi izleyip ustalıkla yaratılmış karakterlerin günlük hayatları içinde yansıttıkları zaaflarını, kaçışlarını konuşmak kolay. Yönetmenin önceki filmlerini izledikten sonra da yaptığımız gibi. Peki izlerken karakterlerde yansıyan yüzlerimizi görebilecek miyiz, yoksa içten içe gerçeği bildiğimiz halde (yoksa o kadarını bile mi bilmiyoruz?) yine acı çekmemek için milli sporumuz kendini kandırmanın/inkarın karanlık sularında yüzmeye devam mı edeceğiz? Kusurlar hep başkalarındadır ya, o yüzden.

Friday, May 9, 2014

Azıcık da disconnect olalım lütfen!

Onur geçen hafta Sıfır Teorisi'ne (Zero Theorem) gitti, "Bir Brazil değil ama gördüğüme memnunum." diyerek döndü. İzlemeyi düşünen varsa tavsiye ediyor. Ben izlemedim, Tilda Swinton'a rağmen de pek izleyesim yok bugünlerde ancak bu durum, filmin yönetmeni Terry Gilliam ile film üzerine yapılan röportajdan alıntılar yapmama engel değil. Röportajı, festival günlerinde okuduğumdan bu yana buraya eklemek aklımda ama o sıralar blogdan, sadece blogdan değil internetten de uzaktım. Akıllı telefonum da olmadığı için günlerce internetten uzak durabildim. Söylemeden duramayacağım, ben kendime almazken, Cem yaşlarındaki çocuklarının (10-11, hatta daha küçüklerin bile kendi telefonları olduğunu gördüm) ellerine bu telefonlardan tutuşturanları anlamıyorum. İstiyorsa istesin, hayır, bitti gitti. Bir hayır diyememe hali. Gerçi belki almayı isteyen anne babalar da olabilir. Neyse, bir süredir internet mesaim çocukların okullarından gelen maillere bakmak için, o da her gün değil gün aşırı, çok hızlı bir mail kontrolünden ibaretti. Bundan böyle mail kontrol ve blog yazmayı hariç tutarsam "bir şeye bakıp çıkacaktım" diye bilgisayar başına oturmamanın çok yararını göreceğimi düşünüyorum. Yapmak istediğim pek çok şey için daha fazla vakit yaratabilmek bile yeterli bir sebep. Sosyal medya olayına blog dışında hemen hiç bulaşmamıştım zaten, bir feysim bile yok.


Bu konudan bahsetmemin nedeni Terry Gilliam'ın filminin bunlarla da ilgili oluşu ayrıca röportajda "Azıcık da disconnect olalım lütfen!" demiş. Bunu tam disconnect olduğum günlerde okumak çok hoşuma gitmişti. Azıcık disconnect olsak ölmeyiz, ölünmüyor gerçekten. Görmemeye, görülmemeye neden katlanamıyor zamane insanı, onu da tam çözemedim; çözülemeyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor işte böyle...

*





Tuesday, May 6, 2014

Vizyondan :: Aşk Bilmecesi


Sinemada izlemeyi istediğim Aşk Bilmecesi'ni, sinemaya gitmeye üşenince internette bulup berbat bir görüntü kalitesiyle laptop ekranından izledim bugün. Film yıllar önce festivalde gösterildikten sonra vizyona giren İspanyol Pansiyonu'nun devam filmiymiş. Hatta üçlemenin sonuncusu olduğunu okudum, arada bir de Rus Bebekleri diye bir film varmış. İspanyol Pansiyonu'nu Alkazar'da izlemiş olmalıyım, ikinci filmi izlediğimi hatırlamıyorum. İspanyol Pansiyonu'nda, Barcelona'da Erasmus öğrencileri olarak bulunan kahramanlar, şimdi 40 yaşa merdiven dayamışlar, New York'talar, kafaları ve hayatları karışık. Hazır 40'a iyice yaklaşmış olmaktan (nedenini hala tam çözemediysem de) muzdaripken eğlenceli bir seyirlik oldu benim için.

Filmde Audrey Tautou, eski sevgilisi erkek karaktere Skype'dan 40. yaşlarını, 10 sene evvel 30. yaşlarını kutladıkları gibi kutlamak istediğini söylüyor ama bunun bir şekilde mümkün olamayacağını duyunca yakınıyor:

Audrey: 40. yılımızı 10 yıl önce yaptığımız gibi kutlamak isterdim...
Adam: Siz kadınların nesi var? Hep geçmişi yeniden yaşamak istiyorsunuz.

Thursday, January 16, 2014

Walter Mitty'nin Gizli Yaşamı | The Secret Life of Walter Mitty (2013)



Gittiğimden beri aklımda neredeyse vizyondan kalkacak, sinemada görmenizi önereceğim bir film : Walter Mitty'nin Gizli Yaşamı.

Filmin vizyona girdiği haftasonu çocuklara üstbaş, ayakkabı almaya çabalarken her haftasonu oğluyla birlikte görüştüğümüz arkadaşımız aradı, yakınlarda bir yerdelermiş, "babalar oğullar sinema gecesine ne dersiniz?" diye sordu. Hemen bulunduğumuz yerde oynayan filmlere baktık. Onur Walter Mitty'nin çocuklar için de (biri 10, diğeri 11 yaşında) uygun bir flm olacağını söyleyince biletlerini bu filme aldılar. Film çıkışı herkes seçimden memnundu. Onur filmi beğenmişti, benim de mutlaka görmem gerektiğini söylüyordu.

O önermese gitmeyi düşünmeyeceğim bu filme hafta içi gitmeye karar verdim ve gittim. Birincisi, bu film mümkünse sinemada izlenmesi gereken bir film, ikincisi bence 9-10 yaş ve üzeri çocuklarınızla birlikte giderseniz pişman olmazsınız. Yalnız bir filme gitmeden evvel çocuklara internetten filmin fragmanını izletmenizi öneririm, sonra "beni bu filme neden getirdin?" demesinler; her ihtimale karşı. Cem artık animasyonlar yerine yaşına uygun diğer uzun metrajları tercih ediyor. Gidip beğendiği filmler arasında Hobbit (1&2), Life of Pi, Superman var, bu filmlere hep babasıyla birlikte gittikleri için diğerlerini hatırlayamadım, sorup eklerim sonra. 4. sınıfa geçtiğinden beri böyle oysa ben Rüya biraz daha büyüdüğünden onu sinemaya Cem götürür diye hayal ediyordum, bakalım belki yine de yapar.

Ben Stiller'in yönetip başrolde oynadığı filmin ofis/plaza sahnelerindekilere yakın olaylar bir zamanların insan kaynakları çalışanı olarak benim de başımdan geçmişti. Filmde Life dergisi online hale dönüşürken yaşanan yeniden yapılanmayı ve yeni patronlar eşliğinde işten çıkarmaları görüyoruz. Benim de Mitty'e benzeyen bir arkadaşım vardı, aynı bölümdeydik. Onun gibisine epey nadir rastlanır, çalışırken yanımda o olmasaydı ortam iyice çekilmez olurdu, eminim. İş hayatıyla ilgili hatırladığım pek çok karenin içinde o da var. Şimdi Amerika'da olduğu için hiç göremiyorum kendisini. Sakallı patron ve şürekasına ise Mitty'nin aksine plazalarda sık sık rastlarsınız, o kadar çok olmalarına hiç gerek olmadığı halde. Her neyse konu ofis tipleri değil tabii, filmi düşünürken zamanda yolculuk yaptım. Sonuçta, film bir iyi hisset filmi. Müzikleriyle ve oyunculuklarıyla, Ben Stiller'in sayesinde bu janrın düzgünlerinden biri olmuş.

*
filmin iyi bir sitesi var:

Tuesday, January 7, 2014

2013'te En İyi 10 Film

Geçen seneki gibi bu yıl en beğendiğim 15 film (bu postu taslaklarda kaç haftadır bekleterek, düşünerek ederek epey uğraştıysam da listeyi 10 film ile sınırlayamadım) herhangi bir sıralama olmaksızın şöyle:

la vie d'adele (Mavi En Sıcak Renktir)
jagten (Onur Savaşı)
jin
yozgat blues
conjuring (Korku Seansı)
dans la maison (Evde)
before midnight (Geceyarısından Önce)
blue jasmine (Mavi Yasemin)
searching for sugarman (Bir Şarkının Peşinde)
all is lost (Sona Doğru)
stoker (Lanetli Kan)
enough said (Başka Söze Gerek Yok)
the broken circle breakdown (Kırık Çember)
museum hours
stories we tell



Saturday, December 7, 2013

haftanın sinema önerileri

bugün hava çok soğuk, evdekiler nezle grip arasında gidip geliyorlar. odalarını topladım, çorbalarını pişirdim. bir ara evden kaçıp sinemaya gitmeyi bence hak ettim. bu hafta vizyona giren filmlerden üçü benim gidebileceğim filmler. bazen tek film bulamazsınız gidecek, bu hafta tam üç film var görülmeyi bekleyen. üçü de festivallerden duyduğumuz filmler. 

filmler hakkında fazla bir şey söylemeden hangileri olduğuna bakalım:


ne zamandır beklediğim yozgat blues nihayet vizyonda. başrolde ercan kesal var. işleri hal yoluna koyabilirsem önce buna gideceğim. yürüyerek gidebileceğim sinemada gösterildiği için ayrıca mutluyum. film hem başka sinema sinemalarında hem de vizyon filmleri gösteren sinemalarda. istanbul, ankara ve izmir ile aynı anda eskişehir ve konya'da da vizyonda.


yozgat blues sonrası ev durumları el verirse ve ikinci filmi izlemek için uygun halet-i ruhiyede olursam, bu filme de giderim. yozgat blues'dan çıkınca yürüyerek gidebileceğim kadar yakın başka bir sinemada oynuyor. bu filmi yakın tarihte duymuştum, filmekimi'nden olmalı.


ünlü yazar william saroyan'ın (1908-1981) memleketi bitlis'e yaptığı yolculuğa dair bir film. saroyan ermeni asıllı amerikalı yazar, ailesi bitlis'ten amerika'ya göç etmiş. lusin dink'in filmi başka sinema kapsamındaki sinemalarda, bana en yakını beyoğlu'nda.

Tuesday, November 26, 2013

biz olsaydık?

düşünmek zorundayız, filmdeki çocuklardan biri ben olsaydım, annelerden biri ben olsaydım...
anne ya da baba olan herkes sormalı kendine.

onu her zaman anlayıp sevebilir miydim?

... her zaman?

*

...“Ben öyle her şeye ağlayan biri değilim,” dedi öğrencim, “Ama bu filmde annelerin babaların çocuklarına sahip çıkmaları beni çok duygulandırdı. Kendi ailemden böyle bir kabul görüp görmediğimi düşündüm. Emin olamadım.”
Ben de aynı şeyden etkilenmiş ama başka bir yerden düşünmüştüm. Anne olsaydım bu kadar cesur olur muydum, diye sormuştum kendime. Çocuğumun arkasında durabilir miydim? Onu her zaman anlayıp sevebilir miydim? Bunları aklımdan geçirmiş ama söylememiştim. Öğrencim benden daha açık sözlüydü.

film üzerine bugüne dek okuduğum en iyi yazı: Meltem Gürle, Benim Çocuğum
*
benim çocuğum henüz izlememiş olanlar için yarın başka sinema'da. 

Monday, November 18, 2013

Günümüz çocukları eskilerinden beter mi?



geçenlerde evde ne okusam diye bakınırken ne zaman aldığımı hatırlamadığım bir çocuk gelişim kitabı gözüme çarptı. "ne zaman aldım bunu, gene tırıvırı bir şey herhalde" diyerek umutsuzca kapağını kaldırdım ve az yazılı bol çizimli ilginç bir kitapla karşılaştım. allah allah, ne zaman, nereden aldım, hiç bilmiyorum, neyse zaten bu sıralar hatırlayabildiğim şeylerin sayısı gitgide azalıyor. yorgunluktandır deyip geçmeye çalışsam da hafızama neler olduğunu merak ediyorum doğrusu.

kitap için TIK






bu kitapları yıllardır artık okumayacağım deyip dursam da dayanamayıp yine okuyorum. iyi de geliyor, yatmadan önce en az 15 dakika + sabah yataktan çıkmadan önce bir 10 dakika okuduğum takdirde okuduklarım günü daha sabırlı  şekilde geçirmeme yardım ediyor. sabrı, "ver allah'ım ver" diye mumla aradığım bugünlerde nerede bulabileceksem gidip oradan almam lazım. işte çocuk gelişimi kitaplarından vazgeçemeyişim bu yüzden. size garip gelebilir ama çocukların henüz ve hala çocuk olduklarını unuttuğum anları böylece asgari noktaya indirmiş oluyorum. kitap çocukların okul öncesi yıllarına odaklanarak bu zorlu dönemde sık yaşanan sorunlar için pratik çözüm önerileri içeriyor. illa ki okunmalı diyemeyeceğim ama ilk yıllarda yaşanan kriz halleri için anne babaya iyi gelmesi muhtemel yalnız değilim duygusu (bütün çocuklar benzer yaşlarda üç aşağı beş yukarı benzer şeyleri yaparak büyüyorlar. tavuğun komşuya kaz göründüğü gibi benimkiler keçi onlarınkiler kuzu falan değil ya da yaramazlık diye düşündüğüm halleri benim bir suçuma ceza olarak tepeden gönderilmedi) ve basit çözümler için isterseniz alın. parkta, yolda rahat okursunuz.




kitaptan

"Günümüz çocukları, öfkelerini, eskilere nazaran daha rahat gösterebiliyor gibi görünüyorsa bunun sebebi daha çok uyaran, daha çok seçim ve düşkırıklığıyla karşılaşmalarıdır.

Eskiden çocuklar süpermarketlerde çıngar çıkarmazdı çünkü eskiden süpermarketler yoktu. Televizyonu kapatınca yaygara koparmazlardı çünkü televizyon yoktu. Eskiden çocuklar en sevdikleri kahvaltı gevreğini unuttuğunu annelerinin kafasına kakmazdı çünkü o zamanlar kahvaltı gevrekleri de yoktu. Ne bu kadar seçenek vardı ne de bu kadar seçim olasılığı.

Bangladeşli veya Sudanlı çocukların bu kadar tutturmadığı kesin ama daha düşünceli ya da uslu oldukları için değil. Bunun tek nedeni tüketime dayalı bir toplumda yaşamamaları ve kahvaltıda gevrek yemeye alıştırılmamaları.

Değişen çocuklar değil çevreleri. Bazen çocuklarımızın böyle hiper uyarıcı bir ortamda yaşayacak donanıma sahip olmadığını unutuyoruz.

Onları sürüklediğimiz bu çevreye verdikleri tepkilerden ötürü cezalandıracağımıza stresle baş etmelerine, bilgilri ayıklayabilmek için "geliştirmelerine" yardımcı olmalıyız."

*

Wednesday, November 13, 2013

bu hafta

bu filmi gördüm. film kafamda dönmeye devam ediyor. ah mine'l-aşk.



başka sinema'yı duydunuz değil mi? beyoğlu sineması'nın fuayesi bugünlerde başka sinema sayesinde festivallerdeki gibi kalabalık. bu da bir nevi festival. bu ay hayatboyu ön gösterimine ve adele'e (mavi en sıcak renktir) gittim. bir de frances ha'ya gitmek istiyorum, umarım devam eder. aralık ayı programı da gayet sevindirici. takip edin, kaçırmayın. anadolu yakasında iki sinemada ve ankara'da da var.

... İstanbul’da üç, Ankara’da bir salon olarak faaliyete giren oluşum, her şeyden önce festivallerde hıncahınç dolan fakat piyasa gösterimlerinde nedense ışıltısı sönen ilginç küçük filmlerin, farklı hikayelerin, dev yapımlarla yarışamayacak yapımların pırıltısının yaşamasını sağlayacak... fatih özgüven/asgari seyirci mutluluğu...


bu kitabı hayal ettiğim gibi bir oturuşta olmasa da okudum ve yazarın yeni kitabını beklemeye başladım. yalçın tosun'un öykülerindeki tekinsiz havayı seviyorum.



kapağından etkilenerek aldığım büyükler ölünce toprağa gömülür'ün sonuna geldim. kapağının vaadettiği kadar iyi bir kitap. '60larda eskişehir'de yaşayan cem yaşlarında bir çocuğun gözünden aile ve hayat. kimileri çocukluğa özenir; ne güzel, dertsiz tasasız bir dönem der, öyle mi gerçekten? ben hiç özlemem hatta çocukluğumu hatırlamak bile istemem. çocuk olmak kolay bir şey değil.



arkadaşımın gönderdiği link sayesinde çok güzel bir blog keşfettim: okuyan kadınlar.


Friday, October 25, 2013

Jagten

dün gece beyoğlu sineması'nda yılın en iyi filmini gördüm. film aslında geçen yıldan. beyoğlu sineması'nda nihayet gösterim şansı bulan 2012 tarihli bu filmi mutlaka izleyin.
av sahnesiyle açılıp av sahnesiyle kapanan filmin orijinal adı onur savaşı falan değil, av. enfes bir film.


mensubu olmaya can attığımız sürünün değer yargılarını hiç sorgulamadan yaşamaya çalışmak nelere mal olur? tarafsız kalmanın çok zor olacağı bir konu karşısında rahatlığı kitle psikolojisinin etkisinde, herkesle aynı hizada davranmakta bulan kasaba halkının linç ve afaroz merakı. balyoz etkisi yaratan, dostluk, iftira, annelik-babalık, faşizm üzerine düşündüren bir film. muassır medeniyetlerde bu kadarı yaşanmaz sandığım linç kültürü (bu da benim önyargım), insanların içindeki günah keçisi olarak damgalananı dışlama hevesi, dostlar arası güveni bağlayan pamuk iplikleri, çok ilgilendiğimizi sandığımız çocuklarımızın yalnızlığı...

mads mikkelsen'in muhteşem oyunculuğu insanın içine işliyor. filmler üzerine yazmayı beceremediğim için yazmam genelde ama bu film üzerine bölük pörçük hissiyatımı paylaşmadan duramadım.





Wednesday, October 23, 2013

bu film sinemada izlenir :: gözümün nuru


bu hafta istanbul'da anadolu ve avrupa yakalarında, ankara'da ve gaziantep'te gösterime giren bu ödüllü* ilk filmi kaçırmayın.


ödüller
* altın koza en iyi film
* altın koza siyad en iyi film
* altın koza en iyi kurgu
* altın koza en iyi senaryo

*
film hakkında

Thursday, October 17, 2013

mavi yasemin


*
seanslar

*

Thursday, August 1, 2013

beyoğlu sineması'nda güzel filmler

sıcakta istanbul'da nasıl geçiyor günler? sinemalar serin. yaz sinemayla geçsin. 
ama lütfen çabuk geçip gitsin. yaz mevsimi kaldırılsın veya o olmaz, en iyisi ben kuzeye taşınayım. bak bu yıl fena gitmiyor mesela ama en serini bile fazla bana.

*
beyoğlu sineması siyad'ın seçtikleri ağustos programı.

cem babasıyla life of pi'ye gitmişti, çok beğenmişti. 8-9 yaşlardan itibaren çocuklarla birlikte gidilebilecek bir film olarak not düşelim.


izlediklerim arasından öneriler: moonrise kingdom, barbara, amour, we need to talk about kevin.

Friday, July 26, 2013

haftasonu önerisi :: camille claudel, 1915

camille claudel, 1915

camille claudel rolünde binoche, yönetmen bruno dumont. 

bugün, en geç yarın gideceğim. festivalde bilet bulunamayan filmlerdendi. tek sinemada gösterime girmiş, beyoğlu sineması'nda. beyoğlu sineması'na, hala güzel filmler gösteriliyorken gitmezsek sonra yıkıyorlar diye ağlarız.

seanslar:
12:15 14:30 16:45 19:00 21:15

*

Thursday, July 18, 2013

Büyülü Krallık


microcosmos'un (çayırın sakinleri, 1996) yaratıcılarının bu harika filmini geçen sene festivalde cem ile birlikte izlemiştik. dün remzi kitabevi'nde dvdsini gördüm, yeni çıkmış olmalı. çocuklarla 3.-4. sınıftan itibaren birlikte izlenebilecek bir film. cem geçen sene 2. sınıftaydı, filmden çıkarken "nasıldı?" diye soranlara "sıkıcı" demişti. bu yıl izlemiş olsaydı eminim daha çok severdi.

yanınızda bir çocuk olsun olmasın izleyin bu filmi, internette de bulabilirsiniz.

*

Monday, July 8, 2013

maksat yeşillik olsun :: ot

ot'un ilk iki sayısını çıktıkları günlerde aldıysam da hemen okuyamamıştım. ilk okuduğum sayı 3. sayısıydı. ardından dönüp ilk sayıları da okudum ve takip edilecek yeni bir dergiye kavuşmuş olmanın mutluluğuyla tıpkı eski zamanlardaki gibi (gırgır, limon, leman, hıbır, öküz...) çıktığı günlerde dergimi almak üzere bayiye koşmaya başladım. şimdi Bir+Bir ile birlikte düzenli olarak aldığım iki dergiden biri, arada post express ve bira da alıyorum.

ot her köşesini okuyup bitirene kadar çantamda bir hafta - on gün benimle her yere geliyor. bazı günler hiç okunamasa da, kimi zaman rüya'nın sürpriz bir puset uykusu sayesinde çabucak bitebiliyor. velhasılıkelam, ot okuyun, güzel dergi.

geçen ayki ot'ta yönetmen derviş zaim'le bir röportaj var. emek hakkında konuşmadır, yazıdır artık okumaya ve duymaya gelemesem de, derviş zaim yıkımın bıraktığı boşluğu öyle güzel anlatmış ki cevabını buraya almadan edemedim. son üç cümleyi, istanbul'da ortadan kaldırılmak istenen diğer mekanlar için de okumak mümkün.

Emek Sineması konusuyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

İnsanlar birbirini dinleselerdi, o konuyla ilgili bir ara yol bulunabilirdi. Bütün bunları bir kenara bırakarak, neyin eksik olabileceğini anlatmaya çalışayım kısaca: İstanbul gibi dünya merkezlerinden biri olma yolundaki bir şehirde, hemzemin bir sinema olması lazım. Sokakta yürürken direkt sinemaya girebilmelisiniz. Özellikle de önemli film festivallerinin hüküm sürdüğü bir şehirde olması gereken bir binaydı. Bu durum ortadan kaldırıldığı için pasajların arasından geçerek sinemaya ulaşmaya çalışacaksınız. Sokaktasın ve birden bire salona giriyorsun. Sinema ile sokak arasındaki kan dolaşımını vermesi ve rayihası nedeniyle önemliydi. Sinema salonu alınır da yukarı taşınırsa, aynısı bile olsa, emin olun ki aynısı olmayacak! Oraya gitmen için üç tane pasaj geçmen gerekecek. O ana kadarki rayihanın ortadan kalkması, kentin fakirleşmesi demek. Mekan denilen şey ağaç gibidir, o ağaç giderek büyür ve köklerini bırakır. O mekanı oradan kaldırdığınızda, o rayiha da yok olur.


*

Tuesday, July 2, 2013

tatilin istanbul'daki ilk günü

öğlen
bilen bilir yazdan hiç hazzetmem. uzun günleri değil uzun geceleri, sıcağı değil soğuğu severim. önümüzde uzanan 2,5 aylık yaz tatili ise tüy dikiyor sevmediğim bu sıcak mevsimin üzerine. ama karamsar değilim, en azından bugün değilim. istanbul'a dün gece geç saatte döndük. eşyaları eve taşırken yağmur bastırdı. güzel karşılama. çocuklar hemen uyudular. biz de balkonda yağmuru izleyerek eve dönerken aldığımız biraları içtik. iyi bir başlangıç.

bugün çok geç uyandık. geç kahvaltı öğle yemeği saatine denk geldiği için bugünlük bir öğünden yırttım. şimdi mutfak masasında bunları yazarken ben, cem tüylü ve öfkeli kuşlar hakkında 50 gerçek hikaye kitabını okuyor, rüya yere serdiği masa örtüsünün üzerinde atıyla oynuyor. bir gün de böyle geçiyor, gidiyor. güzel aslında.



*

akşam 
öğleden sonra cem'e rüya uyuduktan sonra birlikte film izlemeyi teklif ettim, sevindi. aklımda mubi'de gözüme çarpan koyaanisqatsi'yi izlemek vardı. filmi yıllar evvel onur'la izlediğimizde çok etkilenmiş, ilerde cem ile birlikte bir kez daha izleriz diye konuşmuştuk. o günün bugün olduğunu düşünmüştüm ama değilmiş maalesef.

cem rüya'yı uyuttuktan sonra (evet, rüya'yı bazen cem uyutuyor) sevinçle "hazır mıyız?" diye sordu. filmden önce fragmanı gösterdim. cem başka bir film izleyelim dediyse de, "bu film önemli, çok farklı, görmelisin" diye ısrar ettim, itiraz etmedi, biraz gönülsüzce de olsa izlemeye başladı. ilk 10 dakikadan sonra dikkatini vermiş, filmi alışkın olmadığı temposuna rağmen takip edebilmeye başlamıştı. ne olduysa 30 dakika civarında oldu, önce "ben çok üzüldüm, ağlıycam" dedi sonra gözleri doldu. filmi büyük bir pişmanlıkla durdurdum ve hemen aklıma şu post geldi, yorumlarda çokbilmiş ve müge'nin dediklerini hatırladım ama artık çok geçti. o zaman dedikleri üzerinde düşünmüştüm ama onlara katılmamıştım, haklılarmış. halbuki o kitabı okuduğumuz sırada da endişelenip başını yastığa gömmüş cem. didaktikliğim ağır basmış, anlamamışım.

filmi durdurduktan sonra biraz konuştuk. "en başta kimse yoktu, ortalık bomboştu ve sonra geldiler, bozuldu" dedi, başka da bir şey diyemedi üzüntüden. ben de "en baştan seni dinleseymişim keşke, bu filmi daha sonra bir zaman izlerdik" falan diyebildim ancak. ağırlaşan havayı dağıtmak için ne yapabileceğimi düşünürken "biraz kitaplara bakalım mı?" diye sordu. yaklaşan doğumgünü için kitap seçip sipariş verdik ve yarın akşam bugün isteyip de sayemde izleyemediği e.t.'yi izlemeye karar verdik. bu filmi ben de onun yaşındayken izlemiştim. uyku vakti geldiğinde "bir el solo test oynayıp uyuyacağım" diyerek odasına giderken mutlu görünüyordu.