Showing posts with label annelik/babalık. Show all posts
Showing posts with label annelik/babalık. Show all posts

Tuesday, March 1, 2016

bira

çocuklar. bugün eski bir blog arkadaşımdan gelen mesajın ardından buradaki yazılara göz gezdirdim. ne güzeldi. bir zamanlar kayda değer bir şey oldu mu gelip anlatmayı severdim. şimdi ise olup bitenleri kaybolmaya terk ediyor gibiyim. hep bir gün nasılsa günlük tutmaya dönerim gibi bir düşünce kafamda, bu arada çocuklar büyüyüp gidiyorlar. yazmıyorum. nedenini düşünmek istemediğim bir şekilde kaydetme alışkanlığımdan uzaklaşıyorum.

biliyor musunuz, bu haftasonu ilk defa ikisini evde bırakıp çıktım dışarı. benim için büyük, insanlık için küçük bir adım. büyüyorlar. bensiz idare edebilen iki çocuğum var artık. buraya yazmaya başladığımda büyüğü 1 yaşındaydı, şimdi 12 olmak üzere, kardeşi 5,5.

geçen hafta rüya ile markete gittik. roka, peynir, yoğurt, ekmek, elma, limon, avokado, mercimek, bira… rüya aldığım 2 birayı sepete atarken şöyle dedi:

- pek sağlıklı değil bunlar ama büyüklerin de ihtiyacı vardır tabii…

hayatı, büyükleri, söylenen ile yapılan arasındaki farkı anlamaya çabalayan bir küçük zihin. benim için dünyanın en tatlı varlığı.

Monday, October 20, 2014

Çocuklar böyle şeyleri merak ederler.


Rüya cuma akşamı dışarda yediğimiz akşam yemeğinden sonra eve dönerken arabada sordu:

- Baba, sen annemi seviyor musun?

Yolda ikimiz gündelik şeylerden konuşurken Onur o ani, şaka gibi hareketlerinden birini yapmıştı. Rüya bunu o anda kızgınlık gibi mi algıladı da sordu bilmiyorum. Sürekli izleyen küçük gözler.

Çocuklar böyle şeyleri merak ederler, her zaman sormasalar da. Ve cevabın evet olduğunu bilmek isterler; bazı evlerde öyle olmasa da.

*
ek:

Biraz önce Twitter'de Doğan Cüceloğlu yazmış:

Ana babanın çocukla ilişkisinin iki kaynağı var: 
1- kendi özleriyle kurdukları
2- karı koca olarak kurdukları ilişki.
Bu iki ilişki sağlıklı ise çocuk yetiştirme ortamı sağlıklı olur. Sadece çocukla ilişkiye odaklanmak gerçekçi değildir.
https://twitter.com/DoganCuceloglu

Friday, August 8, 2014

Babam ve Ben


Bugünlerde Cem ile birlikte okuduğumuz kitap Babam ve Ben. Yeni çıkanlara bakarken bu kapağa rastlayınca hiç tereddüt etmeden aldık çünkü resimleri ve kapağı ünlü çizer/karikatürist Sempe'ye (kendisini Pıtırcık'tan hatırlayabilirsiniz) ait olan bir kitabı kaçıramazdık.

Kitap, annesi ve babası ayrı olan, Amerika'daki annesinden uzak, babasıyla Paris'te yaşayan ve annesi gibi dansçı olmak isteyen Catherine'in hayatından ve babasıyla ilişkilerinden bir kesit sunuyor. 9-10 yaşlar için uygun diyecektim, yayınevi 9-10-11 diye sınıflandırmış. Biz beğendik bu kitabı, öneriyoruz.

*
Blogda Sempe


Friday, May 9, 2014

Azıcık da disconnect olalım lütfen!

Onur geçen hafta Sıfır Teorisi'ne (Zero Theorem) gitti, "Bir Brazil değil ama gördüğüme memnunum." diyerek döndü. İzlemeyi düşünen varsa tavsiye ediyor. Ben izlemedim, Tilda Swinton'a rağmen de pek izleyesim yok bugünlerde ancak bu durum, filmin yönetmeni Terry Gilliam ile film üzerine yapılan röportajdan alıntılar yapmama engel değil. Röportajı, festival günlerinde okuduğumdan bu yana buraya eklemek aklımda ama o sıralar blogdan, sadece blogdan değil internetten de uzaktım. Akıllı telefonum da olmadığı için günlerce internetten uzak durabildim. Söylemeden duramayacağım, ben kendime almazken, Cem yaşlarındaki çocuklarının (10-11, hatta daha küçüklerin bile kendi telefonları olduğunu gördüm) ellerine bu telefonlardan tutuşturanları anlamıyorum. İstiyorsa istesin, hayır, bitti gitti. Bir hayır diyememe hali. Gerçi belki almayı isteyen anne babalar da olabilir. Neyse, bir süredir internet mesaim çocukların okullarından gelen maillere bakmak için, o da her gün değil gün aşırı, çok hızlı bir mail kontrolünden ibaretti. Bundan böyle mail kontrol ve blog yazmayı hariç tutarsam "bir şeye bakıp çıkacaktım" diye bilgisayar başına oturmamanın çok yararını göreceğimi düşünüyorum. Yapmak istediğim pek çok şey için daha fazla vakit yaratabilmek bile yeterli bir sebep. Sosyal medya olayına blog dışında hemen hiç bulaşmamıştım zaten, bir feysim bile yok.


Bu konudan bahsetmemin nedeni Terry Gilliam'ın filminin bunlarla da ilgili oluşu ayrıca röportajda "Azıcık da disconnect olalım lütfen!" demiş. Bunu tam disconnect olduğum günlerde okumak çok hoşuma gitmişti. Azıcık disconnect olsak ölmeyiz, ölünmüyor gerçekten. Görmemeye, görülmemeye neden katlanamıyor zamane insanı, onu da tam çözemedim; çözülemeyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor işte böyle...

*





Wednesday, December 4, 2013

çocukluğun mutlu saatleri

Bize yaşanmamış gibi gelen çocukluk yıllarımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka bir zaman belki yoktur. 


Marcel Proust



proust'un cümlesini okuyunca çocukken sevdiğim ve cem kadar çok kitabım olmadığı için döne döne okuduğum kitaplar aklıma geldi. bazılarından burada daha önce de bahsetmişimdir. çoğunun hala baskısı bulunuyor. ranzanın üst katına uzanıp ya da yere oturup sırtımı yanan kalorifere vererek bu kitapları okuduğum saatler, çocukluğumun en mutlu saatleriydi.


8,9,10 yaşlar için kitaplar:

kitap isimlerine tıklayın. 





alphonse daudet'nin değirmenimden mektuplar, kitap alayım diye verilen harçlıkla kendi kendime seçtiğim ilk kitaptı. cem'den bir yaş küçüktüm, üçüncü sınıfa gidiyordum. şimdi çocukları kendi başlarına pek bir yere yolladığımız yok ama ben parayı cebime koyup vızır vızır arabaların geçtiği iki caddeyi koşarak aşmış yine koşa koşa şimdi galiba pastaneye dönüşmüş olan olcay kırtasiye'ye dalmıştım. tek raf boyunca sıralanmış, o günlerde bana çok sayıda görünen kitapların arasında yaşadığım uzun kararsızlığın ardından artık neye göre seçtiysem bu kitabı seçip almıştım. 

eve dönüp de kitabı gösterdiğimde, sen ilerde iyi bir okuyucu olacaksın, kendine ne güzel bir kitap seçmişsin demişlerdi de çok sevinmiştim. bu anıyı kaydetmek istedim çünkü kitabı eve gelir gelmez okumaya başladığım o güneşli öğleden sonrası 30 sene boyunca aklımda tatlı bir anı olarak kaldı. insanın anayurdu çocukluğudur demiş jorge amado, ne kadar doğru.

sizin çocukluğunuzdan hatırladığınız kitaplar hangileri?

*
bir ilkokul kitaplığı için 50 kitap önerisi

Tuesday, November 26, 2013

biz olsaydık?

düşünmek zorundayız, filmdeki çocuklardan biri ben olsaydım, annelerden biri ben olsaydım...
anne ya da baba olan herkes sormalı kendine.

onu her zaman anlayıp sevebilir miydim?

... her zaman?

*

...“Ben öyle her şeye ağlayan biri değilim,” dedi öğrencim, “Ama bu filmde annelerin babaların çocuklarına sahip çıkmaları beni çok duygulandırdı. Kendi ailemden böyle bir kabul görüp görmediğimi düşündüm. Emin olamadım.”
Ben de aynı şeyden etkilenmiş ama başka bir yerden düşünmüştüm. Anne olsaydım bu kadar cesur olur muydum, diye sormuştum kendime. Çocuğumun arkasında durabilir miydim? Onu her zaman anlayıp sevebilir miydim? Bunları aklımdan geçirmiş ama söylememiştim. Öğrencim benden daha açık sözlüydü.

film üzerine bugüne dek okuduğum en iyi yazı: Meltem Gürle, Benim Çocuğum
*
benim çocuğum henüz izlememiş olanlar için yarın başka sinema'da. 

Monday, November 18, 2013

Günümüz çocukları eskilerinden beter mi?



geçenlerde evde ne okusam diye bakınırken ne zaman aldığımı hatırlamadığım bir çocuk gelişim kitabı gözüme çarptı. "ne zaman aldım bunu, gene tırıvırı bir şey herhalde" diyerek umutsuzca kapağını kaldırdım ve az yazılı bol çizimli ilginç bir kitapla karşılaştım. allah allah, ne zaman, nereden aldım, hiç bilmiyorum, neyse zaten bu sıralar hatırlayabildiğim şeylerin sayısı gitgide azalıyor. yorgunluktandır deyip geçmeye çalışsam da hafızama neler olduğunu merak ediyorum doğrusu.

kitap için TIK






bu kitapları yıllardır artık okumayacağım deyip dursam da dayanamayıp yine okuyorum. iyi de geliyor, yatmadan önce en az 15 dakika + sabah yataktan çıkmadan önce bir 10 dakika okuduğum takdirde okuduklarım günü daha sabırlı  şekilde geçirmeme yardım ediyor. sabrı, "ver allah'ım ver" diye mumla aradığım bugünlerde nerede bulabileceksem gidip oradan almam lazım. işte çocuk gelişimi kitaplarından vazgeçemeyişim bu yüzden. size garip gelebilir ama çocukların henüz ve hala çocuk olduklarını unuttuğum anları böylece asgari noktaya indirmiş oluyorum. kitap çocukların okul öncesi yıllarına odaklanarak bu zorlu dönemde sık yaşanan sorunlar için pratik çözüm önerileri içeriyor. illa ki okunmalı diyemeyeceğim ama ilk yıllarda yaşanan kriz halleri için anne babaya iyi gelmesi muhtemel yalnız değilim duygusu (bütün çocuklar benzer yaşlarda üç aşağı beş yukarı benzer şeyleri yaparak büyüyorlar. tavuğun komşuya kaz göründüğü gibi benimkiler keçi onlarınkiler kuzu falan değil ya da yaramazlık diye düşündüğüm halleri benim bir suçuma ceza olarak tepeden gönderilmedi) ve basit çözümler için isterseniz alın. parkta, yolda rahat okursunuz.




kitaptan

"Günümüz çocukları, öfkelerini, eskilere nazaran daha rahat gösterebiliyor gibi görünüyorsa bunun sebebi daha çok uyaran, daha çok seçim ve düşkırıklığıyla karşılaşmalarıdır.

Eskiden çocuklar süpermarketlerde çıngar çıkarmazdı çünkü eskiden süpermarketler yoktu. Televizyonu kapatınca yaygara koparmazlardı çünkü televizyon yoktu. Eskiden çocuklar en sevdikleri kahvaltı gevreğini unuttuğunu annelerinin kafasına kakmazdı çünkü o zamanlar kahvaltı gevrekleri de yoktu. Ne bu kadar seçenek vardı ne de bu kadar seçim olasılığı.

Bangladeşli veya Sudanlı çocukların bu kadar tutturmadığı kesin ama daha düşünceli ya da uslu oldukları için değil. Bunun tek nedeni tüketime dayalı bir toplumda yaşamamaları ve kahvaltıda gevrek yemeye alıştırılmamaları.

Değişen çocuklar değil çevreleri. Bazen çocuklarımızın böyle hiper uyarıcı bir ortamda yaşayacak donanıma sahip olmadığını unutuyoruz.

Onları sürüklediğimiz bu çevreye verdikleri tepkilerden ötürü cezalandıracağımıza stresle baş etmelerine, bilgilri ayıklayabilmek için "geliştirmelerine" yardımcı olmalıyız."

*

Sunday, October 20, 2013

Ama sözcükler

Ama sözcükler kimsenin tahmin edemeyeceği kadar güçlüdür ve bir kez çocuğun beynine derince kazıldı mı, kolayca sökülüp atılamazlar.

May Sarton, Bir Anka Tanıyordum

cem, 2012

Tuesday, August 6, 2013

çakma anne



tam yatmaya hazırlanırken baktığım e-postalar içinde bir link. beni mi anlatıyor aceba konu başlığı ile polente tarafından gönderilmiş. çakma anne ibaresini görünce cevabım hazırdı: yok canım sen çakma anne değilsin, bildiğin standart, gerçek annesin işte, 7/24 cinsinden üstelik ama sonra linki tıkladım ve yeni çıkan kitabı gördüm, arka kapağı okuyunca evet dedim, sen çakma annesin ve ben de öyleyim, oleyy literatüre geçtik, artık bir adımız da var.

*


"Çocuklarım günün sonunda hâlâ hayatta iseler, görevimi yerine getirmişim demektir." 
-Roseanne-

Hepsi kendince birer Çakma Anne (örnekse hepsinin çocuğuyla evcilik oynarken kendini camdan atmak istemişliği var) ve hepsi komik (örnekse içlerinden biri Conan O'Brien'ın metin yazarı) dört kadın bir araya gelip bu modern zamanlar ebeveynlik rehberini ortaya çıkardı. Kitapta her annenin bir gün tadacağı kaçınılmaz kriz anlarını sıralayıp, mümkün olan en az emekle bunların üstesinden gelmenin, yarım yamalak iş çıkartıp bunu kimseye farkettirmemenin püf noktalarını paylaşıyorlar. İşte bir kaç örnek:
- Her Hafta Sonu Saat 9'a Kadar Yatakta Kalmanın Yolları,
- On Saniye Kuralı: Yere Düşen Emzik,
- Spor Yapan Annelerle Başa Çıkmanın Yolları,
- Pazarda/Markette/Alışverişte Sinir Krizleri!

Evet, bu kadınlar sizi anlıyorlar. Küçük diktatörlerinizi tanıyorlar. Ve size yardım edebilirler. 

Not: Yanında yedek emzik taşıyanlardansanız, bu kitap size göre değil. Kusura bakmayın, öyle.

"Suç teşkil edecek kadar komik." 
-Time-


*

yasemin: şu ani patlamalarım olmasa, iyi bir anne olurdum değil mi, ne güzel?
cem: e sen zaten iyi annesin
yasemin: aaa gerçekten mi? ama ani çıkışlar, yükselen sesim?
cem: sebebi var
y: ne kadar anlayışlısın, sağol, böyle düşünmene sevindim çok.
onur: annen mükemmel anne olmaya çalışıyor cem, değil mi?
yasemin: hiç de değil, ben mükemmel anne olmaya çalışmam bir kere. "bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz." gibi olacak ama "bana mükemmelliyetçiyim dedirtemezsiniz", değilim çünkü, ben o kadar aptal olamam. (yoksa, yoksa?)


ertesi gün :: dost acı söyler, iyi de eder.

yasemin: cem'le aramızda geçen bu konuşma üzerine onur bana mükemmel olmaya çalışıyorsun dedi ama öyle bir şey yok. mükemmeliyetçi tipler komik görünmezler mi, öyle değilim zaten... bla bla... vs vs..., değil mi ama?
şadan: senin kriterlerin mükemmel olmaya çalışan annelerden farklı ama klasik anlamda olmasa da sende de var bir şeyler...
yasemin: olamaz, yoksa, bi dakka... evet, yaa bazı konularda katıyım ve koyduğum standartları tutturamadığımda dünyayı kendime dar ediyorum, değil mi?
şadan: evet
y: belliydi zaten, mükemmeliyetçilerle bu kadar dalga geçmemden belliydi, ühüüü

*

gülin: cem nasıl geçiriyor tatili, ne yapıyor evde?
yasemin: cem zaten ev insanı, yengeç burçları böyle olurmuş, hiç sıkılmıyor dışarı çıksak bile hemen eve dönelim der, arkadaşlarıyla değil ama bizimle dışarlarda takılmaktan sıkılır bir süre sonra. lego, günde 2*45 dk ipad, kitap, ödev, çizim, rüya'yla oyun, satranç, çizgi film, arkadaş buluşmaları, basket, sinema derken geçiyor günler. 
gülin: sen oyun oynuyor musun peki hiç onunla?
y: eöööeeeee yok hayır... pek oynamıyorum aslında, film seyrediyoruz biz beraber

*

yasemin: ben aslında hep rüya'yla oyun oynamayı istiyorum, aklımdan geçiriyorum ama evdeki işlerden hiç vakit kalmıyor ki oynamaya. vakit kalmıyor.
onur: yok, o senin kendini kandırman. vakit ayırmıyorsun çocuklarla oyuna. hep ilgilisin çocuklarla ama oyuna gelince orda hiç olmadın sen. ben cem'le çok oyunlar oynardım ama şimdi ben de rüya'yla pek oynamıyorum çünkü o cem'le zamanında oynadığımız oyunları pek sevmiyor. sen oyun insanı değilsin.
y: değil miyim?
o: yok, değilsin, hiç olmadın ki...
y: evet, biliyorum. çok kötü yaaa, keşke olsaydım. olmaya çalışacağım.
o: yas, o zor biraz. o kadar da kötü bir şey değil zaten. sen hep idle parent olmaya çalıştın ama o da değilsin tam, çünkü her zaman onlarla ilgilisin, ilgin çocuklar ayaktayken hep onlarda, uzaktan uzaktan da olsa. hiç yatıp da bir şey okuyum demiyorsun.
y: demiyor muyum, diyemiyor muyum? izin vermiyor ki rüya, ne kadar isterdim... tamam, oyun oynamayı sevmiyorum ama o uyanıkken keşke bir köşede kitabımı okuyabilseydim, çok isterdim bunu. benim hiç böyle bir şansım yok. herkesin çocuğu koyun, benimki keçi... (başladık yine. hiç değişmez bazı şeyler.)

*

bunların üzerine hatırladım, cem 2 yaşındayken daha dürüstmüşüm:

alev: çocuklarla oyun oynamak önemli, sen hiç oynuyor musun cem'le?
y: valla ben oyun oynamaktan sıkılıyorum. sevmiyorum kardeşim. ama kitap okuyorum çok, öyle böyle değil çok okuyorum, o da dinlemeyi seviyor. benim sıkılmadan yapabildiğim bir şey bu, öbüründen sıkılıyorum, çocuk da anlar bunu hemen, öyle oynayacağıma kitap okurum ikimiz için de daha iyi.
alev: oyun oynamak da gerekli ama
y: oynayamam ki ben, fenalık basar.

*

bunu okumak isteyenler (yarın gidip alıcam)

bunu da sevmişti (ama olmayı başaramamıştı):

Saturday, June 29, 2013

çocuğunuz nasıl biri olsun isterdiniz?

yankı yazgan'ın linkini aşağıya eklediğim bir gün'deki yazısını okurken aklımdan geçenler:

çocuğunuz nasıl biri olsun isterdiniz?
özgüveni tam, ayakları yere basan vs vs... ama özgüveni mutlaka bi "tam" olsun. işte bu çok önemli.
nedir özgüveni tam olmak? nasıl olsun yani? üstün mü olsun, baskın mı olsun, lider mi, yönetici mi olsun? bana çoğu insan özgüven derken bunları demek istiyor gibi geliyor.

kendinden çok emin, özgüven abidesi görünümlü kimi tanıdıkların yaptıkları en ufak hataları bile kamufle etmek için girdikleri komik haller gözüme takıldığı gibi aklıma da takılıyor. kendine güvenen insanlar da hata yapar arkadaşlar ama onlar hatalarını, onları zaten görmüş olan gözlerden saklayacağım diye olmadık şekillere girmezler.

hatayı kabul etmek özgüvenin yansımasıdır, onu saklayıp kuyruğu her ne pahasına olursa olsun dik tutuyormuş gibi yapmak ise güvensizlik. hatayı yalana dolana, kandırmacaya başvurmadan kabullenmek ve kendinle yüzleşmek olgunluktur, çocukların içi boş özgüven safsatalarından evvel bizden öğrenmeleri gereken budur. yaşları çoktan kemale ermişlerin ergen hallerden kurtulamamalarının sebebini, biraz da hala kendilerini ve etraflarındaki insanları kandırmaya çalışmalarında aramak lazım.

*

"...
Her sözünden kuşkusuz ve emin görünmek, doğruyu söylemeyenlerin en iyi yaptığı şeydir. Üçkağıtçı satıcılardan dediğim dedik apartman yönetim kurulu başkanlarına bir çok ‘otoriter’ yöneticinin bu ‘iletişim tekniği’ni lider karizmasının işareti olarak pazarlamak ise, son yılların en makbul değerini ‘özgüven’ ilan edenlerin günümüze bir hediyesidir. Söylediğine inananların söylediklerine inanılır. Ancak bu inanmanın ömrü çok uzun olmaz."

Friday, June 7, 2013

haftasonu önerileri :: gezi parkı + benim çocuğum

haftasonu gezi parkı'na gitmek iyi fikir. giderken gezi kütüphanesi için evden kitap götürün, bu sabah raflar biraz boşalmıştı. raflarda gizli yediler hırsız avcısı ve lastik pabuçlar gibi çocukluğumun sevdiğim kitaplarını görünce sevindim.

*

parka götürmek için ayırdığım kitapları evi gözüm dönmüş şekilde toplamaya çalıştığım bir anda kendimden bile saklamışım, sabah bulamadan çıktım. o yüzden bugünlük ancak seyyar sigara dağıtıcısına sigara bağışında bulunabildim derken eve girer girmez portmantonun üzerinden bana bakan kitapları gördüm, şaşırdım. çıkmadan evvel rüya'yı kitapların yanına oturtup ayakkabılarını giydirmiştim, görmemişim.

*

taksim'e gitmişken harika bir zamanlamayla vizyona girme şansını yakalamış olan benim çocuğum filmini mutlaka ama mutlaka görmelisiniz. ankara'dakiler için film kızılay büyülü fener'de. filmi sinemada izlemek lazım (hatta ananızı da alın gidin, gerçekten) emeği geçenlere katkımız olsun, bu tür filmlerin sayısı çoğalsın.


beyoğlu cinemajestik
11.30-13.30-15.30-17.30-19.30-21.30


çapulcu musun vay vay
eylemci misin vay
boğaziçi caz korosu'nu dinlediniz mi?
ben yaşlandım herhalde hemen gözlerim doldu yine. cem olmaz gerçi ya, çocuklarımdan birini aralarında görmek isterim ilerde.


ranzalar & saz


duvarlar yaratıcı graffitiler ve baskılarla dolu.


taksim'de neredeyse hiç araç yok, gençler caddede top oynuyor. yolun ortasından arkanıza hiç bakmadan yürüyebiliyorsunuz zaten caddeler barikatlarla kapatılmış. alıştığınız taksim'den farklı bir yer şimdi orası. herkesin her şeyini paylaştığı başka bir dünya. 
sabah ben çadırlar arasında dolanırken çoğu park sakini uykudaydı. uyanmış olanlar çay demliyorlardı.



evime, kentime, yaşam alanıma dokunma!

*

benim çocuğum

*
film hakkında
gezi, park, çark, her şey :: fatih özgüven

*
"...
Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşılmamıştı. Şimdi, yaşanan ve yaşanmakta olan şeye kelimeler kifayet etmiyor. Kalıba sığmıyor, tanıma gelmiyor, benzeri gösterilemiyor. Roger Waters’ın dediği gibi, koca dünyadaki başka her şeyi önemsiz kılan bu ayaklanma, günlere yayılan bu devrimci ân, bir hayret, bir güven, bir aşk duygusu uyandırıyor. Anlamaya çalışmak, üzerine konuşmak kesmiyor, yaşamak gerekiyor, milyonlar bunun için atıyor kendini sokağa. Ve buna karşı durmak isteyen muktedirlerin bütün foyasını çıkarıyor ortaya. Bakınız, mesela, otuz yıldır süren savaşı otuz yıldır aynı Gezi direnişi gibi yansıtan medya. Televizyonlar ve basın günlerce nasıl suskun kaldıysa, bu büyük infial yaşanmamış gibi yaptıysa, otuz yıl boyunca da Kürt illerinde yaşananları göstermemişlerdi. Biz günlerce bu medya karşısında neler hissettiysek, Kürtler de otuz yıl boyunca onu hissetmişlerdi."

tamamı :: bir ağaç gibi bir orman gibi

Tuesday, May 21, 2013

tekamül

uzunçorap.com arşivinde dolanırken cem mumcu ile yapılan röportaja rastladım. baştan sona okumanızı öneririm.

geçen hafta rüya okula alışmaya çalışırken okuldan ararlarsa diye okul civarında beklemedeydim. herhangi bir işe koşturmadan sakince beklerken çocukluğumu, anaokuluna başladığım günleri, çocuklarımı, anneliği enine boyuna düşündüm ve çocukları büyütmenin insanda yarattığı tekamülü farkettim. röportajdan aşağıdaki paragrafı bu nedenle alıntılıyorum:

Saturday, May 18, 2013

iyi anne

bu haftaya kadar uzunçorap.com'a arada arkadaşlarımın yolladığı linkler dışında hiç uğramıyordum. oysa bana yollanan yazıları okudukça buranın takip etmeye değer bir site olduğunu düşünüyordum. geçenlerde gelen bir linkin ardından siteyi 2-3 defa ziyaret ettim. aşağıdaki cümleler, aslı tohumcu ile annelik üzerine yapılan bir röportajdan. iyi annelik bence de onun söylediklerine yakın bir şey.

Kimdir iyi anne peki? Galiba benim gözümde en çok, çocuğunu istemiş bir anne olmak, onunla tanıştığına mutlu bir anne olmak, sevgisini sürekli dile getiren, dokunarak da gösteren bir anne olmak. 

Tuesday, May 14, 2013

anne bunu nasıl yapıyor?

bugünkü okul nöbetimde bana yarenlik eden kitap: anne bunu nasıl yapıyor? son derece hafif, kısa kısa bölümlerden oluşan bir öğüt kitabı. şu anda tam da ihtiyacım olan şey. kendimi çok zorlanmadan elimdeki kitaba vereyim, yarım günlük okula alışma mesaimi sıkılmadan geçireyim, tam bak bensiz ne güzel takılıyor derken "anneee!" diye kopan çığlıkla hayalkırıklığına uğramayım, günlük hayatında olmadık zorluklarla karşılaşan tek anne bak ben değilim gibi ihtiyaçlarımı başarıyla karşılıyor. 


okula alışmaya çalışan rüya'nın yanında annesi var, peki onu okula alıştırmaya çalışan annesinin yanında? benim de yanımda onur olsaydı, bir arkadaşım olsaydı bari ama kimse yok tabii. ben bebek miyim, çocuk muyum, ergen miyim, değilim ben yetişkinim, anneyim, 2 çocuklu anneyim hem de. büyüdüm. kimseye ihtiyacım yok. 1000 kaplan gücündeki enerjimle her şeyin üstesinden gelebilirim. gelebilirim değil mi? pek sanmıyorum çünkü gelemiyorum.

hayatımın her döneminde olduğu gibi kitaplara dayanıyorum bugünlerde de. insana iyi gelecek bir kitap her zaman var, arayıp bulmak lazım. bu kitabı normal şartlar altında yeni çıkanlar arasında görmüş olsam, ebeveyn kitaplarına duyduğum ilgi epeydir sönmüş olduğundan hiç ilgimi çekmeyebilirdi, raftan alıp içine bakmayabilirdim ama tam da elimdeki bahçe annesi kitabım bitmek üzereyken bir yenisini görünce gözlerim parladı. mutlaka alın okuyun demiyorum, sadece benim karşıma doğru zamanda çıktı, onu söylüyorum.

belki bir postu sırf rüya'yı okula alıştırırken okuduklarıma ayırabilirim, o zaman bu ilk kopuş sürecinde nasıl bir tünelden geçmekte olduğumu daha iyi anlatabilirim. aslında alışma işi ikimiz için de fena gitmiyor; heyhat dakka 1 gol 1, rüya'nın okula başladığı bu yemyeşil bahar ayında, hiç beklemediğimiz anda bizi vuran bir hastalık hikayemiz oldu bile. onu da sonra anlatırım.

*

kitabın "çocukların hatırladıkları" başlıklı bölümünden:

çocuklarınıza bakmak için her gün yaptığınız şeyleri ve büyüdüklerinde hayatlarıyla ilgili neyi hatırlayacaklarını hiç düşündünüz mü? ...
...

... annemin hiç haberi yoktu ta ki 38 yaşındaki kardeşim bugün bile ne zaman yulaf kokusu alsa soğuk kış sabahları ailecek mutfakta oturmalarımızı, annemin kahkahalarını ve sevildiğini hissedişini hatırladığını söyleyene kadar.

yani biz anneler yaptığımız hangi küçük şeyin çocuklarımızın kalplerinde bir hatıra yaratacağını asla bilemeyebiliriz. çocuklarımızla vakit geçirmek ya da evle ilgili güzel hatıralarla okula göndermek için bir şeyler yapıyoruzdur belki. çabalarımızın vakit kaybı olduğunu düşündüğümüz birçok zaman olabilir, yani çabalarımızı kimsenin fark etmediğini düşündüğümüz. takdir edilmiş hissetmeyebilir ya da beklediğimiz teşekkürü alamayabiliriz. yine de bu küçük şeyleri yapmaya devam ederiz, belki de bugünün çabalarının yarının geleceğine ve muhtemelen yaşam boyu hatırlanacak bir anıya dönüşebileceğini biliyoruzdur.

Her gün çocuklarımın hatırlayacağı bir tecrübe yaratma fırsatı vardır.

Saturday, May 11, 2013

güven

banyodan sonra cem'in saçını kesiyordum. geçen yaz tatile gitmeden önce yaşadığımız kuaför faciasında kendisini ortaçağ filozoflarına benzettiklerinden beri (bkz. şekil 1) arada yarattığım bazı yamukluklara rağmen saçını ben kesiyorum. düzeltiyorum diyelim. çünkü hayli uzun bir saça sahip kendisi, benimkinden uzundur herhalde.


javier'in saçının epey kısa kahküllüsünü düşünün. 

yasemin: lütfen düzgün durur musun? saç kesilirken balon oynanır mı?
cem: oynanır.
y: üff
...
y: hoff ya bırak şu balonu allah aşkına. şimdi berberde olsan balonla mı oynayacaktın?
cem: berberde balon olmaz ki
y: olsaydı oynar mıydın?
cem: oynamazdım, ayıp olurdu.
y: tabii berbere ayıp olur ama annelere olmaz değil mi?
c: burda o kadar çok insan yok. hem ben sana güveniyorum.
y: hiiii... ayyy... o yüzden değil mi? canım oğlum benim, bak bunu hiç düşünmemiştim. yazayım da unutmayım, siz büyüyüp evden gittikten sonra okuyup ağlarım artık.

*

çocukların en azgın versiyonu, biraz da bu yüzden annelerinin yanındaykenki halleri. biliyoruz ama unutuyoruz.

Thursday, May 9, 2013

daha dün annemizin (anaokulunda ilk günler)

bugün: şimdi okullu olduk. mu acaba?


okula alışmada 4. günü devirdik. önce bugünkü izlenimlerim. hemen arkasından okuyacağınız yazıyı pek parlak geçmeyen 2. ve 3. günlerin ardından yazmıştım. bugünse güzeldi, dolayısıyla daha iyimser ve rahatım; iyi ki başladık modundayım. ancak mehter modeli bir şey okula alışmak; bir gün süper geçti derken ertesi gün ipler kopabilir, tam oldu derken kendinizi birden filmin en korkunç sahnelerinden birini yeniden izlerken bulabilirsiniz. okulun ilk günlerinde ayarlar çocuk için çok ince, pamuk ipliğine bağlı. yanlış bir sözcük, minicik bir hareket bir çuval inciri bir saniyede berbat eder. bundan 35 sene önce anaokuluna başladığımda benim için öyleydi, 6 sene önce cem için öyleydi ve bugün rüya için de böyle bu.


bir çocuk ilk defa evinden ayrılarak düzenli olarak tek başına gitmesi beklenen yeni yere, orada ilk defa gördüğü büyük ve küçük insanlara güvenmeden alışamaz. nasıl alışsın, ben de alışamam. tek fark, kendimi orada rahat hissedene kadar içerde patlayıp duran yanardağın lavları benim içimde kalır, çocuğunki dışarı taşar. alışmak için gerekli olan güvenin tesis edilmesi için her çocuğun karakterine (+ anasının bu dönemdeki hal, tavır ve ruh hallerine) ve okulun bu dönemdeki tutumuna bağlı olan bir zaman dilimine ihtiyaç vardır. okul da bugün olduğu gibi size destek olmaya başlamışsa er ya da geç bu iş olacaktır. acele işe şeytan karışır cümlesinin bundan daha cuk oturacağı az durum biliyorum.

aslında alışma günlerini günbegün not etmek çok faydalı olurdu çünkü hem çocukta hem de annede çok ilginç ruh halleri ve dalgalanmalar oluyor bu dönemde. sık sık kendi çocukluğuna, okula başladığın o meşum güne, çocuğun bebekliğine, doğum anına ve işte hayatının değişik dönemlerine ışınlanıp ışınlanıp geri dönmeler, sabahları okul kapısında vedalaşan annelerle çocukları izlerken dolan gözler, neler neler, ne fırtınalar kopuyor içimde bilseniz. rüya'nın diğer çocuklarla kaynaştığı, oynadığı, konuştuğu anlar ise benim için en sürreel sahneler şu anda.

bugün çok tatlı bir kız çocuğu, ben bankta mal gibi oturmuş koşturan çocukları izlerken, birkaç gündür sürmekte olan okul nöbetimin verdiği aşinalığın sayesinde yanıma yaklaşıp

- senin oğlun nerde, oğlun?

diye sordu. rüya'yı yolda belde gören herkes erkek zannediyor doğduğundan beri. kızın sorusu içimi eritti. o anda ona sarılmamak için kendimi zor tuttum. biraz ötede kendi başına takılan rüya'yı gösterdim, koşarak yanına gitti. konuşmaya başladılar. kız rüya'nın tişörtündeki pullara dokundu ve sonra tekrar yanıma geldi, tam önümde durdu, yüzüme bakmaya başladı.

yasemin: sen oğlun demiştin ya, o aslında benim kızım
kocaman mavi gözleri büyüdü:
- o senin kızın mıydı?
- evet, tişörtüne baktın değil mi sen onun? ben de senin elbisene hayran kaldım. (ahh elbise giyen çıtıpıtı kız çocukları da var bu hayatta)

*

2 gün önce: alışmak sevmekten daha zor geliyor

rüya anaokuluna başladı demiştim. 3 yarım gün işte ama alışsın diye bu hafta her gün gidiyoruz. aslında içim çok rahat değil. sıcak yaz günlerinde çok bunalacağımızı düşünerek girdim bu topa ama doğrusu kızımı okula yollamayı pek de istemiyordum, doğruya doğru. ağustos'ta okulu tatil. mayıs, haziran'ın yarısı ve temmuz boyunca gidecek. bu arada cem'le ikimize biraz başbaşa vakit + cem'e evde rüya'nın müdahaleleri olmadan geçirebileceği 3 yarım gün, rüya'ya da güzel bir bahçede yaşıtlarıyla doyasıya oyun imkanı diye düşünmüştüm ama bakalım nasıl olacak? zira şu an alışma evresindeyiz.

bu alışma dönemi benim için rüya için olduğundan daha zorlu bir dönem. kuşun kanadındaki yelden, havadaki nemden ve bilumum hareketlerden hemmen etkilenen hassas ve alercik ruhum yıpranıyor a dostlar. çünkü bu işler sosyallik işleri, her gün kamfırt zonumun dışında, okulda epey bir zaman geçiriyorum. zor işler bunlar benim için. hayır, bulup bulabileceğim en bizim kafaya uygun ve tanıdık yerdeyim. karışılacak görüşülecek bir şey yok, karışmıyorum da zaten. bir okulu bulup tamam diyene kadar bin dereden su getirdiğim doğru ama ondan sonra her şeyi yakın takip etsem de, ona buna karışmak, şurası şöyle, burası böyle diye yakınmak, şurası yetersiz, armudun sapı, üzümün çöpü demek adetim değil. artısı ve eksisiyle her şeyini bilerek kabul etmiş, çocuğumu kaydettirmişimdir, artısı eksisinden bence fazladır, daha iyisi de yine bence yoktur. konu kapandı, bu kadar. okulun veli müdahalesine açık olmayanını tercih ederim zaten. baştan bana ne vaad ettiyse onu sunsun, veli öyle istedi diye bir gün onu, sonraki gün bunu değiştirmesin. ama şu anda içim pır pır. tam alışıyorken ya yanlış bir hal vuku bulur da rüya aniden ortamdan soğursa diye kafamda yazıp duruyorum bir şeyler. düşününce ne kadar gereksiz. cem de buranın karşıdaki şubesine gitmişti. bildiğim, tanıdığım, güvendiğim, sevdiğim yer işte. bahçe de kocaman, daha ne?

amaaaan aslında ortalıkta 4+4 münasebetiyle olduğunu tahmin ettiğim "2 çok geç" rüzgarları çoktan esmeye başlamış olsa bile bana sorarsanız bu yaşta (rüya eylül'de 3'ü dolduracak) hala en güzel yer ev valla, bir de bahçe ve çocuklarla yaşıt çocuklar olsaydı apartmanda. şu büyük şeherde, aralarında yaş farkı olan iki apartman çocuğuyla yaz tatili geçirme işi yok mu? cem yaz okulu sevmez, hiç gitmedi, bir kere bile. hak vermiyor değilim ona, kış okulu yetmedi mi? cem de bencileyin evcil insan, hiç sıkılmaz evde. burcu yengeç olanlar evcimen olur derler, doğru olabilir, cem yengeç, ben değilim gerçi. rüya ise pek çekmemiş bize. kış okulunda ne yapar bilinmez ama şimdiden yaz okullarının gediklisi olacak gibi bir hali var.

bütün bunları az önce okuduğum bir cümle için yazdım aslında, bugünlerde aklımda yanıp sönen bir cümleymiş, okuyunca anladım: Bir anne, kendisinden başka kimseye güvenemez. bugün bu okul işi yüzünden derin bir güven bunalımına hapsolmuş durumdayım, yarına geçmesini umuyorum. muhtemelen gereksiz ve kendi kendime yarattığım bir bunalım ama gerekli de olabilir. yazının konumuzla ilgisi yok ama belki vardır, neden olmasın? neyse. cümle şu yazıdandı.

bu da geçer ya hû

*

guşu yuvadan hafif hafif uçuruyoruz. bu da büyüdü, iyi mi?

Tuesday, May 7, 2013

küçük başbakan ağladı

rüya'cık, mayıs itibariyle haftada 3 yarım günlüğüne yuvaya başladı. çok düşündüm, çok taşındım, zor karar verdim. daha çok yeni, 1 hafta oldu, olmadı. şimdilik bahçe köşelerinde beklemedeyim, beni görmek istediği zaman fırlayıp gösteriyorum kendimi, geri kalan zamanlarda kitabımı okuyorum gizli gizli. güzel hayat aslında. yemyeşil bahçenin gizli bir köşesinde unutsalar beni, arada çocukları gözlerim dolarak izleyip sonra yine kitabıma dönsem. çocuklar harika insanlar. bayılıyorum oradaki çocuklara. sahici şeyler, hepsi gerçek çünkü küçük çocuklar bunlar. büyük çocuk yok yuvada. orijinal hallerindeler, yaş itibarıyla fazla elleşilmemiş, henüz bozulmamışlar. çok mutlu oluyorum onlarla orada. 

çocukları bize yaranmaya zorlamasak da sonunda bize benzemeseler keşke... ama nerdeeee? sonuçta benzeteceğiz değil mi? aksi düşünülemez bile benim yalnız ve şaşkın ülkemde. küçük başbakan ağladı haberini izlediniz mi? bu sene 23 nisan'da başbakan koltuğuna oturttukları çocuk panik oldu, utandı, heyecanlandı, ne olduysa oldu ve birden ağlamaya başladı. zavallı papağan. gerçek başbakan da sonradan "bunlar hiç şüphesiz ki sevinç gözyaşlarıydı" demez mi? olayımız bu işte bizim. sevinç gözyaşlarıymış. sürekli, bir olanı başka türlü gösterme çabası. kim inanıyor diye düşünmeden söylenen yalanlar. çakmabaşbakançocuğun sakinleştikten sonra "dün gece gördüm" diye anlattığı rüya falan. sahtelik, çakmalık her yerde, sadece başbakanda değil, evlerde, okullarda, işte, her yerde diyorum. 




neyse, bugün yuvadaki çocuklar bahçede özgür, başıboş oynuyorlardı ama parklarda, evlerde, her yerde çocukların başında duran büyükler hiç susmadan görevlerini ifa ediyorlar:

- selin (taş çatlasın 3 yaşında), çok ayıp lütfen topunu paylaş kardeşle. bak ağlattın onu, böyle yaparsan kimse oynamaz seninle. herkes seni böyle bırakıp gider işte. çok ayıp ettin. özür dile.

*

- sarp, gel otur bakalım biraz şuraya. 

(kaydırakta takılan 3,5 yaş civarındaki sarp'ın 70 yaşlarındaki dedesi, banka yanına oturmaya çağırıyor torununu. gelmiyor ve bir süre sonra dedenin istemediği kadar yükseğe tırmanıyor kaydırakta)

- sarp, in oradan, bak adam geliyor, bekçi, izin vermiyor orası yasakmış. kızacak, ceza yazacak sana.

*

4-5 yaşlarındaki kızını elinden tutmuş yuvaya getiren anne, kızı öğretmenine şikayet ediyor:
- yalnız sabahları evden çıkarken saçını hiç taratmıyor, buna beraber bir çözüm bulmamız lazım. olmuyor böyle.

*
parktaki anne ip merdivene tırmanmaya çalışan kızına: oraya gitme, gel buraya, bacakların kırılır.

*

x: rüya, hadi getir onu bir bakayım... ama getirmezsen üzülürüm, ağlarım, ağladım bak, ağlıyorum.
yasemin: lütfen duygu sömürüsüyle istediğini yaptırmaya çalışma. bırak, getirmesin.

*

parktaki anne: derin, bırak onu lütfen, o kardeşin oyuncağı. (oyuncak, bizim meşhur kedi)
y: olsun, alabilir, oynasın biraz.
parktaki anne: derin, oyuncağı kardeşin annesine götür hadi, bizim değil o.
y: ya önemli değil, baksın ne olacak ki?
rüya: o benim kedim!
p.a.: bak ağlattın kardeşi, ver demiştim ben sana
y: vermişti ama ben almadım, tamam, sorun değil
rüya: kedimmm
y: tamam yahu getirdi kedini, sen de onun topunu oynuyordun, baktı verdi işte
p.a.: özür dile derin

derin bir şey yapmadı. yapsa bile zorla özür diletmeyin çocuklara. diyemedim orda.

*

akşam yemeği saatlerinde yine sabrım tükenmiş, bodoslama saçmalıyorum:
yasemin: allah'ım, herkesin çocuğu koyun, bi melemedikleri kalıyor (komşunun tavuğu, yorgun komşuya kaz.) bir de benimkilere bak, ikisi de keçi, yoruldumm.
cem: 3.yü doğur o zaman, o belki uslu olur.
y: yok sağol, öyle bir usluluk ihtimali görmüyorum ben.

... 2 dakika sonra bastıran pişmanlık:
y: aslında siz iyisiniz böyle ya, normal bunlar, yorgunluktan öyle dedim.
(söyledin artık, çok geç.)

Thursday, May 2, 2013

Okul Dışı


okul yıllarında okuyup sevdiğim bir şiire, yıllar sonra 19 nisan 2013 tarihli saatli maarif takvimi sayfasında yeniden rastladım. o zamanlar ortaokulda öğrenciydim, şimdi mutfakta küçük kızını yazın anaokuluna gönderip göndermeyeceğine karar vermeye çalışan iki çocuklu anne. şiirse hala ilk okuduğum günkü kadar güzel.

Okul Dışı
Bakın şimdi şu sayacağım şeylerin
Okulu yok
Gökyüzünde rasgele bir bulut parçası için
Körükörüne tutkunluğun
Ağacın birine durup dururken abayı yakmanın
Sigara içmekten
Kibrit çakmaktan alacağınız keyfin
Okulu yok
Yaz geceleri cırcır böceklerini
Dinlemeyi bilmenin de okulu yok
Okulu yok ekmeği peyniri domatesi
Küçümsememenin
Sözün sazın oyanın yazmanın
Halisini seçmenin
Daha buna benzer nice
Nice şeyin okulu yok
Aşkın inancın insanlığın okulu yok
Ama dilerseniz hepsini öğrenebilirsiniz.
Sabahattin Kudret Aksal

Friday, April 19, 2013

and then it's spring


 izleyin
harika bir kitap.

beklemeyi bilmek lazım. önce bir tohum atarsın.
yağmuru beklersin. yağmur zamanı gelince yağar.
ve sonunda bahar gelir.

o kadar büyüyoruz da, beklemeyi öğrenemiyoruz.
beklemek sabretmektir, bize okullarda öğretmeye çalıştıkları bir sürü şeyden daha önemlidir.
çocuklarla birlikte öğrenelim o zaman.

*
TIK

Tuesday, April 16, 2013

antidepresan :: yes, i was born to take care of you

bugünlerde, özellikle akşam saatlerinde pilim bitmeye yakın daha yemek + uyku vakti gibi iki baba işin beni beklediğini bilirken bu şarkıyı üstüste dinlemek ve dansetmek beni yatıştırıyor. işler bitse de (türkçe meali: çocuklar yatsa da) bir otursam; film mi izliycem, bir şeyler mi okuycam, ne yapacaksam yapsam, ah bir sessizliğe kavuşsam beklentileriyle sabırsızlığım tavan yapacakken dakikaları saymayı bırakıp o saatler içinde olabileceğimden çok daha eğlenceli, çok daha sabırlı bir anne olabiliyorum.

    

ilerde yemeklerini bizimle yemeyecekleri günler geldiğinde "bir zamanlar, cem'i okuldan alıp eve döndükten sonra çocuklar kah dibimde, kah içerde durmaksızın bağırıp çağırırlardı, bense yorgunluktan bitap, fonda bu şarkı, akşam yemeğini hazırlardım ve bir yandan da her nasılsa kalmış olan son enerji kırıntılarımla tepinirdim" diye hatırlayıp içleneceğim kesin.

sözler burada, şarkı sözlü videoyu maalesef buraya ekleyemedim.
nakarat kısmında çocuklar düşünülecek ve freddy mercury figürleri yapılacak:

i was born to love you
with every single beat of my heart

yes, i was born to take care of you
every single day of my life

...
you were made for me
you're my ecstasy
...

i wanna love you
i love everything about you
born
to love you
born
to love you
..

an amazing feeling coming through

*

şarkıdan yıllar önce bahseden binnur' a teşekkür borçluyum, o olmasa çok sevdiğim bu şarkıyı günün en zor saatlerinde dinlemek aklıma hiç gelmeyebilirdi.