Showing posts with label fotolar. Show all posts
Showing posts with label fotolar. Show all posts
Thursday, January 14, 2016
Dünyadaki Tek Akıllı Biz Değiliz
Bugün arabayla eve dönerken uzunları yine lüzumsuzca açmış birine kendi kendime söylendim, sonra bu yaptığımı da lüzumsuz bulup "neyse, söylemeyim kimseye böyle şeyler." dedim. Bunun üzerine arkada oturan Rüya (5) :
- Bu dünyadaki tek akıllı sadece biz değiliz, başkaları da akıllı, herkes akıllı
- Evet, güzel söyledin. Peki sen nereden duydun bunu?
- Bi yerden duymadım, kendim söylüyorum
Wednesday, September 24, 2014
Ağaçtaki Elma
Odamın penceresinden dışarı bakınca sarmaşıkların arasında güçlükle seçilen şu cılız ağacı görüyor musunuz?
O cılız ağacın dalındaki elmayı görebiliyor musunuz peki?
Ben de göremiyorum. Oysa dün akşamüstü görebiliyordum. Kırmızıydı, parlıyordu, harika görünüyordu.
Bu sabah baktım, elma yok. Ağaç bir yükseltinin üzerinde, merdiven olmadıkça erişilebilecek bir noktada değil. Dün bu ağacın incecik dallarından birinde sallanan o tek elmaya öyle şaşırmıştım ki bir fotoğrafını çekeyim diye düşünmüştüm.
O sırada odada yazlıkları kaldırayım, kışlıkları çıkarayım, küçülenleri yeni sahipleri için ayırayım gibi işlerle meşguldüm. Fotoğraf makinesi salondaydı, işleri bırakıp salona gitmeye, dev makineyi ayarlayıp iyi bir fotoğraf çekmek için uğraşmaya üşendim, yarın sabah ışık iyiyken çekersem daha güzel olacak diye kendimi rahatlattım. Oysa telefonum orada masanın üzerinde duruyordu ama o güzel elmanın fotoğrafı hiç telefonla çekilir miydi?
Sabah oldu, hani elma nerede? Makine burada, ben buradayım, ışık güzel ama elma yok. Düşmüş, gitmiş. Dün orada bir elma vardı ve çok güzeldi, bugün yok.
Yukarıdaki fotoğrafları telefonla çektim, salona gidip makineyi yine almadım ama dün fotoğrafını çekemediğim elmayı unutmak istemediğim için bu kez üşenmedim, onu anlatmak için salona geldim. Aklımdan sonra yazarım diye geçmedi mi, geçti ama önce işimi bitirmeyi bekleseydim elmayı kaybettiğim gibi anlatmak istediklerimi de kaybedecektim büyük ihtimal.
İlerleyen yaş konusuna bugüne dek farkında olmadan ne gibi anlamlar, nasıl dönülmez akşamlar yüklediysem, 40 yaşında olmak ya da durup gençliğimi, öğrenciliğimi hatırlamak da buna benzer şeyler hissettiriyor. Neyse ki Eddie Vedder'ı dinleyerek bunlardan bahsetmenin de güzel bir tadı var. Elmayı tadamadık, belki benden başka kimse de göremedi ama arkasından yazdıklarımı birkaç kişi okuyacak :)
Şu anda bu albümü dinliyorsunuz:
Şu anda bu albümü dinliyorsunuz:
Saturday, August 23, 2014
Kolay Değil :: Yaz, 2014
Dün Cem'in satranç okulundaki dersin bitmesini beklerken benim gibi oğlunu bekleyen bir anneyle tanıştım. Ders bitmişti ama çocukların maçı bitmediği için çıkış saati neredeyse bir saat uzamıştı. Ben bu gecikmelere alışkın olduğum için zaten geç gitmiştim, buna rağmen bekleme süresi uzayınca "daha geç gelsek de olurmuş" diyerek konuşmayı başlattım. Beni tanıyanlar, bu tür giriş(kenlik)lerin insanı olmadığımı bilirler ama çocuklar büyürken öyle değiştim ki, ben bile kendimi tanıyamıyorum artık.
Konuşurken evlerimizin arasında sadece birkaç blok olduğu ortaya çıkınca nasıl sevindiğimizi görmeniz gerekirdi, burada anlatmam mümkün değil. Öyle ki çocuklar birbirilerini görmeye yürüyerek gidebilecekler. Ben Cem'in yaşındayken bırakın birkaç blok ötesini, bisikletle neredeyse şehrin (İstanbul değil!) tüm semtlerini kat ederdim. Cem daha tek başına markete ekmek almaya gitmedi! Bir sitede oturmadığımız için neredeyse hiç sokakta da oynamadı ama bu arkadaşına yürüyerek gidebilir çünkü evden çıktığı anda oradan da bizim evden de görülebiliyor, evleri bize öyle yakın ki.
Satranç gibi ortak ilgi alanları olan, onun dışında da birbiriyle iyi anlaşan iki çocuk ve terlik mesafesi komşular. Buna yaz tatili çaresizliği içindeki iki annenin tepkisi tabii ki çok sevinmek olur.
Ertesi gün yani bugün derhal davet edildik ve ilk ev buluşmamızı yaptık. Çok mutluyuz.
Büyük şehirde anne/baba olmak, büyük şehirde çocuk olmak, büyük şehirde yaz tatili denilen 3 aylık devasa süreyi anlamlı şekilde geçirmeye çalışmak… Çok zor arkadaşlar, gerçekten de çok zor. Hele de bir sitede değil, trafik derdinden uzak kalalım, okul dahil gitmek isteyeceğimiz her yere yakın olalım diye şehrin göbeğinde oturmayı seçmişseniz, yazlığınız yoksa, çocuklarınızı yazlık evlerine birkaç haftalığına olsun gönderebileceğiniz aile büyükleriniz yoksa, çocuklar arasında 6 küsur yaş varsa, yetmezmiş gibi cinsiyetleri de farklıysa… Tek çıkış yolu, birbiriyle vakit geçirmeyi seven ve çok uzak mesafelerde oturmayan yaşıtlarıyla yapacakları buluşmalar oluyor. Biz bu sene ilk defa Cem'i yarım günlük spor okuluna gitmeye ikna edebildik, o da iyi oldu. Kendisi de memnundu, hatta cuma akşamları yatmaya giderken "keşke yarın da masa tenisi olsaydı" dediği günler oldu. Bu noktada Yankı Yazgan'a, yazılarından birinde rastladığım "zorla güzellik olmaz ama güzellikle zorlama olabilir." sözü için teşekkür ediyor, bunu ilk okuduğumda nasıl yapacağımı bilemesem de, sonunda dinlediğim ve yapabildiğim için de kendimi tebrik ediyorum.
Kısacası, sinema, kitaplar, ipad, semt turları, müzeler, aileyle gidilen deniz tatilleri bir yere kadar; tatilde hiçbiri sık görüşülen arkadaşın yerini tutmuyor.
Konuşurken evlerimizin arasında sadece birkaç blok olduğu ortaya çıkınca nasıl sevindiğimizi görmeniz gerekirdi, burada anlatmam mümkün değil. Öyle ki çocuklar birbirilerini görmeye yürüyerek gidebilecekler. Ben Cem'in yaşındayken bırakın birkaç blok ötesini, bisikletle neredeyse şehrin (İstanbul değil!) tüm semtlerini kat ederdim. Cem daha tek başına markete ekmek almaya gitmedi! Bir sitede oturmadığımız için neredeyse hiç sokakta da oynamadı ama bu arkadaşına yürüyerek gidebilir çünkü evden çıktığı anda oradan da bizim evden de görülebiliyor, evleri bize öyle yakın ki.
Satranç gibi ortak ilgi alanları olan, onun dışında da birbiriyle iyi anlaşan iki çocuk ve terlik mesafesi komşular. Buna yaz tatili çaresizliği içindeki iki annenin tepkisi tabii ki çok sevinmek olur.
Ertesi gün yani bugün derhal davet edildik ve ilk ev buluşmamızı yaptık. Çok mutluyuz.
Büyük şehirde anne/baba olmak, büyük şehirde çocuk olmak, büyük şehirde yaz tatili denilen 3 aylık devasa süreyi anlamlı şekilde geçirmeye çalışmak… Çok zor arkadaşlar, gerçekten de çok zor. Hele de bir sitede değil, trafik derdinden uzak kalalım, okul dahil gitmek isteyeceğimiz her yere yakın olalım diye şehrin göbeğinde oturmayı seçmişseniz, yazlığınız yoksa, çocuklarınızı yazlık evlerine birkaç haftalığına olsun gönderebileceğiniz aile büyükleriniz yoksa, çocuklar arasında 6 küsur yaş varsa, yetmezmiş gibi cinsiyetleri de farklıysa… Tek çıkış yolu, birbiriyle vakit geçirmeyi seven ve çok uzak mesafelerde oturmayan yaşıtlarıyla yapacakları buluşmalar oluyor. Biz bu sene ilk defa Cem'i yarım günlük spor okuluna gitmeye ikna edebildik, o da iyi oldu. Kendisi de memnundu, hatta cuma akşamları yatmaya giderken "keşke yarın da masa tenisi olsaydı" dediği günler oldu. Bu noktada Yankı Yazgan'a, yazılarından birinde rastladığım "zorla güzellik olmaz ama güzellikle zorlama olabilir." sözü için teşekkür ediyor, bunu ilk okuduğumda nasıl yapacağımı bilemesem de, sonunda dinlediğim ve yapabildiğim için de kendimi tebrik ediyorum.
Cem gönülsüzce gittiği Pera Müzesi'ndeki Andy Warhol sergisi girişinde. Pek istememişti ama sonuçta pişman olmadı gittiğine. (Temmuz)
Sebze ayıklamak da bir yere kadar, yani nereye kadar?
Sağolsunlar, buzluk doldu. (Ağustos)
*
Çocuk Bahane, Kendimize Bakalım (Yankı Yazgan)
Çocuklar Mutfakta
*
Çocuk Bahane, Kendimize Bakalım (Yankı Yazgan)
Çocuklar Mutfakta
Wednesday, January 29, 2014
Aynı Noktadan 5 Gün
Rüya'yı okula bıraktıktan sonra her gün evden çıkarken yanıma aldığım kahveyi bitirdiğim nokta burası. Arabayı park ettiğim yerden birkaç adım uzakta. Acelem yoksa her gün uğrayıp denize, denizden ve köprüden geçen araçlara baktığım yer. Hayatın birbirinin aynı günlerden ibaret olmadığını, her şeyin her an değişip durduğunu hatırlamak için birkaç dakika.
20/01/2014 Pazartesi
21/01/2014 Salı
22/01/2014 Çarşamba
23/01/2014 Perşembe
24/01/2014 Cuma
*
Oradan ayrılırken aklımda hep: Hala çok güzelsin İstanbul.
*
Burayı ilk keşfettiğim gün :: 16 Mayıs 2013
Friday, January 17, 2014
ama ben istemezsem... hiç konuşmam kii
rüya gözlükçüde
ben kendime çerçeve seçmeye çalışırken rüya yanımda boş durmuyor, çocuk gözlüklerini takıp çıkarıyordu. ona da çerçeve almamız gerekseydi fotodakini alırdım büyük ihtimal.
*
rüya: ben bu masada resim çizeceğim ama çok dağınık hiç yer yok bana
yasemin: tamam topladım, al bu da kağıdın
r: anne bi kalem daha ver, bi kalem daha
y: hangisini?
r: anne şurdaki kalemlerin hepsini versene, kutuyu da ver, hepsini ver, kutuyu ver, bütün kalemleri ver, olur mu?
y: uff rüya şu isteklerin hiç bitmiyo valla, bi bitse çok güzel olacak
r: niye... ama isteklerim biterse ben konuşamam.
y: doğru, haklısın :) bitmesin o zaman
r: ben bir miyav değilim.
Tuesday, January 14, 2014
Cem'in Şiirleri
Cem'in geçtiğimiz sömestr tatilinde (8,5 yaşındayken) yazdığı akrostiş şiirlerini bir kitabın arasına saklayıp unutmuşuz, geçen hafta bulduk. Yazdıklarını yeniden okuyunca ilk okuduğum seferkinden bile daha çok sevdim, sordum, biraz gönülsüz de olsa "iyi, koy bakalım" dedi. Noktasına, virgülüne dokunmadan:
Ölümün çoğu kısmı mezarda geçer.
Islak günlerde araba kazasında ölebilirsin.
Üzüntüden de ölürsün bazen.
Marmara denizine düşersen boğularak ölebilirsin.
Canımız sadece bir tanedir kediler gibi dokuz tane değildir.
Üzülürsün birisi ölürse.
Lanet yüzünden ölüm diye bir şey var mı.
Bu şiirde dizelerin ilk harflerinden "ölümcül" okunsun istemiş olmalı ama ikinci dizede olması gereken L harfi I ile karışmış. O kadar önemli değil, epey ürpertici bir şiir.
*
Yazın hava sıcaktır.
Arılar yazın çoğalır.
Zambak yazın çıkar. Zambak güzel kokar.
Haiku tadında. Cem zambağı nereden biliyor acaba? Ben yıllardır görmedim. Yazın mı çıkar, ondan da emin değilim.
*
Fırtına tehlikelidir.
Islak yolda araba kazası olur.
Rakı içip fırtınaya çıkma.
Tanımadığın bir yerde fırtınaya çıkarsan kötü olur.
Irmaklar fırtınada taşabilir.
Niye çıkar ki insan fırtınaya.
Akşam fırtana olur sabah değil!!
*
Domuzlar şişko ve pembedir.
Onlar benim en sevdiğim hayvanlardır.
Mama yemeği çok severler.
Uzun değillerdir.
Zaman geçtikçe domuz ailesi büyür.
* domuz ailesi büyür mesela domuz----} yaban domuzu
Cem geçen yıl domuzlarla çok ilgiliydi. Domuz resimleri çizer, onlarla ilgili espriler yapıp dururdu. Buraya koymadığım epey uzun bir domuz şiiri daha var, çocuklarla domuzların hayatını karşılaştırıyor.
*
Döner isimli şiirini bu yıl Türkçe derslerinden birinde yazmış. Öğretmeni esprili bulmuş, veli görüşmesinde bize gösterdi.
Döner
Benim en sevdiğim yemek döner
Döner her yemeğin önderidir
Benim en sevdiğim şey defter
Aslında en sevdiğim şey döner
Dönerciler döner yaptı
İnsanlar döner yerken salçayı etrafa saçtı
Dönerciler kapıyı açtı
Ve dönerler uzaklaştı
Ölümün çoğu kısmı mezarda geçer.
Islak günlerde araba kazasında ölebilirsin.
Üzüntüden de ölürsün bazen.
Marmara denizine düşersen boğularak ölebilirsin.
Canımız sadece bir tanedir kediler gibi dokuz tane değildir.
Üzülürsün birisi ölürse.
Lanet yüzünden ölüm diye bir şey var mı.
Bu şiirde dizelerin ilk harflerinden "ölümcül" okunsun istemiş olmalı ama ikinci dizede olması gereken L harfi I ile karışmış. O kadar önemli değil, epey ürpertici bir şiir.
*
Yazın hava sıcaktır.
Arılar yazın çoğalır.
Zambak yazın çıkar. Zambak güzel kokar.
Haiku tadında. Cem zambağı nereden biliyor acaba? Ben yıllardır görmedim. Yazın mı çıkar, ondan da emin değilim.
*
Fırtına tehlikelidir.
Islak yolda araba kazası olur.
Rakı içip fırtınaya çıkma.
Tanımadığın bir yerde fırtınaya çıkarsan kötü olur.
Irmaklar fırtınada taşabilir.
Niye çıkar ki insan fırtınaya.
Akşam fırtana olur sabah değil!!
*
Domuzlar şişko ve pembedir.
Onlar benim en sevdiğim hayvanlardır.
Mama yemeği çok severler.
Uzun değillerdir.
Zaman geçtikçe domuz ailesi büyür.
* domuz ailesi büyür mesela domuz----} yaban domuzu
Cem geçen yıl domuzlarla çok ilgiliydi. Domuz resimleri çizer, onlarla ilgili espriler yapıp dururdu. Buraya koymadığım epey uzun bir domuz şiiri daha var, çocuklarla domuzların hayatını karşılaştırıyor.
*
Döner isimli şiirini bu yıl Türkçe derslerinden birinde yazmış. Öğretmeni esprili bulmuş, veli görüşmesinde bize gösterdi.
Benim en sevdiğim yemek döner
Döner her yemeğin önderidir
Benim en sevdiğim şey defter
Aslında en sevdiğim şey döner
Dönerciler döner yaptı
İnsanlar döner yerken salçayı etrafa saçtı
Dönerciler kapıyı açtı
Ve dönerler uzaklaştı
Thursday, November 28, 2013
hafta içi yıldız parkı
yıldız parkı eve yakın. bir sürü sincap var, diplerine kadar gitmezseniz kaçmıyorlar, öyle rahatlar. koşuşturmalı geçen haftalardan sonra orman havasıyla sonbahar renklerinin üzerimizdeki sakinleştirici etkisi. yorgunluğu bahane edip üşenmeyelim, daha sık gelelim bundan sonra.
acıkınca malta köşkü'ne yürüdük. birer kase çorba ve ortak zeytinyağlı tabağı onur'la bana yetti. rüya için de ayrı bir zeytinyağlı tabağı. rüya tabaktakilerin neredeyse tümünü tek başına mideye indirdi. bugün iyice emin oldum, rüya soğuk yemekleri diğer yemeklerden daha fazla seviyor. cem ise tam tersi, ben sırf bu yüzden rüya'nın da hep cem gibi sıcak, bakliyat ağırlıklı yemekleri seveceğini düşünürdüm.
yıldız'a dönersek, oraya son gittiğimizde günlerden pazardı, parkın her yerinde gelin, damat ve fotoğrafçılar vardı. bugünse ortalık bomboştu, kuş sesleri dışında her yer sessiz, sakindi. sincaplar ve ağaçlar bir günlüğüne bizimdi. bu serin çarşamba gününü yıldız parkı'nda geçirmek, orada kitap okumak, çay içmek ve kuşları dinlemek bize mutluluk verdi.
Friday, October 4, 2013
Rüya 3. :: Forever Young
May God's blessing keep you always,
May your wishes all come true,
May you always do for others
And let others do for you.
May you build a ladder to the stars
And climb on every rung,
May you stay forever young.
May you grow up to be righteous,
May you grow up to be true,
May you always know the truth
And see the light surrounding you.
May you always be courageous,
Stand upright and be strong,
May you stay forever young,
Forever young, forever young,
May you stay forever young.
May your hands always be busy,
May your feet always be swift,
May you have a strong foundation
When the winds of changes shift.
May your heart always be joyful,
May your song always be sung,
May you stay forever young,
Forever young, forever young,
Etiket:
fotolar,
güzel şeyler,
meşaz,
rüya'nın günlüğü,
video
Wednesday, September 11, 2013
sivrice'de bir masa
assos sivrice'de masa üstü:
eski gaz bombası yeni vazo + rüya'nın inek bebeği
bu da masadan manzara
ağustos 2013
Etiket:
fotolar,
gezi-inceleme kolu,
güzel şeyler,
oyuncak
Wednesday, July 24, 2013
hansel'le gretel
rüya, kolunun altında kedisi, fırat'la şehrin şimdilik kurtarılmış bölgelerinden koşuyolu'ndaki validebağ korusu'nda yürüyüşte.
aylardan nisan.
aylardan nisan.
rüya ile fırat'ın abileri arasında 1 yaş var, bundan 6 sene evvel anneler ve abiler bu blog aracılığıyla tanışıp arkadaş oldular. ufaklıklar ise bundan 4 sene sonra anne karnındayken görüşmeye başlayıp (ordayken harvey karp'ın seminerine de gittiler) birbirlerinin ilk arkadaşı oldular. bugün onlara gideceğimizi duyan rüya "yaşasın! çok seviyorum ben fırat'ı. en çok onu seviyorum." dedi.
*
Monday, July 22, 2013
beyoğlu'nda sakin ve serin bir sabah :: spirou & le marsupilami sergisi
1938 yılında Robert Velter tarafından Belçika’da yaratılan Spirou karakteri, aralarında dahi olarak kabul edilen Jijé (nam-ı diğer Joseph Gilain) Franquin, Fournier, Tome & Janry, Yves Chaland, Yoann & Vehlmann, Emile Bravo gibi çizerlerin de yer aldığı birçok çizerin elinden geçti. 1952 yılında döneminin en yetenekli çizeri kabul edilen Belçikalı André Franquin, Spirou dizisi içinde Marsupilami karakterini yarattı. Karakterin çok çabuk benimsenmesi ile Franquin onu 1990 yılında o zamandan beri çizerliğini yapan Batem’in ellerine teslim etti. Spirou dizisi Türkiye’de Tudem Yayınları, Le Marsupilami ise 2013 yılından beri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanıyor. 3.Istanbulles Çizgi Roman Festivali çerçevesinde Spirou dizisini gerçekleştirmiş bütün çizerlerin 60 adet çizim ve paneli Fransız Kültür Merkezi’nde sergilenecek.
bugün fransız kültür'deki bu sergiye gittik. cem spirou ve marsupilami kitaplarını yakından takip ediyor. en son pazar günü yeni çıkan kara mars'ı aldırıp bir nefeste okudu. sergi haberini de heyecanla karşıladı, sabah evden çıkarken çok nadiren yaptığı bir şeyi yapıyordu, şarkı söylüyordu.
bu fotoyu çekmemi cem istedi
ben çektim diye söylemiyorum, son derece başarısız bir foto
güsel
sergi çıkışı inci'nin yeni yerine götürdüm cem'i. profiterolü kilo kaygısıyla yedim. tatlı yemiyorum, epeydir yemediğim için de artık canım hiç istemiyor. eskiden de pek düşkün değildim gerçi. o değil de, biliyorsunuz değil mi, sadece tatlıyı kesince epey kilo veriliyor. hem sağlıklı hem estetikli yani. yemeyin, yedirmeyin. yaptığımı yapma dediğimi yap. çocuklara derlerdi böyle, tam sopalık bir laf. neyse ayda yılda bir perhizi bozuyorsam gerçek bir sebebi olmalıydı ama onu bile çok istemedim valla. şimdi sırada güllaç var, haftaya.
mis sokak, 18
sonra şu seyyar çiçekçiye rastladık, fesleğen ile süs biberi aldık. iki saksıyı torbaya koyup caddeye çıktık.
böyle tatlı bir dükkan var mis sokak'ta. cem'in sıkılacağını bildiğimden girip gezemedim, aklımda.
hmm okuma listesine yazalım bunu.
yazarı şurdan hatırlıyoruz:
Sunday, July 14, 2013
rüya ol.
seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir. bu savaş bir başladı mı artık hiç bitmez.
e.e. cummings
rüya 2 yaş 8 ay
*
Friday, June 7, 2013
haftasonu önerileri :: gezi parkı + benim çocuğum
haftasonu gezi parkı'na gitmek iyi fikir. giderken gezi kütüphanesi için evden kitap götürün, bu sabah raflar biraz boşalmıştı. raflarda gizli yediler hırsız avcısı ve lastik pabuçlar gibi çocukluğumun sevdiğim kitaplarını görünce sevindim.
parka götürmek için ayırdığım kitapları evi gözüm dönmüş şekilde toplamaya çalıştığım bir anda kendimden bile saklamışım, sabah bulamadan çıktım. o yüzden bugünlük ancak seyyar sigara dağıtıcısına sigara bağışında bulunabildim derken eve girer girmez portmantonun üzerinden bana bakan kitapları gördüm, şaşırdım. çıkmadan evvel rüya'yı kitapların yanına oturtup ayakkabılarını giydirmiştim, görmemişim.

evime, kentime, yaşam alanıma dokunma!
*
benim çocuğum
*
film hakkında
gezi, park, çark, her şey :: fatih özgüven
*
*
*
taksim'e gitmişken harika bir zamanlamayla vizyona girme şansını yakalamış olan benim çocuğum filmini mutlaka ama mutlaka görmelisiniz. ankara'dakiler için film kızılay büyülü fener'de. filmi sinemada izlemek lazım (hatta ananızı da alın gidin, gerçekten) emeği geçenlere katkımız olsun, bu tür filmlerin sayısı çoğalsın.
beyoğlu cinemajestik
11.30-13.30-15.30-17.30-19.30-21.30
çapulcu musun vay vay
eylemci misin vay
boğaziçi caz korosu'nu dinlediniz mi?
ben yaşlandım herhalde hemen gözlerim doldu yine. cem olmaz gerçi ya, çocuklarımdan birini aralarında görmek isterim ilerde.
ben yaşlandım herhalde hemen gözlerim doldu yine. cem olmaz gerçi ya, çocuklarımdan birini aralarında görmek isterim ilerde.
ranzalar & saz
duvarlar yaratıcı graffitiler ve baskılarla dolu.
taksim'de neredeyse hiç araç yok, gençler caddede top oynuyor. yolun ortasından arkanıza hiç bakmadan yürüyebiliyorsunuz zaten caddeler barikatlarla kapatılmış. alıştığınız taksim'den farklı bir yer şimdi orası. herkesin her şeyini paylaştığı başka bir dünya.
sabah ben çadırlar arasında dolanırken çoğu park sakini uykudaydı. uyanmış olanlar çay demliyorlardı.
sabah ben çadırlar arasında dolanırken çoğu park sakini uykudaydı. uyanmış olanlar çay demliyorlardı.
evime, kentime, yaşam alanıma dokunma!
*
benim çocuğum
*
film hakkında
gezi, park, çark, her şey :: fatih özgüven
*
"...
Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşılmamıştı. Şimdi, yaşanan ve yaşanmakta olan şeye kelimeler kifayet etmiyor. Kalıba sığmıyor, tanıma gelmiyor, benzeri gösterilemiyor. Roger Waters’ın dediği gibi, koca dünyadaki başka her şeyi önemsiz kılan bu ayaklanma, günlere yayılan bu devrimci ân, bir hayret, bir güven, bir aşk duygusu uyandırıyor. Anlamaya çalışmak, üzerine konuşmak kesmiyor, yaşamak gerekiyor, milyonlar bunun için atıyor kendini sokağa. Ve buna karşı durmak isteyen muktedirlerin bütün foyasını çıkarıyor ortaya. Bakınız, mesela, otuz yıldır süren savaşı otuz yıldır aynı Gezi direnişi gibi yansıtan medya. Televizyonlar ve basın günlerce nasıl suskun kaldıysa, bu büyük infial yaşanmamış gibi yaptıysa, otuz yıl boyunca da Kürt illerinde yaşananları göstermemişlerdi. Biz günlerce bu medya karşısında neler hissettiysek, Kürtler de otuz yıl boyunca onu hissetmişlerdi."
tamamı :: bir ağaç gibi bir orman gibi
Wednesday, May 29, 2013
buralar eskiden hep meyvelikti*
dün rüya'yla parktan dönerken önce bizim evin karşı kaldırımındaki karadut ağacını farkettik, dut toplarken yanıbaşındaki kiraz ağacını, bir merdiven getirsek toplasak şu kirazları derken de merdiveni gördük. tepesinde bir adam kiraz topluyordu. ağaçtan dökülenleri toplamaya çalışırken yanımıza geldi ve topladıklarından bize iki avuç dolusu verdi. kirazları çantaya doldururken rüya arada yere, bazen de kafaya düşen karadutları yiyordu. ben çocukluğumdan beri dut sevmem, tatlı geliyor. sonra bir sürpriz daha: kirazın yanındaki ağaç erik ve en alttaki dallarına kadar erik dolu. çantanın aldığı kadar eriği de topladık.
burası gökdelenlerin, alışveriş merkezlerinin, plazaların semti.
semtin eski evlerinin bulunduğu sessiz sakin sokaklarından birinde hala meyvelerle yüklü ağaçların olduğunu keşfettiğimiz, meyveleri toplayıp komşularla paylaştığımız bir gün olarak hatırlansın bugün.
rüya kirazı ısırdıktan sonra "bu armutluymuş." dedi.
işte topladığımız iki tabak meyve.
cem'in okuldan eve dönmesini bekliyorlar.
* komşunun, buralarda meyve dolu ağaçların olmasına şaşırdığımı duyunca söylediği.
eskiden buralar dutluktu derler ya, şimdi buralar plazalık, avmlik. çok yakında büsbüyük bir yenisi daha açılıyor. rezidıns+moll. ne mutlu ki kalan ağaçlar hala meyve dolu. bu arada bugün bizim organikçi dükkanın sahibesinden geçenlerde büyük heyecanla bahsettiğim vişne ağacının aslında kiraz ağacı olduğunu öğrendim. vişne için daha erken zaten, değil mi?
Thursday, May 16, 2013
bugün :: manzara, vişne ağacı ve kitap
bugün nicedir ilk defa kendime ayıracak 1-2 saatim oldu. günlerdir arabayı aynı yere park ediyordum ama bugüne kadar çevreye bakacak fırsatım olmamıştı. dümdüz yürüsem, orada ne vardır dedim ve yürümeye başladıktan sadece bir dakika sonra bu manzarayla karşılaştım.
yıllar sonra yeniden bir manzaraya karşı nefesim kesildi. ağzım gerçekten açık kaldı, gözlerim doldu, taştı. oradan ayrılmadan evvel çektiğim ve size gösterebildiğim fotoğraf maalesef gerçeğinden çok uzak. karşımda göz alabildiğine uzanan boğaz, sabah güneşiyle parlayan deniz ve tek tük balıkçı tekneleri. öğrencilik yıllarımdan sonra belki de ilk defa istanbul'da olmanın böyle bir şey olduğunu yeniden hissettim. öğrenciyken istanbul'un en güzel yerlerine giderdik, daha önce hiç binmediğimiz belediye otobüslerine biner şehir turları yapardık. taşradan geldiğimiz için her şey, her yer yeniydi bizim için. böyle büyülendiğim manzaraları ilk o zamanlar görmüşümdür. muhteşem bir şehir burası. çoğu zaman kaosu ve karmaşasında yutulup gidiyor olsam da değer buna.
bugün cem'i okuldan aldıktan sonra mutfak alışverişi için hemen her gün uğradığımız dükkanın önündeki ağaçtan sallanan vişneleri farkettik. biz daha ağacın vişne ağacı olduğunu bile bilmezken bazı vişneler olgunlaşmıştı bile. çocuklar tatmak isteyince ağacın altında bir süre mola verip dalından kopardığımız vişneleri yedik. çocuklar için bir ilkti dalından meyve ve hatta sanırım vişneyi de ilk kez tatmış oldular. beğendiler. rüya tekrar tekrar yemek istediği için bir türlü ayrılamadık ağacın altından. şehrin ortasında bugüne kadar farkına bile varmadığımız yüklü mü yüklü bir vişne ağacı.
cem okumayı öğrendikten kısa bir süre sonra artık onun için kitap okumama gerek olmadığını söylemişti.
cem: ben kendi kitabımı kendim okuyabiliyorum artık, bana kitap okumana gerek yok.
yasemin: yaa? emin misin, ben yine de okuyabilirim istersen.
c: istemiyorum.
net. oysa ben çocukken sevdiğim veya yeni çıkan merak ettiğim kitapları onunla beraber okumaya bayılıyordum. bundan 2 sene sonra, bu ders yılının başında ilgimi çeken bir kitabı birlikte okuyup okuyamayacağımızı sorarak şansımı denedim ve olumlu yanıt aldım. böylece yeniden okumaya başlamış olduk. bu gece bitirdiğimiz kitap buydu. ikimiz de severek ve eğlenerek okuduk. ilkokul çağındaki çocuklara ve büyüklerine öneririz.
cem: ben kendi kitabımı kendim okuyabiliyorum artık, bana kitap okumana gerek yok.
yasemin: yaa? emin misin, ben yine de okuyabilirim istersen.
c: istemiyorum.
net. oysa ben çocukken sevdiğim veya yeni çıkan merak ettiğim kitapları onunla beraber okumaya bayılıyordum. bundan 2 sene sonra, bu ders yılının başında ilgimi çeken bir kitabı birlikte okuyup okuyamayacağımızı sorarak şansımı denedim ve olumlu yanıt aldım. böylece yeniden okumaya başlamış olduk. bu gece bitirdiğimiz kitap buydu. ikimiz de severek ve eğlenerek okuduk. ilkokul çağındaki çocuklara ve büyüklerine öneririz.
Wednesday, May 15, 2013
uzlaşma
çocuk (bir yandan birkaç taç yaprağını kopararak): emre emre, gel şu dinazor çiçeğine baksana
emre: dinazor çiçeği değil o, aslan çiçeği
çocuk: bence dinazor çiçeği
emre: ama eğer üfleme çiçeği olsaydı aslan çiçeği olurdu
çocuk: evet o zaman aslan çiçeği olurdu. bu papatya
emre: evet, papatya.
okul bahçesindeki hayatım sona erince bu naif konuşmaları duyamayacağım. bu arada bahçede yanıma oturan, bana selam verip geçen ve sorular soran çocukların sayısı artıyor; mutluyum.
Etiket:
çocukluk,
fotolar,
gündelik,
güzel şeyler,
yasemin
Thursday, May 9, 2013
daha dün annemizin (anaokulunda ilk günler)
bugün: şimdi okullu olduk. mu acaba?
okula alışmada 4. günü devirdik. önce bugünkü izlenimlerim. hemen arkasından okuyacağınız yazıyı pek parlak geçmeyen 2. ve 3. günlerin ardından yazmıştım. bugünse güzeldi, dolayısıyla daha iyimser ve rahatım; iyi ki başladık modundayım. ancak mehter modeli bir şey okula alışmak; bir gün süper geçti derken ertesi gün ipler kopabilir, tam oldu derken kendinizi birden filmin en korkunç sahnelerinden birini yeniden izlerken bulabilirsiniz. okulun ilk günlerinde ayarlar çocuk için çok ince, pamuk ipliğine bağlı. yanlış bir sözcük, minicik bir hareket bir çuval inciri bir saniyede berbat eder. bundan 35 sene önce anaokuluna başladığımda benim için öyleydi, 6 sene önce cem için öyleydi ve bugün rüya için de böyle bu.
bugün çok tatlı bir kız çocuğu, ben bankta mal gibi oturmuş koşturan çocukları izlerken, birkaç gündür sürmekte olan okul nöbetimin verdiği aşinalığın sayesinde yanıma yaklaşıp
- senin oğlun nerde, oğlun?
diye sordu. rüya'yı yolda belde gören herkes erkek zannediyor doğduğundan beri. kızın sorusu içimi eritti. o anda ona sarılmamak için kendimi zor tuttum. biraz ötede kendi başına takılan rüya'yı gösterdim, koşarak yanına gitti. konuşmaya başladılar. kız rüya'nın tişörtündeki pullara dokundu ve sonra tekrar yanıma geldi, tam önümde durdu, yüzüme bakmaya başladı.
yasemin: sen oğlun demiştin ya, o aslında benim kızım
kocaman mavi gözleri büyüdü:
- o senin kızın mıydı?
- evet, tişörtüne baktın değil mi sen onun? ben de senin elbisene hayran kaldım. (ahh elbise giyen çıtıpıtı kız çocukları da var bu hayatta)
*
2 gün önce: alışmak sevmekten daha zor geliyor
rüya anaokuluna başladı demiştim. 3 yarım gün işte ama alışsın diye bu hafta her gün gidiyoruz. aslında içim çok rahat değil. sıcak yaz günlerinde çok bunalacağımızı düşünerek girdim bu topa ama doğrusu kızımı okula yollamayı pek de istemiyordum, doğruya doğru. ağustos'ta okulu tatil. mayıs, haziran'ın yarısı ve temmuz boyunca gidecek. bu arada cem'le ikimize biraz başbaşa vakit + cem'e evde rüya'nın müdahaleleri olmadan geçirebileceği 3 yarım gün, rüya'ya da güzel bir bahçede yaşıtlarıyla doyasıya oyun imkanı diye düşünmüştüm ama bakalım nasıl olacak? zira şu an alışma evresindeyiz.
bu alışma dönemi benim için rüya için olduğundan daha zorlu bir dönem. kuşun kanadındaki yelden, havadaki nemden ve bilumum hareketlerden hemmen etkilenen hassas ve alercik ruhum yıpranıyor a dostlar. çünkü bu işler sosyallik işleri, her gün kamfırt zonumun dışında, okulda epey bir zaman geçiriyorum. zor işler bunlar benim için. hayır, bulup bulabileceğim en bizim kafaya uygun ve tanıdık yerdeyim. karışılacak görüşülecek bir şey yok, karışmıyorum da zaten. bir okulu bulup tamam diyene kadar bin dereden su getirdiğim doğru ama ondan sonra her şeyi yakın takip etsem de, ona buna karışmak, şurası şöyle, burası böyle diye yakınmak, şurası yetersiz, armudun sapı, üzümün çöpü demek adetim değil. artısı ve eksisiyle her şeyini bilerek kabul etmiş, çocuğumu kaydettirmişimdir, artısı eksisinden bence fazladır, daha iyisi de yine bence yoktur. konu kapandı, bu kadar. okulun veli müdahalesine açık olmayanını tercih ederim zaten. baştan bana ne vaad ettiyse onu sunsun, veli öyle istedi diye bir gün onu, sonraki gün bunu değiştirmesin. ama şu anda içim pır pır. tam alışıyorken ya yanlış bir hal vuku bulur da rüya aniden ortamdan soğursa diye kafamda yazıp duruyorum bir şeyler. düşününce ne kadar gereksiz. cem de buranın karşıdaki şubesine gitmişti. bildiğim, tanıdığım, güvendiğim, sevdiğim yer işte. bahçe de kocaman, daha ne?
amaaaan aslında ortalıkta 4+4 münasebetiyle olduğunu tahmin ettiğim "2 çok geç" rüzgarları çoktan esmeye başlamış olsa bile bana sorarsanız bu yaşta (rüya eylül'de 3'ü dolduracak) hala en güzel yer ev valla, bir de bahçe ve çocuklarla yaşıt çocuklar olsaydı apartmanda. şu büyük şeherde, aralarında yaş farkı olan iki apartman çocuğuyla yaz tatili geçirme işi yok mu? cem yaz okulu sevmez, hiç gitmedi, bir kere bile. hak vermiyor değilim ona, kış okulu yetmedi mi? cem de bencileyin evcil insan, hiç sıkılmaz evde. burcu yengeç olanlar evcimen olur derler, doğru olabilir, cem yengeç, ben değilim gerçi. rüya ise pek çekmemiş bize. kış okulunda ne yapar bilinmez ama şimdiden yaz okullarının gediklisi olacak gibi bir hali var.
bütün bunları az önce okuduğum bir cümle için yazdım aslında, bugünlerde aklımda yanıp sönen bir cümleymiş, okuyunca anladım: Bir anne, kendisinden başka kimseye güvenemez. bugün bu okul işi yüzünden derin bir güven bunalımına hapsolmuş durumdayım, yarına geçmesini umuyorum. muhtemelen gereksiz ve kendi kendime yarattığım bir bunalım ama gerekli de olabilir. yazının konumuzla ilgisi yok ama belki vardır, neden olmasın? neyse. cümle şu yazıdandı.
bu da geçer ya hû
*
guşu yuvadan hafif hafif uçuruyoruz. bu da büyüdü, iyi mi?
Sunday, March 31, 2013
30/3 cumartesi :: kalbimin efendisi
eski türk filmlerini bugün bile ağlamadan izleyemiyorum. artık evde herkes uyuduktan sonra dvdden rahat rahat izleyebiliyorum ama o zamanlar ağladığımı gizlemek zorundaydım çünkü büyüklerin, onların küçümseyip beğenmedikleri bu filmleri gece geç saatlere kadar uyanık kalıp izlediğim yetmezmiş gibi bir de ağlayarak izlediğimi görmeleri, benim için bu seansların sonu demek olabilirdi. zaten kim bir film izlerken ağladığının görülmesini ister ki? o filmle sizin aranızda kalması gereken bir sırdır o anda.
filmi son sahnelerine gelene kadar önceden izlediğimi hatırlamadan merak ve heyecanla izledim. seyircilerin 43 sene öncesinin bugünden bakıldığında komik bulduğu sahnelerin bazılarına ben de güldüm. onlar gülmese, komikliğini ayırt edemeyeceğim komiklikler de vardı: uludağ'da, kar altında arabayla şehre inmek isteyen hülya koçyiğit'e şoförün "bugün araba çalışmaz, akü şarj etmiyor." demesi gibi. en çok güldüğüm sahneler ise ömercik'in bence en olmadık anlardan birinde olayların üstüne tüy diker gibi merdivenlerden dramatik bir şekilde paldır küldür yuvarlandığı ve ediz hun'un lale belkıs'a büyük bir öfkeyle "çirkef" diye bağırdığı sahne oldu. kabul etmek lazım ki bazı oyunculuklar bugün için fazla abartılı, bilmiyorum belki o zamanlar için de öyleydi ama güldüm dedim diye filme gülmek için gittiğim düşünülmesin. üç oyuncusunu da çok sevdiğim bu filmi sinemada görmek için gittim, bu filmleri her zaman, aslında gösterildiği günlerde, sinema salonunda izlemeyi istemiş olduğum için.
*
bunlar da filme giderken bizim sokakta gördüğüm manolya ağacından. çok güzel başladı festival. annem de ben sinemaya gidebileyim diye 4-5 günlüğüne istanbul'a geldi, daha ne isterim?
Etiket:
çocukluğumdan kalanlar,
filmler,
fotolar,
istanbul,
yasemin
Wednesday, March 6, 2013
dünya hiç oluşmasaydı
dün cem'in okul çıkışında yolumuzun üzerindeki alışveriş merkezinde biraz vakit geçirdik. dışarı çıktığımızda hava kararmıştı. soğuk, yorgunum. rüya pusette, aldıklarımız (oyun hamuru, dergi, kitap) pusete asılı, tıngır mıngır ilerliyoruz. cem elindeki pet şişeyi sağa sola vura vura arkamızdan geliyor. beraber yürüyelim diye yavaşlayınca ben, soru geldi:
cem: dünya hiç oluşmamış olsaydı ne kaybederdik?
yasemin: ooo güzel soru... ne kaybederdik... şimdiye kadar yaşadıklarımızı ve şimdiden sonra yaşayacaklarımızı kaybederdik, hiç yaşamamış olurduk yani. gerçi burda ne kaybederdik mi demek lazım, ne kazanırdık mı, onu da bir düşünmek lazım
cem: bence biraz kaybederdik, biraz kazanırdık. iyi şeyler var, kötü şeyler var ya...
y: doğru, haklısın
Subscribe to:
Posts (Atom)