Showing posts with label şarkılar. Show all posts
Showing posts with label şarkılar. Show all posts

Wednesday, September 24, 2014

Ağaçtaki Elma



















Odamın penceresinden dışarı bakınca sarmaşıkların arasında güçlükle seçilen şu cılız ağacı görüyor musunuz?

O cılız ağacın dalındaki elmayı görebiliyor musunuz peki?

Ben de göremiyorum. Oysa dün akşamüstü görebiliyordum. Kırmızıydı, parlıyordu, harika görünüyordu.

Bu sabah baktım, elma yok. Ağaç bir yükseltinin üzerinde, merdiven olmadıkça erişilebilecek bir noktada değil. Dün bu ağacın incecik dallarından birinde sallanan o tek elmaya öyle şaşırmıştım ki bir fotoğrafını çekeyim diye düşünmüştüm.

O sırada odada yazlıkları kaldırayım, kışlıkları çıkarayım, küçülenleri yeni sahipleri için ayırayım gibi işlerle meşguldüm. Fotoğraf makinesi salondaydı, işleri bırakıp salona gitmeye, dev makineyi ayarlayıp iyi bir fotoğraf çekmek için uğraşmaya üşendim, yarın sabah ışık iyiyken çekersem daha güzel olacak diye kendimi rahatlattım. Oysa telefonum orada masanın üzerinde duruyordu ama o güzel elmanın fotoğrafı hiç telefonla çekilir miydi?

Sabah oldu, hani elma nerede? Makine burada, ben buradayım, ışık güzel ama elma yok. Düşmüş, gitmiş. Dün orada bir elma vardı ve çok güzeldi, bugün yok.

Yukarıdaki fotoğrafları telefonla çektim, salona gidip makineyi yine almadım ama dün fotoğrafını çekemediğim elmayı unutmak istemediğim için bu kez üşenmedim, onu anlatmak için salona geldim. Aklımdan sonra yazarım diye geçmedi mi, geçti ama önce işimi bitirmeyi bekleseydim elmayı kaybettiğim gibi anlatmak istediklerimi de kaybedecektim büyük ihtimal. 

İlerleyen yaş konusuna bugüne dek farkında olmadan ne gibi anlamlar, nasıl dönülmez akşamlar yüklediysem, 40 yaşında olmak ya da durup gençliğimi, öğrenciliğimi hatırlamak da buna benzer şeyler hissettiriyor. Neyse ki Eddie Vedder'ı dinleyerek bunlardan bahsetmenin de güzel bir  tadı var. Elmayı tadamadık, belki benden başka kimse de göremedi ama arkasından yazdıklarımı birkaç kişi okuyacak :)

Şu anda bu albümü dinliyorsunuz:

Wednesday, April 9, 2014

Pretty things, so what if I like pretty things

pretty things

Pretty things, so what if I like pretty things
Pretty lies, so what if I like pretty lies
From where you are
To where I am now
I need these pretty things
Around the planets of my face
Everything's a sign of my astrology
From where you are
To where I am now
Is its own galaxy
Be a star and fall down somewhere next to me
And make it past your color TV
This time will pass and with it will me
And all these pretty things
Don't say you don't notice them

RUFUS WAINWRIGHT

Monday, October 28, 2013

hey babe, take a walk on the wild side

lise yıllığından, 1959

2 mart 1942 - 27 ekim 2013

*
lou reed'i 7 temmuz 2000'de, ecstasy turnesi kapsamında harbiye açıkhava'da dinleme şansına erişmiştik. (4 sene sonra o gün cem doğdu.) dün radyoda çalan bir şarkısının ardından programcı lou reed'i şarkılarıyla "anmaya" devam edeceğimizi söyledi. yanlış duydum sandım, doğruymuş.

*
7 temmuz 2000 lou reed istanbul konseri SETLIST

konserden bir kare

*

Friday, August 2, 2013

tarihte 4 ağustos 2013 :: ROGER WATERS - The Wall Live Tour 2013, ISTANBUL

4 ağustos pazar günü itü stadyumu'nda, saha içindeyiz.

insanlık için küçük, bizim için büyük adım, çocuklu hayatımızda bir ilk: bu pazardan itibaren haftada 1-2 gün suna teyze gelip çocuklarla (daha doğrusu cem kendisi takılırken, rüya'yla) ilgilenecek. biz de sinemaya, konsere, dışarıya, ananenin 40 yılda bir istanbul'da olduğu zamanlar haricinde hep yaptığımız gibi nöbetleşe değil, beraber gideceğiz. dile kolay tam 9 yıl boyunca, ben çocuklarla kaldım, onur çıktı; onur çocuklarla kaldı, ben çıktım. azıcık daha beklesek çocuklar kendileri de kalabileceklerdi ama ben daha fazla dayanamadım. 

ne yardımcı teyze, ne de istanbul'da aileden çocuklara bakacak bir kişi olmadan geçen yıllardan sonra nihayet atabildiğimiz bu adımı, konserine ikimizden birinin çıkıp "ben gitmeyim, sen git." diyemediği roger waters'a borçluyuz.

ROGER WATERS - The Wall Live Tour 2013 - Trailer



*
Pink Floyd'un kurucusu Roger Waters, "The Wall" turnesi kapsamında 4 Ağustos akşamı İTÜ Stadyumu'nda olacak.
"The Wall" prodüksiyonu, şimdiye kadar yapılmış en büyük sahne gösterisi olarak adlandırılıyor.
Roger Waters’ın albümleri ile aynı adı taşıyan ve konserde "The Wall" albümünün sahne şöleniyle gerçekleştirileceği konser için büyük bir sahne ve 110 metrelik bir duvar kurulacak. Konser için 140 tonluk prodüksiyon malzemesi İstanbul’a 75 TIR'la gelecek. burdan

*

Tuesday, April 16, 2013

antidepresan :: yes, i was born to take care of you

bugünlerde, özellikle akşam saatlerinde pilim bitmeye yakın daha yemek + uyku vakti gibi iki baba işin beni beklediğini bilirken bu şarkıyı üstüste dinlemek ve dansetmek beni yatıştırıyor. işler bitse de (türkçe meali: çocuklar yatsa da) bir otursam; film mi izliycem, bir şeyler mi okuycam, ne yapacaksam yapsam, ah bir sessizliğe kavuşsam beklentileriyle sabırsızlığım tavan yapacakken dakikaları saymayı bırakıp o saatler içinde olabileceğimden çok daha eğlenceli, çok daha sabırlı bir anne olabiliyorum.

    

ilerde yemeklerini bizimle yemeyecekleri günler geldiğinde "bir zamanlar, cem'i okuldan alıp eve döndükten sonra çocuklar kah dibimde, kah içerde durmaksızın bağırıp çağırırlardı, bense yorgunluktan bitap, fonda bu şarkı, akşam yemeğini hazırlardım ve bir yandan da her nasılsa kalmış olan son enerji kırıntılarımla tepinirdim" diye hatırlayıp içleneceğim kesin.

sözler burada, şarkı sözlü videoyu maalesef buraya ekleyemedim.
nakarat kısmında çocuklar düşünülecek ve freddy mercury figürleri yapılacak:

i was born to love you
with every single beat of my heart

yes, i was born to take care of you
every single day of my life

...
you were made for me
you're my ecstasy
...

i wanna love you
i love everything about you
born
to love you
born
to love you
..

an amazing feeling coming through

*

şarkıdan yıllar önce bahseden binnur' a teşekkür borçluyum, o olmasa çok sevdiğim bu şarkıyı günün en zor saatlerinde dinlemek aklıma hiç gelmeyebilirdi.

Wednesday, February 27, 2013

bıkmadan dinlediğim albümler

bazı albümleri yıllar boyu bıkmadan döne döne dinler insan. rüya öğlen uykusuna dalmışken, neredeyse çocukluğumdan beri sevdiğim şarkıların bulunduğu yerli albümler birer birer aklımdan geçtiler. çocuk halimle dinlerken, sözleri anlamaya çalışırken onların bende bu kadar iz bırakacağını, şarkıları 25-30 sene sonra hala bu kadar çok seveceğimi bilebilir miydim? 

albüm kapakları da ne güzelmiş o zamanlar. 

banu - anlatamıyorum
bu melankolik albümü ne kadar çok severdim. bir gün kasedi tost makinesinin üzerinde unutmuştum, eriyip gitmişti. ne kadar sordum soruşturdumsa albümü bir daha yıllarca bulma şansım olmadı. neyse ki yakınlarda 2 cdlik bir en iyileriyle albümü çıktı banu'nun. artık ipoddalar, erimez gitmez bu şarkılar hiçbir yere.


dörtyol ağzında her gün karasızlık
ne yapsam sana çıkıyor yollarım
bütün gerçeklerin üstünde neden
beni sana bağlıyor kuruntularım

hedefsiz garip bir yolcu gibiyim
bütün kavşaklarda duraklıyorum
hiç sonu yok bu gidişin besbelli
bunu kendimden bie saklıyorum

gerçekleri görmeliydim aslında
sensiz olmayı da öğrenmeliydim
yaşam bir çift ela göz değildi ki
bunu yıllar evvel düşünmeliydim

albümdeki en sevdiğim şarkı bu. sözleri ezbere yazdım ama adını bilmiyorum. şimdi bakarken buldum, kararsızlıkmış. tüm albümü şu linkten dinleyebilirsiniz.

bülent ortaçgil - benimle oynar mısın?
fikret kızılok'un zaman zaman'ı ile birlikte ergenliğin ilk yıllarından beri hayatımda olan bir albüm. ikisini aynı gün almıştım, çekirdek kayıtlarıydı. şarkılarıyla kapaklarıyla kült albümler.


fikret kızılok - zaman zaman
fikret kızılok ve bülent ortaçgil'in diğer albümleri de eskimez, onları da döndürüp döndürüp dinliyorum ama bu ikisi ilk dinlediklerim olduğu için midir nedendir, en sevdiklerim. kapağa bakın.


cem karaca - cemaz  ül evvel
defalarca dinledim bu albümü, kapak muhteşem.


mfö - ele güne karşı
ilk dinlediğimde 9 yaşındaydım, durmadan dinlerdim. hala seviyorum, hala bazı günlerde bazı şarkıları dinlemeden edemiyorum: bu sabah yağmur var istanbul'da, sevdim bir kere, yalnızlık ömür boyu, sen ve ben ilk aklıma gelenler. boş şarkının olmadığı harika bir albüm.


yeni türkü - dünyanın kapıları
yeni türkü'nün 80'lerde çıkardığı albümlerin hepsini sevsem de bu albümün yeri ayrı bende.


kızılok & ortaçgil - pencere önü çiçeği
eskimez. değirmenler bu albümde en sevdiğim şarkı, bülent ortaçgil için yapılan tribute albümde şebnem ferah'ın dinlemeye doyamadığım bir coverı da vardır.


düşündükçe başka albümler de hatırlanabilir ama bugün ilk aklıma gelenler bunlar. belki başka bir gün yabancı albümlerden de bahsederim.

sizin albümleriniz hangileri?

Friday, February 15, 2013

en güzel sevgililer günüm

dün taksim ile bizim ev arasında sevgililer günü münasebetiyle olduğunu tahmin ettiğim korkunç bir trafik vardı. akm yanındaki otoparktan inönü stadı'na inişim 45 dakika sürdü; yürüyerek 5 dakikalık yoldur. tabii oturduğun semtte metro varken taksim'e arabayla gidersen böyle olur diyeceğim ama film çıkışı cem'i okuldan almayı düşündüğüm için öyle yapmıştım ve olan olmuştu. cem'e yetişemeyeceğim ortaya çıkınca evde rüya'yla takılan onur'u aradım, yetişemiyorum okula, siz alın cem'i.

14/2/2013
taksim'den dolmabahçe'ye 1 saatte iniş

giderken 1 saat süren yol, dönerken 2 saat sürdü. normalde 15 dakikayı geçmez, nomal dediysem iş saatlerinde, çıkışlarda değil. yolda geçirdiğim 3 saat boyunca radyo eksen dinleyicilerinin seçtiği en vurucu aşk şarkılarını dinledim, 100 şarkılık bir liste. giderken 100'den başa doğru çaldıkları listenin 86-77 arasına, dönüşte 37-17 arasına denk geldim. ben sinemadayken 50 şarkı çalınmış. aşklarıma ve hayatıma fon müziği oluşturmuş şarkıları kah gülerek kah ağlayarak dinlerken trafiğe ilk kez şükretttim ve yolun sonuna geldiğimde çalmaya devam ettikleri için arabadan inmeyi hiç istemedim. evdeki hengamede müziğin tadını arabadaki gibi çıkarma şansım olmayacaktı. zaten onur'a "eksen'i aç" diye mesaj atmıştım, o da pek dinleyememiş.

listeden çok sevdiğim bir şarkı: paul weller, you do something to me

Monday, February 11, 2013

ütopyalar güzeldir

ferhan şensoy'un, 20 sene sonra yeniden gidip görsem dediğim ferhangi şeyler oyunundan hatırlayacağınız çok güzel şarkısı ütopyalar güzeldir; albümüne bu ismi veren ceylan ertem'den ve kendisinden.


düşten de mor bir aşkı
yaşadın da gittin yar
düşten bemol bir aşkı
yaşadın da gittin yar
bir gittin ki
sus oldu, pusa büründü hisar

bir vapur dumanıyla
sanki gelecek gibi
bir gün gelecek elbet
ütopyalar güzeldir

onu bana verseler vermeseler
ne yazar
ben bir kadın sevdim ki
evim artık gül kokar

bir vapur dumanıyla
sanki gelecek gibi
bir gün gelecek elbet
ütopyalar güzeldir

ütopyalar güzeldir

ütopyalar güzeldir

Friday, December 7, 2012

sallanan geyik



fonda bob dylan'ın christmas in the heart albümü. öylesine internette dolanıyorum. cem'e 10 aylıkken aldığımız ikea sallanan geyiğin üzerinde şimdi rüya oturuyor. ne zaman sevdiği bir müzik çalmaya başlasa geyiğe koşup sallanmaya başlıyor. iki şarkı arasındaki boşlukta duruyor, yeni şarkı başlayınca yeniden başlıyor sallanmaya.


günün belki de en sakin dakikaları böylece geçiyor. sabah içtiğim kahveyi yeterince sert yapamamışım, bir kahve daha çekiyor canım ama kahve bitmiş. bundan sonra kahve konusunda daha tedarikli olacağım. evde kahve biter mi hiç? kahve kahve kahve. olsa da içsem.

bunları yazarken rüya sallanmanın verdiği mahmurlukla geldi, gözleri kapanırken yüzüme baktı sonra da ayağımın dibine yattı ve uyudu. demek bu sükunet biraz daha sürecek. şanslı günümdeyim bugün.

Thursday, December 6, 2012

ipodun şarjı nerede?

rüya'ya zorlu bir döneme girdik. cem'le de olmuştu aynısı bu yaşlardayken. öyle ki 5 dakika nefes alabilmek, anne dediğini duymadan bir fincan kahve içebilmek için bütün evi talan etmesine göz yumuyorum. kahveden sonra spor niyetine (spordan nefret ettiğimi söyledim, değil mi?), eğil kalk, yerlere saçtığı öte beriyi yerlerine yerleştirmeye çalışmakla geçiyor gün. ama o 5 dakika yok mu? kahve, yanında da sigara pencereden içilen; ah bir de şarjı bulsam da fonda bir müzik olsa ama yok, kaç gündür çıkmadı. çöpe mi attı, ne yaptıysa yok hala, ama umudum var, alakasız bir çekmeceden, bir yerlerden çıkar herhalde.

rüya öğle uykularını kısalttı, yetmez gibi bir de geceyarısına yakın uyumaya başladı ama bu hengamede yalçın tosun'un iki öykü kitabını okuyabildim bu hafta (alkış bekliyorum burda). kitaplardan birinin adı peruk gibi hüzünlü, mabel matiz'in aynı adlı şarkısını biliyordum, yalçın tosun'un şiirinden bestelemiş onu. bu arada mabel matiz'in yeni albümü yoldaymış, hevesle bekliyorum. son günlerde ilk albümü yeniden dinliyorum tekrar tekrar, dinlemediyseniz mutlaka edinin hatta bir de sahnede görün kendisini. yalçın tosun'un yeni kitabını da aynı merakla bekleyeceğim.



*

çocuklar tekinsizdir, annelerse uçurum;
olur olmaz düşülür

bitmemiş her sevişme
paslı bir iğne gibi doğrudan kalbe yürür

söz bitimi gibidir, odanın her köşesi
bir kuşatma büyütür

gece sona ermeden
peruk takan birini öpmezsem yaram büyür

*

peruk gibi hüzünlü hakkında

Tuesday, November 20, 2012

no surprises

bu gece ev ahalisi erkenden uyudu. eski defterleri okuyarak internetten müzik dinliyorum. son yarım saatimi bu şarkıyı dinleyerek geçirince bloga 4 sene evvel kaydettiğim postu hatırladım.

fotoğrafı, sahilden giden bostancı dolmuşundan şaşkınbakkal'da indikten hemen sonra çekmiştim. sakin, güzel bir gündü. sabahtı diyeceğim ama emin olamıyorum şimdi. sabah olmalı.

yaşarken, anların daha sonra bize neler ifade edeceğini pek bilemiyoruz. zaman, kimi anların kaydını, o anda hiç tahmin edemeyeceğimiz bir şekilde tutuyor. kimi dönemler için üzerinden epey zaman geçtikten sonra "hey gidi günler" diye başlayan cümleler kurmamız bundan herhalde.

sonradan çok seveceğin bir şarkıyı ilk dinlediğin gün, günlüğe yıllar önce yazılan bir sayfa, ilk bebeğini kucağına verdikleri an, öylesine çektiğin bir foto, yıllar sonra evleneceğin adamla henüz aranızda bir şey başlamamışken gittiğin stadyum konseri, işe girerken önüne koydukları sözleşmeyi okuyup imzaladığın dakikalar, çocuğunu yuvaya bıraktıktan sonra şöyle bir dolaşmış olmak için bindiğin dolmuştan indiğin anda karşına çıkan manzara, başka şehre okumaya giderken tren istasyonunda, geride bırakacağın lisedeki sevgiline ve o zamanki yakın arkadaşlarına son olduğunu bilmeden son kez sarıldığın akşam, sinemada tek başına izlediğin ilk film...

no surprises (radiohead) :: dinle

 

Saturday, July 21, 2012

hayvanız biz


biraz önce naim dilmener'in programında dinledim bu şarkıyı.

*
videonun altındaki bilgi:

"Grup Sekstet" 1978 Eurovision Türkiye elemelerinde "İnsanız Biz" isimli şarkıları ile ikinci olmuştur .Ertan & Funda Anapa - Esmeray - İskender Doğan - Kerem Yılmazer - Melike Demirağ 'dan oluşan 6 kişilik grup o dönem şarkılarının sözlerinden dolayı çok eleştirilmiştir. Grubu bir araya getiren kişi Şanar Yurdatapandır. Şarkının sözlerini de o yazmıştır. Şarkı sözlerinde sık sık "en gelişmiş,en akıllı hayvanız biz" nakaratı vardı ve Darwin'in Evrim teorisini destekliyor diye diskalifiye edilmişti. Daha sonra danıştay kararı ile yarışmaya katılıp ikinci olmuştu.O sene Grup Nazar & Nilüfer "Sevince" isimli şarkı ile birinci olmuştur."


*

insanız biz,
insanız biz,
doğaya, dünyaya hükmederiz.
en gelişmiş,
en akıllı,
en zeki, en uygar hayvanız biz.

ilkin yaşardık mağara kovuklarında,
farkımız yoktu vahşi hayvanlardan,
oysa şimdi betondan kocaman kentlerimiz var,
üst üste on milyon insan.

insanız biz,
insanız biz,
doğaya, dünyaya hükmederiz.
en gelişmiş,
en akıllı,
en zeki, en uygar hayvanız biz.

çıplak ayakla yürüdük yüzyıllarca,
sonra tekerlek icat oldu,
şimdi en son model modern lüks vasıtalarla,
kaldırımlar bile doldu.

insanız biz,
insanız biz,
doğaya, dünyaya hükmederiz.
en gelişmiş,
en akıllı,
en zeki, en uygar hayvanız biz.

bir bir keşfettik doğanın tüm sırlarını,
artık top gibi oynuyoruz elektronlarla,
işte en muhteşem buluşumuz tepemize asılı,
yüz milyon megaton bomba.



söz: şanar yurdatapan
müzik: atilla özdemiroğlu

Sunday, July 8, 2012

where do the children play?



cat stevens'ın müziği bırakıp yusuf islam olmadan 18 ay evvel, 1976 yılında çıktığı majikat dünya turnesine ait konserlerin dvdsini izlerken, ortaokul yıllarından beri yüzlerce defa dinlediğim, kimbilir kaç kere de eşlik ettiğim bu şarkının sözleri bana çok dokundu.



*

yeri gelmişken şarkı, harold and maude adlı kült filmin soundtrackinde de yer alıyor. filmi izlemediyseniz bulun izleyin. ben her zamanki gibi the end'den almıştım. the end'e giderseniz benim bugün aldığım majikat konser dvdsini de alabilirsiniz. cat stevens'ı ilk kez sahnede izliyorum, daha önce hiçbir sahne performansını izlememişim. bu adam nasıl o tarihten 1,5 sene sonra müziği bırakmış, nasıl sonraki 30 sene boyunca hiç sahneye çıkmamış olabilir? o kadar güzel ki sahnedeyken.

yukardaki paragrafı yazdıktan hemen sonra konser görüntüleri bitti ve dvdnin extralarını izlemeye başladım. "yusuf ile röportaj" başlıklı bölümde konuya: "people might still be asking: how can you do that? that comes back to the kind of person i was in the beginning. i don't think i ever accepted the status quo." diye giriyor ve ardından background başlıklı bir bölüm geliyor. yusuf (cat stevens dememek için kendimi zor tutuyorum) burada ailesinden başlayarak geçmişini anlatmaya başlıyor. 

iyi bir dvd, hele de ortaokul-lise yıllarınızı cat stevens dinleyerek geçirdiyseniz ve şarkıları kişisel tarihinizde benimkinde olduğu gibi önemli bir yer tutuyorsa hatta o yılları düşündüğünüz anlarda fon müziği görevi görüyorsa.

Tuesday, June 26, 2012

adam kendi istediği gibi yaşıyor


tatilden yeni döndük. bugün ilk iş vizyondaki filmlere ve bu yazın konserlerine bakıp planlar yaparak gözümde büyüyen sıcak ayları kendim için çekilir hale getirmeye çalıştım. bir ara cem yanıma uğradı, ona bu yaz istanbul'da ikinci kez dinleyeceğimiz antony'den biraz bahsetttim. birlikte birkaç video ve fotoğrafına baktıktan sonra en son bu videoyu izlerken cem'in yorumu "adam kendi istediği gibi yaşıyor." oldu.

*

dileğimin bu kadar kısa bir süre sonra gerçek olacağı yazarken hiç aklıma gelmezdi: 
8 temmuz 2007 antony & the johnsons konseri, şan tiyatrosu

*

Monday, May 21, 2012

rüya bütün çektiğimiz

cem: düşünsene belki de bu yaşadığımız rüya içinde rüyadır, olamaz mı?
yasemin: hadi bakalım, yatıyorsun artık. bak yarın giyeceklerin burada.

...

yasemin: bi dakika, ne dedin sen biraz önce?
cem: hani doğuyoruz ya sonra uyuyoruz hemen... ondan sonrası... gerçek hayat sandığımız rüyadır belki.
y: nasıl?
c: doğduğumuzda hemen ağlıyoruz, ondan biraz sonra ilk uykumuzu uyuyoruz ya
y: evet?
c: belki de ondan sonra hiç uyanmıyoruzdur, rüya görüyoruzdur hep. gerçek hayat diye gördüğümüz bir rüyadır. olamaz mı?
y: ... olabilir...
c: yani uyansan bile... uyanıyorsun bi rüyanın içine giriyorsun, rüya içinde rüya gibi.
y: inanılmaz bir şey söyledin, bunu unutmak istemiyorum, gidip yazacağım.
c: gerçek hayat yoktur belki de, böyle bir şey olabilir :)
y: evet, olabilir.

cem dediklerini tam kavrayamadığımı düşündüğü zamanlarda hep yaptığı gibi konuyu hafifletip kapatmak amacıyla gülümsedi ve ben ışığı kapatıp odasından çıkmadan hemen önce şöyle dedi:

- ben yine de öylesine söyledim bunu

*

bunları anlatınca fonda birden fikret kızılok'un şarkısı çalmaya başladı:

rüya bütün çektiğimiz
rüya kahrım, rüya zindan
nasıl da yılları buldu
bir mısra boyu macera*


* sözler ahmed arif'in suskun şiirindenmiş.


Sunday, May 13, 2012

nar

çocuklar uykuda, onur final four'da; ne izleyeceğime dair uzun süren kararsızlıktan sonra ümit ünal'ın nar filmini koydum. iyi başladı film, daha başındayım. şu birkaç cümleyi buraya eklemek için filmi durdurdum şimdi.

"Dünyanın en zor işleri, en basit işlerdir. Kahve kaynatmak ne ki, ama bir ayarı var. Kahveyi az koyarsan falın çıkmaz, fazla koyarsan bahtını kapatır. Her şeyin bir ölçüsü var. Ama milim milim."
*

filmin jehan barbur'un diğer şarkılarını merak ettiren jenerik şarkısı ve klibi:

Tuesday, May 1, 2012

Heidi

bugün rüya'yla aşağıdaki videoyu izledik. bi daa, bi daa diye diye 3 kere başa aldırdı. heidi'nin arkasından koşan keçiye bayıldı. 4. kez izlemesine engel oldum diye, uykusunun gelmiş olmasının da etkisiyle, epey patırtı çıkardı.

heidi'yi ne kadar çok severdim. bugün de, heidi'nin çocukken izlediğim çizgi filmlerin en iyilerinden biri olduğunu düşünüyorum. rüya'yı da biraz ona benzetiyorum: sıcakkanlı, güleç, konuşkan, saftirik. onur'a sordum benzemiyor dedi ama bence tipi de benziyor.

heidi'nin jenerik müziği, gündelik hayatımın beklenmedik anlarında devreye giren fon müziklerinden biri. bazen gün içinde bir şey olur ve birden heidi çalmaya başlar.

Tuesday, December 27, 2011

Nightswimming

iki gecedir evde herkes uyurken, pencereden görünen evlerdeki insanlar da uykudayken rem dinliyorum. buzdolabının sesi fonda. uzakta yanan son ışık şimdi söndü, o da uyudu. bir tek ben uyanığım, rem dinliyorum. buzdolabı sustu. yorgun olmam gerekirdi ama değilim çünkü ben geceleri değil, gündüzleri yorgun oluyorum.

akşamüstü arkadaşım gelmişti, gece 2'ye kadar oturduk, müzik dinledik, meyve yedik, kahve içtik, 1-2 tane sigara içtim, taşınacağımız evin planını açtık, konuştuk, konuştuk, arkadaşım mimar. iki kanepeyi, iki berjeri, daybedi nereye koyalım, duvar şu renk olsun, bu renk olmasın, tv çok gereksiz, baş köşede duracağına projeksiyon olaydı, mutfak için tezgah alternatifleri. böyle şeyler işte.

ona sevdiğim şu evi gösterdim. ne güzel bir ev, değil mi? evlerimiz bizi ne kadar yansıtıyor? evlere çoğunlukla şablonlar hakim. çoğu ev haddinden fazla eşyayla dolu, karışık ve sıkıcı. böyle olmaması için bir eşyayı eve sokmadan önce uzun uzun düşünüyorum ama aldıktan bir süre sonra gereksiz bulup salladığım şeyler de çok oldu. vitrini, orta sehpayı, büfeyi ve bunları dolduracak eşyayı almayacağım demiştim, almadım, ihtiyacım da olmadı. dolap dolu bir ev de istemedim. iyi, ne istemediğimi biliyor sayılırım. ama duvarlar için her zamankinden farklı bir renk seçmek bile ne kadar zor. düşünmek, ne istediğini anlamak, belki biraz da risk almak zorundasın. peki bunun için halin ve vaktin var mı?