Showing posts with label cem'in günlüğü. Show all posts
Showing posts with label cem'in günlüğü. Show all posts

Saturday, August 23, 2014

Kolay Değil :: Yaz, 2014

Dün Cem'in satranç okulundaki dersin bitmesini beklerken benim gibi oğlunu bekleyen bir anneyle tanıştım. Ders bitmişti ama çocukların maçı bitmediği için çıkış saati neredeyse bir saat uzamıştı. Ben bu gecikmelere alışkın olduğum için zaten geç gitmiştim, buna rağmen bekleme süresi uzayınca "daha geç gelsek de olurmuş" diyerek konuşmayı başlattım. Beni tanıyanlar, bu tür giriş(kenlik)lerin insanı olmadığımı bilirler ama çocuklar büyürken öyle değiştim ki, ben bile kendimi tanıyamıyorum artık.

Konuşurken evlerimizin arasında sadece birkaç blok olduğu ortaya çıkınca nasıl sevindiğimizi görmeniz gerekirdi, burada anlatmam mümkün değil. Öyle ki çocuklar birbirilerini görmeye yürüyerek gidebilecekler. Ben Cem'in yaşındayken bırakın birkaç blok ötesini, bisikletle neredeyse şehrin (İstanbul değil!) tüm semtlerini kat ederdim. Cem daha tek başına markete ekmek almaya gitmedi! Bir sitede oturmadığımız için neredeyse hiç sokakta da oynamadı ama bu arkadaşına yürüyerek gidebilir çünkü evden çıktığı anda oradan da bizim evden de görülebiliyor, evleri bize öyle yakın ki.

Satranç gibi ortak ilgi alanları olan, onun dışında da birbiriyle iyi anlaşan iki çocuk ve terlik mesafesi komşular. Buna yaz tatili çaresizliği içindeki iki annenin tepkisi tabii ki çok sevinmek olur.

Ertesi gün yani bugün derhal davet edildik ve ilk ev buluşmamızı yaptık. Çok mutluyuz.

Büyük şehirde anne/baba olmak, büyük şehirde çocuk olmak, büyük şehirde yaz tatili denilen 3 aylık devasa süreyi anlamlı şekilde geçirmeye çalışmak… Çok zor arkadaşlar, gerçekten de çok zor. Hele de bir sitede değil, trafik derdinden uzak kalalım, okul dahil gitmek isteyeceğimiz her yere yakın olalım diye şehrin göbeğinde oturmayı seçmişseniz, yazlığınız yoksa, çocuklarınızı yazlık evlerine birkaç haftalığına olsun gönderebileceğiniz aile büyükleriniz yoksa, çocuklar arasında 6 küsur yaş varsa, yetmezmiş gibi cinsiyetleri de farklıysa… Tek çıkış yolu, birbiriyle vakit geçirmeyi seven ve çok uzak mesafelerde oturmayan yaşıtlarıyla yapacakları buluşmalar oluyor. Biz bu sene ilk defa Cem'i yarım günlük spor okuluna gitmeye ikna edebildik, o da iyi oldu. Kendisi de memnundu, hatta cuma akşamları yatmaya giderken "keşke yarın da masa tenisi olsaydı" dediği günler oldu. Bu noktada Yankı Yazgan'a, yazılarından birinde rastladığım "zorla güzellik olmaz ama güzellikle zorlama olabilir." sözü için teşekkür ediyor, bunu ilk okuduğumda nasıl yapacağımı bilemesem de, sonunda dinlediğim ve yapabildiğim için de kendimi tebrik ediyorum.

Cem gönülsüzce gittiği Pera Müzesi'ndeki Andy Warhol sergisi girişinde. Pek istememişti ama sonuçta pişman olmadı gittiğine. (Temmuz)

Kısacası, sinema, kitaplar, ipad, semt turları, müzeler, aileyle gidilen deniz tatilleri bir yere kadar; tatilde hiçbiri sık görüşülen arkadaşın yerini tutmuyor.

Sebze ayıklamak da bir yere kadar, yani nereye kadar? 
Sağolsunlar, buzluk doldu. (Ağustos)
*
Çocuk Bahane, Kendimize Bakalım (Yankı Yazgan)

Çocuklar Mutfakta

Tuesday, August 12, 2014

Haftalık Planlar

8/8/2014 Cuma

Bugün radyoda sunucu "önümüzdeki hafta sıcaklıklar çok yükselecek." dedi. Yaz, sıcaklıklar çok yükselmeden de zor bir mevsim zaten… ya neyse, kendimden sıkıldım artık. Evet yaz, evet tatil, evet çok uzun, zor… tamam. Ayrıca yazın beklediğimden daha rahat ve neşeli geçtiğini kabul etmeliyim. Dırlanma azaldıkça tatil güzelleşiyor, yeni (ve geç!) keşfim.

Bugün Cem'i satranca götürüyordum, dönüşte parka uğrayalım dedik Rüya'yla. Daha doğrusu ben dedim; Rüya uzaktan başlayan gökgürültüsünün devamında olacakları tahmin ettiği için pek istemedi. Sonuçta henüz yağmur yok, hazır hava serin, rüzgarlı biraz dışarıda takılırız derken birden bastırdı yağmur. Arabaya koşana kadar elimizdeki şemsiyeye rağmen iliklerimize kadar ıslanmıştık. Rüya ilk defa böyle bir sağanağa maruz kaldığı için ıslanırken bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Eve girer girmez "dondum dondum" dedi, sahiden de donduk çünkü yağmura sert bir rüzgar eşlik ediyordu.

"Sıcaklıkların çok yükseleceği" önümüzdeki haftaya şöyle bir bakalım, neler yapabiliriz:

Cem hafta içi her gün 13.00'e kadar yaz okulunda, branşı masa tenisi. Planlar 13.00'ten sonrası için...

* Ufukta iki adet çocuklu arkadaş buluşması var. Bunlar tabii ki ev ortamında gerçekleşecek olan buluşmalar. Neden? Çünkü apartman çocuklarıyız ve ağaçsız, gölgesiz parklarımızı yaz döneminde ancak güneş battıktan sonra kullanabiliyoruz.

salon ve seanslar için TIK

* Bu hafta vizyona giren bir film var. Üçümüz (artık Rüya da sinemaya gidebiliyor!) ona gidebiliriz: Miniscule, Fransız. Fragmanını Cem'e izlettim, giderim dedi, çok sevindim. Nicedir animasyonlara bebeklere göre diye gitmek istemiyordu. Sordum, diğer yaşıtları da 10 yaş itibarıyla eskiden olduğu gibi her animasyonu ilginç bulmuyor.

* Yeni tanıştığı ve çabucak kaynaştığı arkadaşıyla bir buluşma ayarlayabiliriz. Bu buluşmanın outdoor olma ihtimali yüksek. Sevindirici.

* Cuma masa tenisi sonrası satranç var, ardından dışarda yemek ve kitapçı ziyareti? Olabilir…

Geçti bir hafta daha.

Çocuklarla yaz tatiliniz nasıl geçiyor? Herkes mi İstanbul dışında ya, şehir için değişik fikirleri olanlar lütfen yazsın. Siz neler yapıyorsunuz?

Wednesday, August 6, 2014

Pıtırcık Tatilde



Gösterime girdiği haftasonunda izlediğimizden beri söyleyeceğim, neyse ki hala vizyonda, Pıtırcık Tatilde'yi kaçırmayın. Çocuklarınızla veya tek başınıza, hele de zamanında Pıtırcık'ı okumuş ve benim gibi çok sevmişseniz, bu renkli, retro filmi görmelisiniz. Biz Cem'le ikimiz gittik, çok beğendik.

Cem sinemaya gitmeden evvel, önceden defalarca izlediği ilk Pıtırcık filmini evde yeniden izledi. İlk filme 4 sene önce Onur'la giderken Cem'i götürmemiştik çünkü o dönem henüz anasınıfında olan Cem'in filmi baştan sona izleyebileceğinden emin olamamıştık. İlk film de çok güzeldir, izlemediyseniz dvd olarak bulunuyor.



film çıkışı kitapçıya!

*

Monday, August 4, 2014

Kek


Çocuklar mutfakta kek yapıyorlardı, daha doğrusu Cem yapıyordu, Rüya tabureye çıkmış onu takip ediyor arada ufak tefek katkıda bulunuyordu. Bir ara Cem'in fazla titizlendiğini gördüm, durmadan tarife bakıyordu, bir yandan da söyleniyordu. Hiç karışmadığım için ne yapacağından emin olamıyordu belki. Onu gergin görünce dayanamayıp laf attım:

- Ya alt tarafı bir kek yapıyorsun, ne olacak ki, dünyanın en önemli işi değil bu…

Cem yaptığı işten başını kaldırmadan:

Ben öyle algılıyorum… hem ben her şeyi öyle yaparım, o zaman yaptığım şey daha iyi olur.

Wednesday, June 18, 2014

Çocuklar Mutfakta

Eveeet, en sevdiğim (!) mevsim, tatiliyle birlikte geldi işte. Arkadaş trafikleri, sıcaktan bunalmalar, kardeş kavgaları, Rüya'nın tv ve Cem'in ipad süresi için verilmesi gereken mücadeleler, öğlen - akşam için ayrı hazırlanacak menüler bu inanılmaz uzun zaman diliminde beni zorlamaya devam edecek konular olacak. Diğer yandan biraz sakin kalmayı başardığımda, yaş ve cinsiyet farkı olan iki çocukla evde yaz tatili geçirmenin tatlı yanları da yok değil. En azından şimdi iki sene önceki yaza göre daha rahatım çünkü Rüya o günlere göre terrible twodan uzak, işbirliğine yatkın, uyumlu bir kız oldu.


Bugün evvelsi gün aldığım 1,5 kilo bezelyenin ayıklanması gerekiyordu ama tatil hazırlıkları sebebiyle buna vaktim yoktu. İki kardeşi mutfağa çağırdım, önlerine tüm bezelyeyi döktüm ve ikisi arada çıkan kurtlar yüzünden dehşete kapılarak da olsa bezelyeyi elbirliğiyle ayıklayıp bitirdiler. Cem arada mırın kırın edecek olduğunda ona şöyle sordum:

- Bu çok sıkıcı, hepsini yapmak zorunda mıyım, yapmasam olmaz mı dediğinde aslında ne demiş oluyorsun?

Cem:...

- Ben yapmak istemiyorum çünkü bu benim için çok sıkıcı, o zaman sen yap demiş oluyorsun. Peki sence benim için o kadar eğlenceli bir iş mi bu? Yani bunun yerine yapmayı daha çok isteyeceğim bir şey yok mudur benim de?

Cem: Vardır, kitap okumak

- Peki beni hiç gündüz kitap okurken görüyor musun?

Cem: Görmüyorum, sadece geceleri...

- Demek ki hayatta sadece en sevdiğimiz işlerle meşgul olma şansımız yok.

Cem: Evet doğru yok.

- Benim yoksa senin neden olsun? Yapabildiğin ve bana bu sayede bir saat kazandıracağın bir şeyi neden yapmayasın? Bu evin, hepimizin, dört kişinin ihtiyacı olan işlerin tümünün sadece bir kişiye yüklenmesi adil mi sence? Ben bu arada bavul hazırlayacağım için şu anda sizin yardımınıza ihtiyacım var. Sıkılarak da olsa yaptığın bu işlerden bir şeyler öğreneceksin zamanla. En önemlisi yavaş yavaş kendi kendine yetmeyi öğrenmeye başlayacaksın. Ayrıca sen sıkıldığını söylediğin için Rüya da zevkle yaptığı işin sıkıcı olduğunu söyleyerek masadan kalktı.

Cem: Rüyaaa, gel bak çok zevkli...

- En iyisi en baştan hiç böyle şeyler söylememek, onun kendini vererek bir işle meşgul olması çok güzeldi ama senin sözlerin onun için çok önemli, hemen etkileniyor. Onun üzerinde ne kadar etkili olduğunun farkına var.

*

Kısa günün karı:

1,5 kilo bezelye çocuklar tarafından ayıklandı, kabukları çöpe gönderildi ve daha sonra pişirilmek üzere benim tarafımdan buzluğa atıldı.

İki kardeş birlikte bir işe başladı ve onu ortaklaşa bitirdi.

Cem, vakti olduğu zamanlarda, özellikle tatillerde, evdeki işlerde şikayet etmeden sorumluluk üstlenmesi gerektiğini anladı ve kabul etti.

Bu konuda kardeşine örnek olduğunu, sıkıcı bir iş olduğu için yapmak istemediğini söylemesinin ardından Rüya'nın masayı terketmesinden ve sonra onun ayıklamaya devam ettiğini görünce dönüp iş bitene kadar bir daha masadan kalkmamasından anladı.

Cem bir süredir odasını kendisi topluyordu ve sanırım bunun evdeki tek işi olacağını sanıyordu. Şimdi sorumluluk alanının sandığından daha büyük olduğunu ve odasının dışına taşabildiğini gördü.

Wednesday, February 12, 2014

9,5 yaşındaki Cem

Bu akşam Cem ile blogdaki cem'in günlüğü etiketli postlara göz attık. Yüksek sesle okuduk, fotoğraflara baktık. Bazı fotoğraflara ve diyaloglara güleceğim derken Cem'in gözlerinden yaş geldi. Bu arada uyku saatini 1 saat geçirmişiz, haberimiz yok. Elimizdeki kitaptan da bir bölüm okuyamadık öyle olunca, bölümün yarısına gelebildik ancak.

Cem'in en çok anketlere verdiği cevaplara güldüğünü görünce "yeniden yapalım" dedim. Soruları ben yazdıkça o cevapladı, derken soruların bir kısmını hem sordu hem cevapladı. Bugün yazarken çok anlamlı gelmese de, 6 sene öncesinin cevaplarıyla biz hem eğlendik, hem de geçmişe kısa bir yolculuk yaptık. Ayrıca Cem'in 3,5 yaş fotolarındaki halinin şu an aynı yaştaki kardeşiyle olan benzerliklerini tespit ettik. Rüya doğduğundan beri yanyanayken pek benzemeyen iki kardeş, aynı yaşlarda çekilmiş fotoları yanyana konulduğunda epey benziyorlar. 

ocak 2014, yıldız parkı
en sevdiğin renk?
kırmızı ve mavi

en sevdiğin oyun?
monopoly ve macera yolu. bir de satranç. bir de kart oynamak.
babamla oynamak.

ipad'de en sevdiğin oyun?
minecraft, clash of clans, lep's world 3

sinemada izleyip beğendiğin film?
life of pi, hobbit

son zamanlarda okuyup sevdiğin kitaplar?
fleabag monkey face, undead pets, milyarder çocuk, babaannem bir gangster, bay kokuşuk

5 yakın arkadaşın?
sinan, selim, jeymi, ada, gün, egemen (6 oldu)

haftasonları ne yapmayı seversin?
arkadaşlarımla buluşmak, kitap okumak, satranç oynamak. ipad oynamayı da severim

bu sene en sevdiğin öğretmenin?
alper (satranç), erhan (sınıf öğretmeni), şükrü (masa tenisi)

sevdiğin dersler?
satranç, sanat (öğretmen çok uyarı vermediği zamanlarda), fen

evde tek başınayken ne yaparsın?
kitap okurum, kendi kendime satranç oynarım, ipad, oyun çizerim, şampiyonlar ligi (2013-2014) kartlarıma bakarım

rüya ile ilgili düşüncelerin?
tatlı, yaramaz, düşünceli, akıllı, obur, iyi kalpli

annen?
düşünceli, iyi kalpli, gece geç saatlere kadar oturmayı seven, yardımsever

negatif bir şey yok mu hiç?
bazı şeyleri uzatırsın

baban?
iyi kalpli, düşünceli, benimle oynamayı sever, eğlenceli, komik

negatif?
acele ettirir

kendinle ilgili düşüncelerin?
yok. blank. error.

en sevdiğin yemek?
kıtır mantı (en çok bodrum mantı'daki), dürüm döner (günaydın), çikolatalı dondurma
- benim yaptıklarım yemekten sayılmıyor galiba!

en sevdiğin hayvan?
domuz

büyüyünce ne olmak istersin?
makine mühendisi, çizer ve yazar.

*

Wednesday, January 22, 2014

Diş Hekiminde

Haftasonu çocukları diş hekimine götüreceğim. Randevuları üstüste aldım ki Rüya Cem'in muayenesini izledikten sonra o koltukta oturmaya daha kolay ikna olsun, bakalım işe yaracak mı? Ne yaşayacağımızı tam olarak kestirmek zor ama her ihtimale karşı önlemimi almam lazım.

Cem okul bahçesinde koştururken elinde topla koşan bir arkadaşıyla çarpışmış ve öndeki iki alt dişinin uçları belli belirsiz kırılmış, kendisi söylemese ben anlamayabilirdim. O gün hemen götürüp gösterdik. Diş hekimi kırıkların çok basit ve önemsiz olduğunu, tedavisini hemen yapabileceğini söyleyince rahatladık ve daha sonra randevu almak üzere oradan ayrıldık. Aradan haftalar geçti, nihayet bu haftasonu için randevuları alabildik.

Rüya'nın ise okul ile birlikte yaptıkları diş hekimi ziyaretinden sonra eve gönderilen rapora göre iki azı dişinde çürük başlangıcı var. Kimi bünyelerde çürük daha kolay olurmuş, 10 yaşındaki Cem'de hiç çürük olmadığı için Rüya'daki erken başlangıca şaşırınca diş hekimi söyledi. Kimi insanın tükürüğü bile çürük oluşumunu hızlandırabiliyormuş.

Rüya'nın diş hekimine yapacağı ilk ziyareti kolaylaştıracağını umduğum bir kitabı almak için kitapçıya uğradım bu sabah. Daha önceden kitapçıda okumuştum, ilgiyle dinlemişti. "Dişlerime ayna ile bakacak" kısmı hala hatırında, cumartesiye kadar 4-5 defa okuruz sanırım.


Aslında kitabı okumak benim için hiç kolay olmuyor çünkü diş macunu reklamlarını bile izleyemeyecek kadar ağır bir diş hekimi fobim var. Çocuklardan sonra çok geciktirmeden kendim için de bir randevu almam gerekiyor. Bu yıl sürüncemede bıraktığım işleri ertelememek konusunda aldığım kararı en zor uygulayacağım konu bu olacak.

Tuesday, January 14, 2014

Cem'in Şiirleri

Cem'in geçtiğimiz sömestr tatilinde (8,5 yaşındayken) yazdığı akrostiş şiirlerini bir kitabın arasına saklayıp unutmuşuz, geçen hafta bulduk. Yazdıklarını yeniden okuyunca ilk okuduğum seferkinden bile daha çok sevdim, sordum, biraz gönülsüz de olsa "iyi, koy bakalım" dedi. Noktasına, virgülüne dokunmadan:

Ölümün çoğu kısmı mezarda geçer.
Islak günlerde araba kazasında ölebilirsin.
Üzüntüden de ölürsün bazen.
Marmara denizine düşersen boğularak ölebilirsin.
Canımız sadece bir tanedir kediler gibi dokuz tane değildir.
Üzülürsün birisi ölürse.
Lanet yüzünden ölüm diye bir şey var mı.

Bu şiirde dizelerin ilk harflerinden "ölümcül" okunsun istemiş olmalı ama ikinci dizede olması gereken L harfi I ile karışmış. O kadar önemli değil, epey ürpertici bir şiir.

*

Yazın hava sıcaktır.
Arılar yazın çoğalır.
Zambak yazın çıkar. Zambak güzel kokar.

Haiku tadında. Cem zambağı nereden biliyor acaba? Ben yıllardır görmedim. Yazın mı çıkar, ondan da emin değilim.

*

Fırtına tehlikelidir.
Islak yolda araba kazası olur.
Rakı içip fırtınaya çıkma.
Tanımadığın bir yerde fırtınaya çıkarsan kötü olur.
Irmaklar fırtınada taşabilir.
Niye çıkar ki insan fırtınaya.
Akşam fırtana olur sabah değil!!

*

Domuzlar şişko ve pembedir.
Onlar benim en sevdiğim hayvanlardır.
Mama yemeği çok severler.
Uzun değillerdir.
Zaman geçtikçe domuz ailesi büyür.

* domuz ailesi büyür mesela domuz----} yaban domuzu

Cem geçen yıl domuzlarla çok ilgiliydi. Domuz resimleri çizer, onlarla ilgili espriler yapıp dururdu. Buraya koymadığım epey uzun bir domuz şiiri daha var, çocuklarla domuzların hayatını karşılaştırıyor.

*

Döner isimli şiirini bu yıl Türkçe derslerinden birinde yazmış. Öğretmeni esprili bulmuş, veli görüşmesinde bize gösterdi.

Döner
Benim en sevdiğim yemek döner
Döner her yemeğin önderidir
Benim en sevdiğim şey defter
Aslında en sevdiğim şey döner

Dönerciler döner yaptı
İnsanlar döner yerken salçayı etrafa saçtı
Dönerciler kapıyı açtı
Ve dönerler uzaklaştı

Sunday, January 5, 2014

Gulliver

Cem ile dün başladığımız Gulliver'in 6. bölümüne geldik bu gece. Ona kendi kendine okumayı pek seçmeyeceği ama okumasını istediğim kitapları ben okumaya çalışıyorum. Seçimde ilk dikkat ettiğim nokta ise kitabın benim severek okuyacağım bir kitap olması.

Bu okumaları uyumadan önceki yarım saat içinde yapıyoruz. Cem şimdiye dek seçtiğimiz kitapları ilgiyle dinledi. Kitap okurken çoğu zaman Rüya da yanımızda oluyor, kitap resimliyse okuduğum sayfadaki resimleri inceliyor ve yeni bir gelişme: anlamadığı yerlerle ilgili sorular sorarak olan biteni (kimi zaman "dünya bir gaz ve toz bulutuydu" noktasından da olsa) anlamaya çalışıyor.

Gulliver'in Domingo Yayınevi'nin Hepsi Sana Miras Serisi'nden çıkan baskısını tercih etmemin ilk sebebi müthiş resimleriydi. Seriye ilgi duymamın diğer sebebi ise, hikayelerin usta yazarlar tarafından çocuklar için yalın bir dille yeniden anlatılmış olması. Yoksa aradığınızda, raflarda değişik yayınevlerinden çıkmış onlarca Gulliver çevirisi bulmak mümkün. Aynı seriden Umberto Eco'nun yeniden anlattığı Nişanlılar kitabı da sırada.

Cem'in odasında, başucu lambasının ışığında, yatağına uzanıp seçtiğim kitabın o günkü bölümünü merakla dinlemesi, devamını yarın okuyalım, dediğim her seferde biraz daha okumamı istemesi beni mutlu ediyor.

*


Sunday, December 15, 2013

nopper

foto burdan

bir zamanlar nopper vardı. ben çocukken, en az 30 sene önce yani. cem oyuncaklarla oynayacak kadar büyüdüğünde hatırlamıştım ve oyuncakçılarda aramaya başlamıştım bunları. acaba hala var mıdır, bulabilir miyim diye dolanırken, kadıköy'de, söğütlüçeşme'deki caminin karşısındaki eski oyuncakçıda, farklı isimle satılan birkaç paket bulabilmiştim. aynı günlerde anneannesi de yunanistan gezisi dönüşünde, orada bulabildiği bir iki kutuyu getirmişti, derken benim aldıklarımla oradan gelenler birleşince epey parçamız olmuştu. yunanistan'dan gelenler iyiydi de, benim bulduklarım bizim eskiden oynadıklarımız kadar kaliteli ve esnek değildi, dişleri kolayca kırılıyordu. cem yine de onlarla epey oynamıştı.

internet olmasaydı bu kutuyu yeniden görebilir miydim? işte kitapçığıyla, plastik haznelerindeki aynı parçalarla bizim nopper tıpatıp buydu. resimdeki çocuğun yaptıklarının aynısını yapmaya çalıştığımı bugün gibi hatırladım şimdi.
 
cem büyürken artık oynamadığı oyuncakların büyük bölümünü kendisinden küçük çocuklara dağıtmış, bir gün kardeşi olursa diye az sayıda sevdiğim oyuncağı da saklamıştım. işte nopperler de hatıraları nedeniyle sakladıklarım arasındaydı. iyi ki vermemişim, rüya'nın kendi kendine oynamayı sevdiği ilk oyuncaklardan biri nopper oldu. şu anda ilerleyen ve çoktan uyumuş olması gereken saate rağmen halının üzerinde şarkılar söyleyerek parçaları birleştirirken ben de onun, kendi dünyasına dalmış ve diğer her şeyi (özellikle de bizi!) unutmuş halde, "nopper" oynamasını izliyorum.

nopperler görebildiğim kadarıyla artık farklı isimler altında pazarlanıyor. bu isimlerden biri fun bricks ve bu markayı şu an nerede bulabileceğinizi bilmiyorum. seneler önce bir arkadaşım joker'de gördüğünü söylemişti ancak gidip sorduğum birkaç seferde ben bulamamıştım, belki şimdi satıyorlardır. ankara ve istanbul'daki bazı alışveriş merkezlerinde mağazaları bulunan imaginarium'dan ise hala epey kazık fiyata, kalitelisinden bir kutu "pinmulti-up çubuklu yapı parçaları" satın alma şansınız var.http://www.imaginarium.com.tr/ubuklu-yap-paralar-45857.htm

Friday, November 29, 2013

Acaba hiç uyanmadan mı kaybolup gidiyoruz?

"Hayatın bir hayal, bir rüya olduğunu söyleyenler de var.
İNSAN merak ediyor:
- Acaba hiç uyanmadan mı kaybolup gidiyoruz?"
Bugün Çetin Altan'ın Milliyet'teki köşe yazısı bana Cem'in 1,5 sene evvel sorduğu bir soruyu hatırlattı:

Thursday, October 24, 2013

esrarengiz komşu

Böyle komşuyu kim istemez! Ödüllü gazeteci Silke Lambeck'ten çocuklar için unutulmaz iki kitap! 

bu kitabı bundan iki sene evvel kapağını ve arka kapak yazısını beğenerek aldım ama kitap o zamandan bayram tatiline kadar kitaplıkta okunmayı bekledi. doğrusu cem'in okunacaklar listesine girebilmesi için arada sırada gidip gelip hatırlatmalar yapmama rağmen (bu tür girişimlerimin bugüne kadar cem'in kararlarında pek bir etkisi olduğunu görmedim gerçi) epey uzun bir süre geçti.

cem sonunda bu kitabı okuyacağını duyurduğunda sevinçle karışık bir heyecan duydum, acaba kitabı beğenecek miydi? bu, benim onun için seçtiğim kitapların itibarı açısından önemli bir andı. eğer kitabı beğenirse, onun için seçtiğim/seçeceğim diğer kitapların okunma şansı da yükselebilirdi ve zamanında okuyup çok sevdiğim kitapları cem'in okumasını çok istediğimden bu benim için de önemli bir andı.

cem kitapla odasına kapandıktan epey bir süre sonra çıkıp yanıma geldiğinde büyük bir merakla kitabı nasıl bulduğunu sordum. "çok güzel" cevabını alınca sevindim ve kitabın devamının da olduğunu, isterse bunu bitirdikten sonra onu da alabileceğimizi söyledim. cem şimdi ikinci kitabı bitirmek üzere olduğuna göre 8-11 yaş aralığındaki çocuklara esrarengiz komşu kitaplarını gönül rahatlığıyla önerebiliriz.

Gri Banliyö'de neler oluyor? Dondurmacı nereye kayboldu? Esrarengiz Komşu'nun ikinci kitabı daha da heyecanlı!
   TIK

*

dün cem'in başucuna aziz nesin'in şimdiki çocuklar harika kitabını koydum. umarım elindekini bitirince ona başlar. ben ilk olarak cem'den bir veya iki yaş büyükken okumuştum bu kitabı. birkaç sene önce de ikinci kez okudum. iki seferde de okurken aynı yerlerde gözlerimden yaşlar geldi. okumadıysanız mutlaka okuyun, daha da güzeli çocuklarınızla birlikte okuyun ve ağlanacak hallerimize birlikte gülün.

*
2 gün sonra
cem esrarengiz komşu dönüyor'u bitirdi ve şimdiki çocuklar harika'ya başlamadı. onun yerine, o yanımda yokken seçmiş olduğum ve okunmayı bekleyen başka bir kitaba başladı: dünya şampiyonu! kapak resminden tanıdıysanız çizimler çıtır çıtır felsefe'den jacques azam'a ait. cem bu kitabı da öyle çok sevdi ki biraz daha okuyacağım diye diye yine gecikerek uyudu. en azından şunun için sevinebilirim artık: cem onun için seçtiğim kitaplara eskisinden daha çok ilgi göstermeye başladı.


*

Monday, July 22, 2013

beyoğlu'nda sakin ve serin bir sabah :: spirou & le marsupilami sergisi

1938 yılında Robert Velter tarafından Belçika’da yaratılan Spirou karakteri, aralarında dahi olarak kabul edilen Jijé (nam-ı diğer Joseph Gilain) Franquin, Fournier, Tome & Janry, Yves Chaland, Yoann & Vehlmann, Emile Bravo gibi çizerlerin de yer aldığı birçok çizerin elinden geçti. 1952 yılında döneminin en yetenekli çizeri kabul edilen Belçikalı André Franquin, Spirou dizisi içinde Marsupilami karakterini yarattı. Karakterin çok çabuk benimsenmesi ile Franquin onu 1990 yılında o zamandan beri çizerliğini yapan Batem’in ellerine teslim etti. Spirou dizisi Türkiye’de Tudem Yayınları, Le Marsupilami ise 2013 yılından beri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanıyor. 3.Istanbulles Çizgi Roman Festivali çerçevesinde Spirou dizisini gerçekleştirmiş bütün çizerlerin 60 adet çizim ve paneli Fransız Kültür Merkezi’nde sergilenecek.
bugün fransız kültür'deki bu sergiye gittik. cem spirou ve marsupilami kitaplarını yakından takip ediyor. en son pazar günü yeni çıkan kara mars'ı aldırıp bir nefeste okudu. sergi haberini de heyecanla karşıladı, sabah evden çıkarken çok nadiren yaptığı bir şeyi yapıyordu, şarkı söylüyordu.


bu fotoyu çekmemi cem istedi


ben çektim diye söylemiyorum, son derece başarısız bir foto


güsel


sergi çıkışı inci'nin yeni yerine götürdüm cem'i. profiterolü kilo kaygısıyla yedim. tatlı yemiyorum, epeydir yemediğim için de artık canım hiç istemiyor. eskiden de pek düşkün değildim gerçi. o değil de, biliyorsunuz değil mi, sadece tatlıyı kesince epey kilo veriliyor. hem sağlıklı hem estetikli yani. yemeyin, yedirmeyin. yaptığımı yapma dediğimi yap. çocuklara derlerdi böyle, tam sopalık bir laf. neyse ayda yılda bir perhizi bozuyorsam gerçek bir sebebi olmalıydı ama onu bile çok istemedim valla. şimdi sırada güllaç var, haftaya.


mis sokak, 18


sonra şu seyyar çiçekçiye rastladık, fesleğen ile süs biberi aldık. iki saksıyı torbaya koyup caddeye çıktık.


böyle tatlı bir dükkan var mis sokak'ta. cem'in sıkılacağını bildiğimden girip gezemedim, aklımda.


hmm okuma listesine yazalım bunu.
yazarı şurdan hatırlıyoruz:

Tuesday, July 2, 2013

tatilin istanbul'daki ilk günü

öğlen
bilen bilir yazdan hiç hazzetmem. uzun günleri değil uzun geceleri, sıcağı değil soğuğu severim. önümüzde uzanan 2,5 aylık yaz tatili ise tüy dikiyor sevmediğim bu sıcak mevsimin üzerine. ama karamsar değilim, en azından bugün değilim. istanbul'a dün gece geç saatte döndük. eşyaları eve taşırken yağmur bastırdı. güzel karşılama. çocuklar hemen uyudular. biz de balkonda yağmuru izleyerek eve dönerken aldığımız biraları içtik. iyi bir başlangıç.

bugün çok geç uyandık. geç kahvaltı öğle yemeği saatine denk geldiği için bugünlük bir öğünden yırttım. şimdi mutfak masasında bunları yazarken ben, cem tüylü ve öfkeli kuşlar hakkında 50 gerçek hikaye kitabını okuyor, rüya yere serdiği masa örtüsünün üzerinde atıyla oynuyor. bir gün de böyle geçiyor, gidiyor. güzel aslında.



*

akşam 
öğleden sonra cem'e rüya uyuduktan sonra birlikte film izlemeyi teklif ettim, sevindi. aklımda mubi'de gözüme çarpan koyaanisqatsi'yi izlemek vardı. filmi yıllar evvel onur'la izlediğimizde çok etkilenmiş, ilerde cem ile birlikte bir kez daha izleriz diye konuşmuştuk. o günün bugün olduğunu düşünmüştüm ama değilmiş maalesef.

cem rüya'yı uyuttuktan sonra (evet, rüya'yı bazen cem uyutuyor) sevinçle "hazır mıyız?" diye sordu. filmden önce fragmanı gösterdim. cem başka bir film izleyelim dediyse de, "bu film önemli, çok farklı, görmelisin" diye ısrar ettim, itiraz etmedi, biraz gönülsüzce de olsa izlemeye başladı. ilk 10 dakikadan sonra dikkatini vermiş, filmi alışkın olmadığı temposuna rağmen takip edebilmeye başlamıştı. ne olduysa 30 dakika civarında oldu, önce "ben çok üzüldüm, ağlıycam" dedi sonra gözleri doldu. filmi büyük bir pişmanlıkla durdurdum ve hemen aklıma şu post geldi, yorumlarda çokbilmiş ve müge'nin dediklerini hatırladım ama artık çok geçti. o zaman dedikleri üzerinde düşünmüştüm ama onlara katılmamıştım, haklılarmış. halbuki o kitabı okuduğumuz sırada da endişelenip başını yastığa gömmüş cem. didaktikliğim ağır basmış, anlamamışım.

filmi durdurduktan sonra biraz konuştuk. "en başta kimse yoktu, ortalık bomboştu ve sonra geldiler, bozuldu" dedi, başka da bir şey diyemedi üzüntüden. ben de "en baştan seni dinleseymişim keşke, bu filmi daha sonra bir zaman izlerdik" falan diyebildim ancak. ağırlaşan havayı dağıtmak için ne yapabileceğimi düşünürken "biraz kitaplara bakalım mı?" diye sordu. yaklaşan doğumgünü için kitap seçip sipariş verdik ve yarın akşam bugün isteyip de sayemde izleyemediği e.t.'yi izlemeye karar verdik. bu filmi ben de onun yaşındayken izlemiştim. uyku vakti geldiğinde "bir el solo test oynayıp uyuyacağım" diyerek odasına giderken mutlu görünüyordu.

Wednesday, May 29, 2013

buralar eskiden hep meyvelikti*


dün rüya'yla parktan dönerken önce bizim evin karşı kaldırımındaki karadut ağacını farkettik, dut toplarken yanıbaşındaki kiraz ağacını, bir merdiven getirsek toplasak şu kirazları derken de merdiveni gördük. tepesinde bir adam kiraz topluyordu. ağaçtan dökülenleri toplamaya çalışırken yanımıza geldi ve topladıklarından bize iki avuç dolusu verdi. kirazları çantaya doldururken rüya arada yere, bazen de kafaya düşen karadutları yiyordu. ben çocukluğumdan beri dut sevmem, tatlı geliyor. sonra bir sürpriz daha: kirazın yanındaki ağaç erik ve en alttaki dallarına kadar erik dolu. çantanın aldığı kadar eriği de topladık.


burası gökdelenlerin, alışveriş merkezlerinin, plazaların semti. 
semtin eski evlerinin bulunduğu sessiz sakin sokaklarından birinde hala meyvelerle yüklü ağaçların olduğunu keşfettiğimiz, meyveleri toplayıp komşularla paylaştığımız bir gün olarak hatırlansın bugün. 


rüya kirazı ısırdıktan sonra "bu armutluymuş." dedi.


işte topladığımız iki tabak meyve. 
cem'in okuldan eve dönmesini bekliyorlar.


* komşunun, buralarda meyve dolu ağaçların olmasına şaşırdığımı duyunca söylediği. 

eskiden buralar dutluktu derler ya, şimdi buralar plazalık, avmlik. çok yakında büsbüyük bir yenisi daha açılıyor. rezidıns+moll. ne mutlu ki kalan ağaçlar hala meyve dolu. bu arada bugün bizim organikçi dükkanın sahibesinden geçenlerde büyük heyecanla bahsettiğim vişne ağacının aslında kiraz ağacı olduğunu öğrendim. vişne için daha erken zaten, değil mi?

Thursday, May 16, 2013

bugün :: manzara, vişne ağacı ve kitap


bugün nicedir ilk defa kendime ayıracak 1-2 saatim oldu. günlerdir arabayı aynı yere park ediyordum ama bugüne kadar çevreye bakacak fırsatım olmamıştı. dümdüz yürüsem, orada ne vardır dedim ve yürümeye başladıktan sadece bir dakika sonra bu manzarayla karşılaştım.

yıllar sonra yeniden bir manzaraya karşı nefesim kesildi. ağzım gerçekten açık kaldı, gözlerim doldu, taştı. oradan ayrılmadan evvel çektiğim ve size gösterebildiğim fotoğraf maalesef gerçeğinden çok uzak. karşımda göz alabildiğine uzanan boğaz, sabah güneşiyle parlayan deniz ve tek tük balıkçı tekneleri. öğrencilik yıllarımdan sonra belki de ilk defa istanbul'da olmanın böyle bir şey olduğunu yeniden hissettim. öğrenciyken istanbul'un en güzel yerlerine giderdik, daha önce hiç binmediğimiz belediye otobüslerine biner şehir turları yapardık. taşradan geldiğimiz için her şey, her yer yeniydi bizim için. böyle büyülendiğim manzaraları ilk o zamanlar görmüşümdür. muhteşem bir şehir burası. çoğu zaman kaosu ve karmaşasında yutulup gidiyor olsam da değer buna.


bugün cem'i okuldan aldıktan sonra mutfak alışverişi için hemen her gün uğradığımız dükkanın önündeki ağaçtan sallanan vişneleri farkettik. biz daha ağacın vişne ağacı olduğunu bile bilmezken bazı vişneler olgunlaşmıştı bile. çocuklar tatmak isteyince ağacın altında bir süre mola verip dalından kopardığımız vişneleri yedik. çocuklar için bir ilkti dalından meyve ve hatta sanırım vişneyi de ilk kez tatmış oldular. beğendiler. rüya tekrar tekrar yemek istediği için bir türlü ayrılamadık ağacın altından. şehrin ortasında bugüne kadar farkına bile varmadığımız yüklü mü yüklü bir vişne ağacı.


cem okumayı öğrendikten kısa bir süre sonra artık onun için kitap okumama gerek olmadığını söylemişti.

cem: ben kendi kitabımı kendim okuyabiliyorum artık, bana kitap okumana gerek yok.
yasemin: yaa? emin misin, ben yine de okuyabilirim istersen.
c: istemiyorum.

net. oysa ben çocukken sevdiğim veya yeni çıkan merak ettiğim kitapları onunla beraber okumaya bayılıyordum. bundan 2 sene sonra, bu ders yılının başında ilgimi çeken bir kitabı birlikte okuyup okuyamayacağımızı sorarak şansımı denedim ve olumlu yanıt aldım. böylece yeniden okumaya başlamış olduk. bu gece bitirdiğimiz kitap buydu. ikimiz de severek ve eğlenerek okuduk. ilkokul çağındaki çocuklara ve büyüklerine öneririz.

Saturday, May 11, 2013

güven

banyodan sonra cem'in saçını kesiyordum. geçen yaz tatile gitmeden önce yaşadığımız kuaför faciasında kendisini ortaçağ filozoflarına benzettiklerinden beri (bkz. şekil 1) arada yarattığım bazı yamukluklara rağmen saçını ben kesiyorum. düzeltiyorum diyelim. çünkü hayli uzun bir saça sahip kendisi, benimkinden uzundur herhalde.


javier'in saçının epey kısa kahküllüsünü düşünün. 

yasemin: lütfen düzgün durur musun? saç kesilirken balon oynanır mı?
cem: oynanır.
y: üff
...
y: hoff ya bırak şu balonu allah aşkına. şimdi berberde olsan balonla mı oynayacaktın?
cem: berberde balon olmaz ki
y: olsaydı oynar mıydın?
cem: oynamazdım, ayıp olurdu.
y: tabii berbere ayıp olur ama annelere olmaz değil mi?
c: burda o kadar çok insan yok. hem ben sana güveniyorum.
y: hiiii... ayyy... o yüzden değil mi? canım oğlum benim, bak bunu hiç düşünmemiştim. yazayım da unutmayım, siz büyüyüp evden gittikten sonra okuyup ağlarım artık.

*

çocukların en azgın versiyonu, biraz da bu yüzden annelerinin yanındaykenki halleri. biliyoruz ama unutuyoruz.

Tuesday, April 16, 2013

antidepresan :: yes, i was born to take care of you

bugünlerde, özellikle akşam saatlerinde pilim bitmeye yakın daha yemek + uyku vakti gibi iki baba işin beni beklediğini bilirken bu şarkıyı üstüste dinlemek ve dansetmek beni yatıştırıyor. işler bitse de (türkçe meali: çocuklar yatsa da) bir otursam; film mi izliycem, bir şeyler mi okuycam, ne yapacaksam yapsam, ah bir sessizliğe kavuşsam beklentileriyle sabırsızlığım tavan yapacakken dakikaları saymayı bırakıp o saatler içinde olabileceğimden çok daha eğlenceli, çok daha sabırlı bir anne olabiliyorum.

    

ilerde yemeklerini bizimle yemeyecekleri günler geldiğinde "bir zamanlar, cem'i okuldan alıp eve döndükten sonra çocuklar kah dibimde, kah içerde durmaksızın bağırıp çağırırlardı, bense yorgunluktan bitap, fonda bu şarkı, akşam yemeğini hazırlardım ve bir yandan da her nasılsa kalmış olan son enerji kırıntılarımla tepinirdim" diye hatırlayıp içleneceğim kesin.

sözler burada, şarkı sözlü videoyu maalesef buraya ekleyemedim.
nakarat kısmında çocuklar düşünülecek ve freddy mercury figürleri yapılacak:

i was born to love you
with every single beat of my heart

yes, i was born to take care of you
every single day of my life

...
you were made for me
you're my ecstasy
...

i wanna love you
i love everything about you
born
to love you
born
to love you
..

an amazing feeling coming through

*

şarkıdan yıllar önce bahseden binnur' a teşekkür borçluyum, o olmasa çok sevdiğim bu şarkıyı günün en zor saatlerinde dinlemek aklıma hiç gelmeyebilirdi.

Sunday, March 24, 2013

yaşadığıma şükrediyorum, ühühühühü

yasemin, son zamanlarda 40 yaşına merdiven dayamasının sonucunda kendisinden bile gizlemeye çalıştığı bir bunalımın eşiğindedir* (halbuki daha koskoca 1,5 yılı var!). arabayla cindy crawfordlu bir reklam panosunun yanından geçtikten sonra:

yasemin: ayyyy cindy crawford'u gördünüz mü şurda ahahahahahahaha
onur: ne var, ne olmuş?
y: görmedin mi ne hale gelmiş ahahahahaha
o: biz yaşlandık, o yaşlanmasın mı? geçenlerde photo boothda benim ilk çektiğimiz fotolarımla son fotolarıma baktık cem'le de, beyazlar, kırışıklıklar... eskisi gibi değiliz
y: yok ya, bizimle alakası yok, o çok fena olmuş**
o: nasıl?
y: ne bileyim, göçmüş gitmiş, teeyyy teyy... ehehehehe
cem (sanki tanırmış gibi): yaşadığına şükreder bir hali var, değil mi?
y: ahahahahahahaha

* yazık bir durumdayım, durup durup hala 40 yaşıma gelmedim diye seviniyorum
** cc bizden çok büyük bir kere,  o daha 50 olmadım diye sevinenler grubunda

Wednesday, March 6, 2013

dünya hiç oluşmasaydı

dün cem'in okul çıkışında yolumuzun üzerindeki alışveriş merkezinde biraz vakit geçirdik. dışarı çıktığımızda hava kararmıştı. soğuk, yorgunum. rüya pusette, aldıklarımız (oyun hamuru, dergi, kitap) pusete asılı, tıngır mıngır ilerliyoruz. cem elindeki pet şişeyi sağa sola vura vura arkamızdan geliyor. beraber yürüyelim diye yavaşlayınca ben, soru geldi: 

cem: dünya hiç oluşmamış olsaydı ne kaybederdik?
yasemin: ooo güzel soru... ne kaybederdik... şimdiye kadar yaşadıklarımızı ve şimdiden sonra yaşayacaklarımızı kaybederdik, hiç yaşamamış olurduk yani. gerçi burda ne kaybederdik mi demek lazım, ne kazanırdık mı, onu da bir düşünmek lazım
cem: bence biraz kaybederdik, biraz kazanırdık. iyi şeyler var, kötü şeyler var ya...
y: doğru, haklısın