Wednesday, November 25, 2009

okul

dün gece uyumadan önce haluk yavuzer'in önceden okumuş olduğum çocuğunuzun ilk 6 yılı adlı kitabına tekrar göz attım. altını çizdiğim satırlarla, 6 yaş ve 5 yaş konu başlıklarını yeni baştan okudum. aşağıya eklediğim alıntı, benim zamanında okulda neden o kadar zorlandığım ve bugün okul konusu açıldığında asabi bir insan haline geldiğim konusunda önemli ipuçları içeriyor.

öğrenme benim için okul hayatım boyunca çevremdeki çocukların hemen hepsinden daha zor bir iş oldu. görebildiğim kadarıyla, bir konuyu öğrenmek için benim mutlaka herkesten daha fazla çaba sarfetmem gerekiyordu. günün ve o kadar debelenmenin sonunda, müfredatın gereklerini, ancak sınavı geçtikten sonra sonsuza kadar unutmak ve gaibin derinliklerine yollamak üzere kısa dönemli hafızaya kaydetmiş olabiliyordum. "dersi derste öğrenmeli" klişesi okul yıllarım boyunca (ilgimi ve dikkatimi çekebilen birkaç öğretmen ve dersi saymazsak) o kadar nadir zamanlarda geçerli oldu ki, elimdeki diplomaları masa başında kafa patlatarak, dirsek çürüterek ve yapamayacağım endişesiyle bolca ağlayarak kendi kendime alabildiğimi söyleyebilirim. bir nevi mektupla eğitim, bütün gün okuldayım ama eve döndüğümde elimde ders kitabından başka bir şey yok. bir numaralı sorunum dinleyememekti. her şey o kadar sıkıcıydı ki dinlemek mümkün olamıyordu. derse girmeden önce "bu sefer mutlaka dinleyeceğim" diye niyet ediyordum etmesine ama 10 dakika sonra bir bakıyordum, yine pencereden dışarı bakıyorum, yine okuduğum kitabı, umutsuz aşkımı ya da üstesinden gelmeye çalıştığım dertlerimi düşünüyorum, ders almış başını gitmiş, beni yine evde sabahlara kadar sürecek inekleme ve zırlama seansları bekliyor.

aşağıya eklediğim alıntıyı okuduktan sonra işte bu muhteşem okul hayatım geldi aklıma. aslında daha anlatılacak çok şey var ama bugünkü niyetim dün okuduğum alıntıyı yazmaktı. cem okula her gün bir adım daha yaklaşırken okul ve öğrenme üzerine okuduklarım bana kendi okul geçmişimi anlamam konusunda yardımcı oluyor. geçmiş zaman diyenler olabilir ama okudukça anlıyorum ki, öğrenmekte zorlandığı için yıllarca kendini diğer çocuklardan daha kıt, eksik sanan eski kız çocuğunun aradan yıllar geçmiş olsa bile bugün bunları bilmeye ihtiyacı var.


"okumayı öğrenmenin temelinde anne babası tarafından "dinlenmiş olma" ve "anlaşılmış olma" yatar. anne ve baba çocuğa okulda nasıl daha iyi öğrenebileceğini ya da mutlu olabileceğini öğretmeden önce çocuğu olduğu gibi, kendisi olarak görmeyi öğrenmelidir. buna bağlı olarak anne ve baba çocuğu iyi tanıyarak beklenti düzeyini gerçekçi kılabilmelidir.

bunun yanısıra çocuğun kendi kendine yetebilmesini sağlayacak deneyimlerin sunulması da çok önemlidir. çocuk bu sayede kendine güven duymayı öğrenecektir. okula başlayan çocuğuyla bir yıl boyunca her teneffüste oyun oynayan babanın, herkesin yürüdüğü yoldan değil de, duvar kenarından yürüyen bir çocuğunun olması tesadüf feğildir. bu vakada çocuk davranışlarıyla güvensizliğini sergilemektedir.

okula başlama, zihinsel, bedensel, duygusal ve sosyal açıdan hazır oluşu gerektirir. 6 yaş çocuğu artık gerçek yaşama girmeye hazır gibidir. öğrenme alanında çalışmaya ve gerekli becerileri kazanmaya hazırdır.

ayla oktay "okul olgunluğu" isimli yapıtında, duygusal sorunların okumanın öğrenilmesindeki önemine değinen clay'in şu satırlarına yer verir:

"her çocuk kendisinin önemli olduğunu, istenildiğini ve bir şeyler yapabileceğini hissetmelidir. güven ve yeterlik duyguları, başarıda önemli rol oynarlar. okula kendileri hakkında olumlu duygularla başlayan çocuklar şanslıdırlar. kabul edildiklerini bilirler, nasıl başarılı olacaklarını öğrenmişlerdir."

aynı çalışmada okula hazırlık, Thackray tarafından şöyle tanımlanmaktadır:

"her türlü öğrenme için okula hazırlık, çocuğun herhangi bir duygusal zorlamaya uğramadan, kolayca ve yeterli bir şekilde öğrenebileceği bir dönemdir. bu, o zamana kadar bazı bilgi ve becerilerin kazanılmasında güçlük çeken çocuğun bunu artık kolayca yapabilmesi demektir."

...

çocuklar okula başladıklarında alfabeyi öğrenirken, ebeveynin tutumları onları fazlasıyla etkiler. ebeveynin bu konudaki desteği, çocuğun başarısının artmasına yardımcı olabilir.

...

ancak bu ortama çocuğun uyumu; başka bir deyişle 40 dakika sınıfta oturup ders dinleyebilmesi, sınıf içi ve sınıf dışı etkinliklere katılabilmesi ve arkadaşlarıyla birlikte yaşayabilmesi, geçmiş yıllarda edinmiş olduğu alışkanlık ve deneyimlerle, destekleyici anne baba yaklaşımıyla yakından ilişkilidir.

yeterlik duygusu olan, yüksek benlik saygısına sahip bir çocuk, kendi kendine yetmeyi ilk 6 yılda öğrenmiş, yeterince sorumluluk üstlenmeyi ve kendi başına karar verebilmeyi yaşamışsa okul ortamına kolaylıkla uyum sağlayacaktır çünkü okulun kurallarına uyabilecek, özgürlüğünün başladığı ve bittiği noktaları kolayca kestirebilecektir.

sağlıklı etkileşim ortamından gelen bu çocuk okula başladığında; kendini tanıyan, kabul eden, seven, kendisiyle barışık, olumlu düşünen bir birey olarak başarılarından keyif alacak, her başarı ve ona bağlı olarak yakın çevresinden aldığı geribildirim onu yeni başarılara yöneltecektir.

çocuk karşısında, kendini dinleyen, anlayan, yarış yerine "öğrenmeyi öğreten", kapasitesi düzeyinde bilgilendiren, anlayışlı ve hoşgörülü bir öğretmen bulduğu takdirde bu başarısını akademik dünyasında olduğu kadar mesleki dünyasında da sürdürecektir."

7 comments:

yaban said...

anaokuluna gitmis olmak da okul basarisini etkiliyordur herhalde, sen ne dersin? okul kavramina asina aslinda cocuk ve yasitlariyla daha once bir arada bulunmus, vakit gecirmis, birseyler yapmislar, paylasmislar, bir cizelgeye uymakta zorluk cekmez cok sanirim,,
-
bisey degil cem okula basladiktan sonra okul gunlukleri acarsin sen burada bize de uzak kaldigimiz egitim sistemini gunu gunune takip etme sansi dogar..

Pratik Anne said...

Ben de ilkokul ve ortaokuldayken aynen senin gibiydim Yasemin. Sinifta ders sirasinda kalkar dolasir, daydreaming yapar, yanimdakilerle konusur, daha ileri donemlerde getirdigim romanlari okur ve defterime bolca yazar cizerdim. Derslerim (sinav sonuclari)vasatti ve bunu hic dert etmezdim.
Hadi ilkokulda hazir degildim desen (erken basladim cunku okula). Ama orta sona kadar devam etti bu durum. Simdi cocuklarimdan biri boyle olursa ben ne yaparim pek bilemiyorum. Bildigim tek sey pek de yapilacak birsey olmadigi cunku annemler 9 sene ugrastilar benimle :) Ugrasmasalardi daha beter olurdu muhtemelen.

yasemin said...

sanmıyorum yaban. ben 2 yıl gitmiştim anaokuluna ama ben belki de iyi bir öğrenci modeli değilim. evet kesin değilim. yuvaya ilk başladığım günü de dün gibi hatırlıyorum. berbat bir gündü. 2. sene bu yuvayı sevmedi diye başka bir yuvaya gönderildim, sonuçta değişen birşey olmadı. ben her sabah evden çıkıp okula gitmeyi sevmedim en başta zaten. sabah sabah, ne o öyle her sabah. tamam, kabul ben matah bir öğrenci olamadım ama eğitim sistemi de pek matah sayılmazdı :)

pratik anne daydreaming yapardım demişsin, çok hoşuma gitti. yalnız olmadığımı bilmek iyi geliyor. neyse seninki ortalarda bir yerlerde düzelmiş :) sonuçta ikimizin de aynı kampüse gelmiş olmamız da ilginç değil mi? aynı fakültede olmamıza rağmen orada bir kez bile karşılaşmamız olmamızı benim okulla olan harika ilişkilerime borçluyuz. bir de master yapacak mısın diye sorarlardı bana. ne mastırı yahu, rahat bırakın beni artık.

asliberry said...

Yasemin,

Birinci sınıfın sonu gelmişti ve ben daha okumayı sökememiştim. Ablam çalıştırırken sinirleniyor, sen geri zekalı mısın okuyamıyorsun diye kızıyordu. En sonunda karne zamanı geldi çattı herhalde 1-2 hafta kalmıştı, öğretmen okuma yazmayı sökemeyenlerin sınıfta kalacağını söyledi. Nasıl olduysa söküverdim okumayı. Sırf sınıfta kalma korkusuyla. Şimdi Yaman'ı çalıştırırken bazen ağzımdan geri zekalı mısın, demin okuduğun Lale'ye şimdi boş boş bakıyorsun derken yakalıyorum kendimi. Sonra birden elim ağzıma gidiyor. Küçükken ablam bana öyle söylediğinde nasıl utandığımı, kendi kendime karşı nasıl küçük düştüğümü, özgüvenimin unufak oluşunu, üzüntümü hatırlıyorum. Beni büyütenlerin tarzlarından ne kadar uzak durmaya çalışsam da, kendimi ne kadar geliştirmeye çalışsam da, yerleşmiş davranış modellerinden kopmak çok zormuş. Dün akşsam bu yazını okuyunca Mehmet'le konuştum, ders çalıştırırken destekçi olmamız gerektiğini, yaralayıcı sözler sarf etmememiz gerektiğini konuştum. Mehmet fena olmadığımızı düşünüyor. Biz maymunduk diyor. Öğretmeninle Yaman'ın kendi öğretmeniyle kurduğu ilişkiyi kurabildin mi hatırlasana diyor. Özgüvenini sarsacak bir şey yaptığımızı sanmıyorum diyor. Doğru ama gene de arada çocukluğumdan bugüne taşıdığım kaçaklar sızıyor hayatımıza işte. Evet okulun korkunç bir yer olması dışında evdeki anne babanın sıcaklığı ve güveni de çok önemli.

Bir arkadaşımın kızı var, Şişli Terakki'de 4.sınıfta okuyor. Çocuğu zeka testine götürdüler. Önceden ben bu zeka testlerine çok tepkisel yaklaşıyordum ama arkadaşımın götürüş amacı farklıydı. Üstün insan yetiştirmek gibi bir ülküsü yoktu. Sadece şu çoklu zeka kavramı var ya, çocuğun hangi yanının kuvvetli olduğunu, neye göre yönlendirmesi gerektiğini öğrenmek istiyordu. Çünkü ders çalıştırırken ciddi anlamda problem yaşıyorlardı. Bir merkeze gittiler. Çocukla 1,5 saat gibi bir takım oyunlar oynamışlar. Matematik zekasının kuvetli olduğu, sözel yanının biraz zayıf olduğu çıktı ortaya. Uzman matematik için çocuğa yüklenmeyin, çünkü çocuk matematiği derste istese de istemese de alacaktır, sözel yönden desteklemeniz gerekir, buna ağırlık verin, o yönden kuvvetlendirin demişler. Bir de dikkat eksikliği çıkmış. Uzun dönem hafızası iyi ama kısa süre önce verilen bir komutu unutuyor. Mesela mutfaktan bana çatal bıçak kaşık ve bardak getir diyorsun, sadece çatalla geliyor. Mimarlık, grafik v.b. mesleklerde başarılı olabileceğini söylemişler. Dikkat eksikliğinin aslında ilkokul 4.sınıfa kadar tedavi olması gerekirmiş, bunun için ilaç dışı yöntemleri önermişler, (bir eğitim programı. işin bu yanı ticari mi bilemiyorum, o eğitime başladı şimdi, uzun dönemde yararı olacak mı ölçmek gerek) Bir de özel okullara o kadar para saçmanın anlamsızlığından bahsetmiş adam. Çocuğa bu kadar yüklenmenin, sınav manyağı yapmanın anlamı olmadığını, düzgün bir devlet okuluna gönderip, parayı üniversite için ve hatta bu salak sistemde üniversite sınavları için bile üzmeyip, belki de yurtdışındaki paralı üniversiteler için kullanmalarını önermiş. Bizim eğitim sistemimiz ciddi anlamda çok kötü. Belki de benim de dikkat eksikliğim vardı, öyle öğrenemiyordum. Özel bir eğitim modeli gerekiyordu. Şimdi işte biraz parası olanlar, biraz da bilinçli olanlar çocuğuna özel bir şeyler yapmaya çalışıyor. Çocuğun mutluluğunu önceliyorlar.

Ben ablamı suçlamıyorum elbette. Çalışmak, başarmak, iş sahibi olmak, aç kalmamak gibi çok önemli önceliklerimiz vardı. Mutluluk bizim için en en en son gelen bir şeydi. Hayatta kalmak her şeyden önce geliyordu o zamanlar.

yasemin said...

aslı merhaba,
okumayı okula başladıktan 1 ay sonra öğrenmiştim. 29 ekim olduğu için gününü unutmuyorum. bizim evde okumayı hızlı öğrenmek nedense çok ama çok önemliydi. cin alilerim kurşun kalemle hecelere ayrıla ayrıla paramparça olmuştu bir ay içinde. müthiş bir baskı ve acı içinde nihayet okumayı söktüğümde anadolu lisesi sınavları hazırlık aşamasına gelene kadar biraz nefes alacak zamana (3. sınıfa kadar!) kavuşabilmiştim. iş okul anılarımı anlatmaya gelince, kendimi küçük emrahvari bir tarza bürünmekten alıkoyamıyorum galiba hala o zamanki hallerime acımaya devam ediyorum. zorlama ve baskılar insanın içinde ömür boyu kalacak bir şeyler yerleştiriyor ama ne yapalım yani, bazı şeylerin de davası olmazmış.

uzmanlar konusuna gelince, ben şimdiye kadar hiçbirine gitmedim ama okullar konusunda uzmanların söyleyebileceği bir şey olduğunu da sanmıyorum. sistem konusunda haklısın, beter, o yüzden insanlar okul konusunda ne yapacağını şaşırıyor ama herkesin okuldan ve eğitimden beklentisi farklı, çocuğu farklı, ekonomik durumu, evinin yeri... bu sadece anne babanın vereceği bir karar. düzgün okul diye genellenebilecek bir okul görmedim henüz. yakın arkadaşlarımın okul konusundaki referansları bile bana uymuyor ya da benim beğendiklerim onların beklentilerini karşılamıyor... dolayısıyla herkesin düzgün okulu kendine, uzmanlar bu konuda danışmanlık vermekten kaçınmalı bence.

Damla said...

Ben evin 3. çocuğuydum. Hep şöyle bir yaklaşım vardı. Damla zaten yapar. Kimse ne ödevime yardım etti, ne çantamı hazırladı. Üstelik hiç de derli toplu değildim, her sabah apar topar hazırlanır, bir şeyleri unuturdum. Derslerim hep iyiydi. Ama asla ders çalışmadım. Hep gazladılar, Damla yapar, Damla'nın dersleri iyidir. Diyelim ki hasta oldum ve bir tek ders kaçırdım, hemen notum düşerdi. Sadece sevdiğim konularda okurdum. Ben sevdiğim şeylerde başarılıyım derdim, eğer dersi sevmediysem dalar giderdim, bir şey dinleyemezdim, evde de çalışmakta çok zorlanırdım. Annem hala benim kızım tuvalette çalışır falan diye övünür. Halbuki bu radikallikten değil, nerede konsantre olacağımı şaşırdığımdandı.

Velhasıl, öğrenim hayatım boyunca fazla bir şeye asılmadım. Yarım yarım hobilerim de çoktur. Sebebini geç yaşımda oğlumla ilgili okurken öğrendim: http://www.kitubi.com/2008/10/31/%c3%87ocu%c4%9funuzunZekiOlmas%c4%b1n%c4%b1M%c4%b1%c4%b0stiyorsunuzOnaZekisinDemeyin.aspx

Çocuğa yapamazsın demek kadar, onun çok yetenekli olduğunu çok vurgulamak da sakat. Bu yazı ile bunu demek istemediğinizin farkındayım da, motive ederken kolay düşülecek bir hata olduğunu düşündüğüm için yazmak istedim.

yasemin said...

damla, link icin tesekkurler. biz de epey pohpohluyoruz cem'i elimizde/farkında olmadan, kuzguna yavrusu anka. biraz kesintiye gitmekte fayda olacak :)
kendi işlerini halletmen iyiymiş ama ben de cem'in her işini kendi halletmesi için geri planda durmaya çalışıyorum, yavaş yavaş iş yüküm azalıyor hatta işi çocuk işçi kullanmaya vardırdığım anlarda cem'in bana "ama bu senin sorumluluğundu" dediği zamanlar bile oluyor :)