Sunday, January 24, 2010

mim :: 7

aslısh tarafından 7 ilginç özellik konusunda mimlendim. ilginç olmasa da kendimle ilgili 7 özellik bulup yazabilirim sanırım.

1) SABAH erken yatıp AKŞAM erken kalkmayı severim ama hayat buna izin vermez, bu yüzden geceleri halim kalmayana dek oturur, sabaha karşı yatağa gider, az uyuyarak günü geçirmeye çalışırım. fakat yaş ilerledikçe az uyku pilin erken bitmesine sebep oluyor, bir de bilenler bilir az uyuyunca azıcık depresif olunuyor. öğlen uykusu ise 4 yaşımdan beri uyumuyorum. bu sebeple ilk 1 sene gittiğim yuva değiştirilmişti. yıl boyunca sadece 1 defa uyumuş olduğum ve diğer günler uykuya ayrılan o geçmek bilmez vakitte sıkıntıdan ne yapacağını bilemez halde uyuyanları taciz ettiğim için 2. sene öğle uykusu olmayan bir anaokuluna gönderilmiştim.

2) pain in the ass bi çocuktum, benim annem/babam olmak istemezdiniz.

3) "azıcık aşım kaygısız başım." sevdiğim bir atasözüdür.

4) evdeki pek çok eşyayı kolaylıkla fazlalık kategorisine sokarak elden çıkarabilirim. bunun en büyük faydası, yakın dönemde elden çıkardıklarınızı hatırlayınca yeni şeyler almaya karşı isteksiz hale gelmeniz. görüp beğendiğim şeylere sahip olmaya çalışmadan yaşamaya bu şekilde alıştım. bir şeyi almayı çok istediğim zaman boşalttığım bir rafı, bir alanı o nesneyle doldurmaya değip değmeyeceğini uzun uzadıya düşünüyorum, sonunda kararım çoğunlukla boşluğu doldurmamaktan yana oluyor. boşluk doluluktan daha iyi benim için. bir de kullandığım eşyaları ihtiyacı olanlara vermek konusunda uzun uzun planlamalar yaparım, ne kime lazım olabilir not alır sonra isteyip istemediklerini kendilerine sorarım, isterlerse benden mutlusu olmaz.

5) kedilerle yaşamak isterdim ama astımım var. alerjik astımımın kronikleşmesine sebep olmuş olsa da, sokakta bulup büyüttüğüm bir kediyle 2,5 yıl boyunca yaşamayı başardım. her şeyi anlar onlar, bilge hayvanlar. kedisiz hayat kedili hayattan çok eksik, çok özlüyorum kedimi.

6) muhallebi çocuklarına katlanamıyorum. başka çocukları analarına/öğretmenlerine şikayet eden çocuklardan, karısının/sevgilisinin uydusu olan adamlardan ve tabii herkesi kendine tabii kılmaya, her şeyi yönetmeye çalışan, kimseye doğrudürüst güvenemeyen kontrol delisi kadınlardan hazzetmiyorum.

7) şu anda sokaktan bozacı geçiyor. hayatımda bir defa bozanın tadına baktım, onda da çok hoşlanmadım ama en üst katta oturmamıza rağmen her gün sesini duyduğum bu bozacının en
soğuk kış günlerinde bile bizim sokaktan geçmesi beni çok mutlu ediyor. bu anlarda kendimi eski bir türk romanındaymışım gibi hissediyorum.

daha önce buna benzer başka bir mime verdiğim cevap için TIK

ben de füsun'u mimliyim.

9 comments:

Aylak Madam Sardunya:) said...

"Yapacak ne kadar az iş ve ne kadar çoook zamanım var" sloganını seviyorum. İçimdeki kediye iyi geliyor benim de:))) Senede bir günden daha sık seni görebilme ümidiyle:)))

ASLISH said...

İlginç değil demişiniz ama bence ilginç bir kişiliksiniz.Bu yüzden blogunuzu takip ediyorum ve sizi ve blogunzu çok beğeniyorum :-)

füs said...

cıssss, heyecanlandım:) tamam akşama yazacağım:)

elif said...

soguk bir icecek/gida olan bozanin neden soguk havalarda satildigini cocukken de anlamamistim, hala anlamiyorum. ama sevmistim. onun da iyisi ve kotusu oluyor sanirim.

Margot said...

Bizim Kazım efendiye bir kırmızı kurdele taktık bayram münasebetiyle, konuşmayan kalmadı. Yok kız mıymış, yok erkek adama kurdele takılır mıymış. Peh! Ben bulsam şu resimdeki başlıktan takıp fotoğrafını yayımlamayan ne olsun :)

Anonymous said...

Yasemin;

ben seni cok ilginc buluyorum ve bu detaylar seni daha iyi tanimama yol aciyor .Cemin inatciligi belli ki senden gecmis demek ki...

bu arada sinema tutkunu bir insansin sen .dUN DİGİTURKTE "DİLBERİN 8 GUNU " İSİMLİ BİR film izledim. Yonetmenin uclemesinin son filmi imis .ben cok begendim filmi.istanbul film festivalinde belki gosterilmistir ve sen bu filmi biliyorsundur diye seninle paylasayim dedim

Sevgiyle kal
Sesil

Anonymous said...

öncelikle güzel bir blog sayfanız olduğunu belirtmek istiyorum.

bu yazınıza gelince... sadece "başka çocukları analarına/öğretmenlerine şikayet eden çocuklardan hoşlanmıyorum" kısmına takıldım.

5 yaşında bir kızım var. psikolog da bir yakınımız. kızım okula başlayacaktı, ana sınıfına. bir gün bu psikolog yakınımızla okula ilişkin genel konulardan bahsederken, "okulda arkadaşlarını öğretmenine şikayet eder mi diye korkuyorum" dedim. bana şuna benzer şeyler anlattı: "bu konuda dünyanın her yerinde nedense bir yanılgı var. insanlar üç yaşındaki çocukların bile ev dışında karşılaşabilecekleri sorunları kendilerinin halletmelerini bekler oldular ki bu aslında doğru bir yaklaşım değil. zira burada karşı taraftan gelebilecek bir davranış tarzına göre ayırım yapılmıyor, aksine bu taraftaki çocuğa mutlak bir davranış biçimi dayatılıyor. öğretmenine şikayet etmesin tamam, yani bir anlamda ispiyonculuk yapmasın iyi güzel de, hangi davranışları şikayet etmesin? buna değinen olmuyor. ayrıca "şikayet" nedir? bir "hak arama" durumu olamaz mı? normal hayatta bir insan bir başkasını öldürdüğünde, ölenin yakınlarının da karşı taraftan birini öldürmesine "kan davası" diyoruz ve kınıyoruz. ha ama ölenin yakınlarının bu olayı sessizce kabullenmelerini beklemek de tuhaf olurdu. işin özü, bu insanlardan beklenen, yargıya başvurmalarıdır. aynı şekilde hırsızlığa ya da gaspa maruz kalan biri, gidip o işi yapana karşı hırsızlık veya gasp suçu mu işlemeli? ya da "oldu artık bir kere" deyip sessizce çekilerek kabullenmeli mi? yani bu insan polise, savcıya suçu bildirmemeli mi? failinden şikayetçi olmamalı mı? işte çocuğa "mutlak anlamda" "kimseyi kimseye şikayet etme" tembihi ya da şikayetin kınanması, bir yerde tecavüz kurbanlarının şikayetçi olmaktan çekinmelerine de neden olan sıkıntılı durumların sebebi olmaya kadar gidiyor. çocuk 3, 5 ya da 7 yaşındadır mesela ve karşısında sürekli kalemini alan, eline vuran, defterini çizen bir çocuk vardır. ya da sotede ona omuz vurup duran. işte çocuk bu durumları şikayet etmemesi konusunda sıkı sıkı tembihlenmişse, ya da şikayet ettikten sonra hakir görülmüşse, artık ya kendi hakkını kendisi aramaya kalkıyor (çoğu mafya reis ve üyesi çocukluklarında mağdur edilip hakları başkalarınca savunulmayan insanlardan çıkar) ya da derdini kimseye söyleyemeyerek içine atıyor ve kapanıyor.

Anonymous said...

ayrıca sosyal ve mali haklarını aramak yolunda da son derece cesaretsiz yetişiyorlar. örneğin kıdem tazminatını alamadan işinden atılan bir çalışan, işverenini mahkemeye verme konusunda çekimser kalabiliyor. kısacası hakkını arayamıyor, mağduru olduğu konuda ilgili mercilere başvurmakta zorlanıyor. çocuğa "sakın arkadaşlarını öğretmenine şikayet falan etme" demek, inanılmaz boyutlarda zararlara yolaçabilecek tehlikeli bir tutumdur. zira o çocuk neyin şikayet edilebileceğini algılayamıyor bu kez de ve eğer bir cinsel istismara maruz kalırsa bunu da şikayet etmeden içine atmaya çabalıyor. bunun yerine, çocuğa şu denmelidir: "arkadaşının ya da bir başkasının sana sadece şaka yaptığını ve olayın sonrasında üzüldüğünü hissedersen, kimseye bahsetmeyebilirsin ama eğer senin "bedenine" ve sana ait olan diğer eşyalarına kötü bir niyetle zarar verirse bunu öğretmenine anlatmalısın". dolayısı ile aslında bu "şikayet istememe" olayı, öğretmenlerin üşengeçliğinden kaynaklanan ve velilere de empoze edilmiş bir tutumdur. oysa her öğretmen, aslında bir yandan da çocuk toplumunun yargıcıdır, olmalıdır. bir çocuktan bir şikayet geldiğinde iki tarafı da alıp dinlemeli ve olayı çözümleyip, gerekirse şikayet edilene gerçekten de bir ceza vermelidir. böylece diğer çocuk da, mağdur edebileceği kişilerin toplumda yetkili kişiler tarafından kollanabileceği algısını oluşturarak, davranışlarına çeki düzen vermesi gerektiğini öğrenmelidir. hatta öğretmenlerin, genel kanının aksine "şikayet kutusu koymak, hatada bir gün öğrencileri tek tek ve yalnız olmak üzere şikayetleri konusunda dinlemek, belli bazı şikayetleri adeta savcı ya da mahkeme gibi işleme almak, sınıf mahkemesi kurmak, iddia ve savunma yaptırmak, yargılamak ve cezalandırmak" gibi yöntemleri uygulaması bile, çocukların ileride ciddi bir hukuk anlayışı geliştirmelerine yardımcı olabilecektir. ha şikayetlerin ayyuka çıkmasını da, şikayetinde haksız çıkanı cezalandırmak şeklinde önleyebilir. sonuçta daha fazla uzatmayayım ama, bir çocuğun, bir başka arkadaşına yapıldığını gördüğü kötü bir şeyi şikayet etmesi de iyidir hatta belki de gereklidir. çünkü toplumsal yaşam, öncelikle kendimizin sorunlarını yardımlaşma yöntemleri ile çözmeye çabalamak ve sonra da yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmeye çalışmakla idame ettirilebilir." dedi... ben bu sözlere ziyadesi ile hak verdim. lütfen çocuklarımızı, mağdur oldukları durumlarda olayı bildirmeye ve şikayet etmeye teşvik edelim. zira "tarafsız bir makama hak arama amacı ile başvurma ve adil bir çözüm isteme olgusu, en temel insan hak ve özgürlüklerindendir."

yasemin said...

haklısınız. benim demek istediğim oyuncak paylaşımında çıkan sorunlarda ya da ufak olaylarda hemen anneye ya da öğretmene koşan çocuk modeliydi. zaten şikayet etmemek/ispiyonlamamak sözle öğretilebilecek, tembihlenebilecek bir şey de değil bence.

aileyle ve öğretmenle paylaşılması gereken konuları (örnek vermek gerekirse, okulda güçlü veya daha büyük bir çocuğun tacizine, alayına ya da zorbalığına maruz kalmak), cem'le onu tedirgin etmeden, onu insanlara karşı güvensiz bir hale getirmekten kaçınmaya çalışarak, bazen bir kitabın, bazen bir olayın sebep olup konuyu açması sayesinde konuşuruz.

çocuğun muhakemesinin bu ayrımı yapabilecek şekilde gelişmesi çok önemli. bu bilinci geliştirmede en önemli iş aileye düşüyor. çocuğun ailesiyle olan iletişimi ve pek çok konuda onlardan aldığı sinyaller, çoğu sözsüz öğretiler, ona bu bilinci verebiliyor ya da veremiyor. umarım biz bunu başaran ailelerden oluruz.

katkınız için çok teşekkür ederim. bana üzerinde düşünülecek bir konu verdiniz.