Wednesday, October 27, 2010

eski istanbul'da doğum adetleri


rüya bugün bir aylık oldu. günler emzirmekle geçiyor. saatler süren emzirme seansları sırasında film izliyorum ya da bir şeyler okuyorum. geçen gün lohusalık ile ilgili eski istanbul adetlerini merak edip istanbul ansiklopedisi'ne baktım. ne de olsa önümüzdeki 10 gün boyunca ben de hala lohusayım. lohusa, ilginç bir sözcük. ne diyordum, doğum adetleri başlığında aradığımı buldum. meraklısı için eski istanbul'da doğum ve lohusalık adetlerini iki bölüm halinde bloga ekleyeceğim.


bugün ilk bölüm: doğum. 

"Çocuk geleneksel Türk toplumlarında soyun ve ocağın devamlılığı için çok önemli bir unsur olmuştur. İstanbul'da da evlendikten az zaman sonra çocuğu olmayan kadın, kocası ve ailesi için endişe nedeniydi.


Eski İstanbul ailesinde gebe kadın, gebeliğin 40. gününden itibaren portakal, limon, sirke gibi ekşi şeylere, kuru ve yaş meyvelere, tatlı ve şekerlemeye düşkün olduğu için istekleri yerine getirilmeye çalışılır; ekşi ya da tatlı yemesine bakılarak çocuğun cinsiyeti tayin edilmeye çalışılırdı. "ye tatlıyı doğur atlıyı, ye ekşiyi doğur Ayşe'yi" sözü, tatlı yiyen kadının erkek, ekşi yiyenin kız doğuracağı inancını yansıtmaktadır. (rüya'ya hamileliğimde ben de hiç tatlı yiyemedim, ekşiye düşkündüm.) Çocuğun erkek olduğunu tahmin için gebenin fiziksel durumu da önemlidir. Erkek çocuk gebelikten 3 ay sonra hareket eder. Ağırlık ve hareket kadının sağ tarafındadır. Gebenin karnı yuvarlaktır. Kaşları ve kirpikleri dökülmesine rağmen gebenin güzelleştiği inancı vardır. Sütü beyaz olur ve süt ilkin sağ memesinden gelir. Bu gelişmelerin tersi olursa bebeğin kız olacağına inanılırdı. Eskiden İstanbul'da halk arasında erkek ayının ödü ile safra karıştırılıp içildiği takdirde çocuğun erkek olacağına dair bir inanış tespit edilmiştir. Gebenin oturduğu odaya iki minder konulur; birinin altına makas, diğerine bıçak ya da çakı konulur; kadın bilmeden makasın olduğu minderin üzerine oturursa kızı, çakı ya da bıçağın olduğu minderin üzerine oturursa oğlu olacağına inanılırdı.


Gebelik süresiyle birlikte doğum hazırlıkları da başlamaktadır. Eski İstanbul'da doğumu yaptıracak ebe bulunması önemli bir konuydu. Her ailenin güvenini kazanmış; tanıdık, bildik, sır saklayan bir ebe kadın vardı. Doğum evde gerçekleşirdi. Cumhuriyetten sonra daha çok hastanelerde doğum yapıldığı görülmektedir. Gebeliğin 6. ayından itibaren doğacak çocuğun takımları "kundak takımı" adı altında hazırlanır. Tülbent ya da ipekten önü açık bir gömlekle takkeden; pamuklu ve yukarısı geniş, altı dar etek bezinden, yumuşak tülbentten yapılmış sargı bezlerinden; yazma yemeni, duvak ve nazarlıkla ipek ya da patiskadan sade, işlemeli bir kundaktan oluşan takımın doğumdan önce hazırlanmış olması şarttı. Doğumu yaptırması kararlaştırılan ebe hanım son üç aya girildiğinde herhangi bir gün eve çağrılır, besmeleyle ve dualarla hazırlanan takım, kundağın içine yerleştirilirdi. Kundağın içine çöreotu serpilmesi, ayrı bir bohçaya konulduktan sonra kıbleye karşı asılması, üstüne de kese içinde bir Kuran konulması çok eski bir adetti.


Ebe doğum gününü aşağı yukarı tahmin ederek yakın bir günde doğum iskemlesini bu eve gönderirdi. Bu, kolay bir doğum için kullanılan ve koltuğa benzeyen bir iskemle olup bugün terk edilmiş eski bir araçtır. Gebede ilk sancılar başlayınca ebeye haber verilirdi. Ebe gerekli önlemleri alır, ilaçları hazır ederdi.

Doğum zorlaşırsa iki kişi gebe kadının kollarına girerek odada gezdirirlerdi. Ayrıca kocasının avcundan su içirilip "helallik" istenmesi de bir gelenekti. Doğumu kolaylaştırmak için kavun yedirilip et suyu içirildiği de olurdu. Doğum gerçekleştiği sırada ebe tekbir almaya, kelime-i şahadet getirmeye başlayarak etrafındakilere haber verir, orada bulunanlar da iştirak ederlerdi. Doğumun ardından "son" ya da "eş" denilen plasentanın gelmesi beklenirdi. Ebe eşin gelmesiyle çocuğun göbeğini karından itibaren bir karış uzunlukta keser ve göbek adını koyardı. Bu uzunluk çocuğun sesinin gür ve güzel olması için konurdu. Göbek bağının kesilen kısmı cami ya da okul duvarına sokulurdu. Göbeğin kesilmesinin ardından çocuk evvelce hazırlanmış su ile yıkanır, tatlı dilli olması için ağzına şeker sürülürdü. Ebe, çocuğu aile fertlerinin her birinin kucağına vererek bahşiş almayı ihmal etmezdi. Yıkanıp kundaklanan çocuğun yüzüne biri beyaz, diğeri yeşil iki duvak örtülmekte, kundağına incili nazarlık takılıp başucuna Kuran asılmaktaydı."


kaynak: istanbul ansiklopedisi, cilt 3, doğum adetleri, sf. 82/83

3 comments:

asliberry said...

Çoğu hala geçerli. Ebeler doğurtunca doğum belgesi nasıl alınırdı acaba? Mesela ben camii önüne veya yol kenarına bırakılmış bir bebek bulsam gidip hiçbir resmi merciiye teslim etmem. Hiçbirinin benden iyi bakacağına inanmıyorum. Evde doğurdum derim de bebeği nasıl nüfusuma geçiricem, o kısmı beni kaygılandırıyor işte. Bu yazı benim bu tür kaygılarımı depreştirdi.

Deli Anne said...

konuyla alakasız bir mesajım var; Son yazımı tanıdığım blogculara ayırdım. Seninle ilgili de ufacık bir yazı var. Sevgiler.

yasemin said...

aa hemen gelip bakıyorum o zaman!