Friday, April 20, 2012

haftasonu önerisi :: yeraltı


bu akşam zeki demirkubuz'un son filmi yeraltı'na gittim. sinema için perşembe'yi seçmesem daha iyi olacakmış çünkü gsm firmasının bir bilete bir bilet kampanyası nedeniyle olacak, salon tıkabasa doluydu. salonun dolu olmasında filmin avmdeki en küçük salonda oynamasının da payı olabilir, bilmiyorum. ya da, ilk etapta pek ihtimal vermedim ama, belki de filme ilgi büyük. ben sinemada yanımdaki koltukların dolu olmasını istemiyorum, sakin seanslarda film izlemeyi seviyorum ayrıca sağdan soldan parlayan beyaz telefon ışıkları dikkatimi dağıtıyor. (sinemada söyleyemediklerim burda) bir de filmin ilk yarısında, en azından ilk çeyreğinde, salona engin günaydın'ın her yaptığına gülelim hissiyatı hakimdi; neyse ki filmin devamında bu gülme isteği anlaşılabilir sebeplerle ortadan kalktı.

engin günaydın'ı ilk olarak o hikayedeki mal benim gösterisinde izledim diyecektim ama belki ondan önce başka bir zeki demirkubuz filminde izlemiş olabilirim (evet, o film yazgı). stand up gösterisi muhteşemdi, o yüzden ilk olarak hep onu hatırlıyorum. link vermek için web sitesine girdiğim zaman gördüm, gösterinin dvdsi için hazırlıklar başlamış, umarım dvd yakında çıkar. daha sonra senaryosunu yazıp başrolünü oynadığı vavien geliyor. vavien bence hem senaryo hem de oyunculuk olarak unutulmaz bir filmdi.

engin günaydın'ın yeraltı'ndaki performansı da mutlaka görülmeli. sinemalarda 2. haftasına girecek olan film, bu haftasonu için iyi bir seçim olabilir.


*

altyazı dergisi'nin bu ayki sayısında engin günaydın ile yapılmış uzun bir röportaj var.
röportajdan bir parçayı üşenmeyip yazıyorum:

Anlattığınız hikayelerde kendi başarısızlıklarınızdan söz açıyorsunuz. Mizahınızda da bu var. Zaga'daki açık öğretim derslerinizi hatırlıyoruz mesela, ders anlatamama durumu üzerinden yapılan komediyi. Vavien'de de bir "öldürememe" durumu var. Peter Sellers'ın, Parti'deki ya da diğer filmlerindeki, bir şeyleri başaramama, becerememe halleri, üzerinizde bir etki bırakmış mıydı?

Evet, elbette. Benim çok sevdiğim bir komedyen. Kendi hayatımla ilgilendiğimde şunu gördüm: Asıl bir şey becerememek bir parti nedeni, insan çoğunlukla beceremiyor çünkü. Çok uğraşıyor. Bilgi depoluyor, hazır olduğunu iddia ediyor fakat çok çuvallıyor, bundan kendini kurtarmaya çalışıyor. Bazen başarıyor, bundan da mutlu oluyor. Ben kendimde anladım bunu ve yakın bulduğum dostlarımda da ilk karşılaştığım bu oldu. Yani bir şeyi becermekten çok becerememe hali bizi daha çok ilgilendiriyordu. Çünkü bunu kendimize daha yakın hissediyorduk. Bu alan bizim daha çok ilgimizi çekiyordu. uzun süre bir şeyleri becermek için uğraştık arkadaşlarım ve ben ama gerçekten çok zordu bir şeyi becermek. Ya da bir şeyi becermek aslında kendi özünden bir şeyi kaybetmekse, bunu tercih de etmiyor insan. Hani içimde bir şeyin kaybolmasını istemiyorum; hayatımın devam etmesini istiyorum. Becermek kendi kişiliğimi mahvedecekse istemiyorum bunu, öyle bir yaşam istemiyorum. Peter Sellers'ın işte bu beceremeyen dünyası çok ilham verici bizim için, çok da güven veriyor. Yani bir şeyi becermekten çok becerememeyi çok seviyorum aslında, daha insani buluyorum, daha kendime yakın buluyorum, yaşantıma yakın buluyorum. İnsan aslında biraz budur yani.

...

Türkiye'de sinemada bir "kaygılı erkek" hikayeleri enflasyonu var ve var olan kadın karakterler de derinlikli değil. Siz Vavien'i yazarken Binnur Kaya'ya telefon açıp sormuşsunuz canı sıkılınca ne yapar diye. Onu bile yapmıyor bir sürü yönetmen gibi geliyor bize.

Kendine dönmek bir suç biliyorsunuz Türkiye'de. "Aman hastalanırsın, delirirsin, n'olur yapma!" Hep bir başka hayata göre adaptasyonu normal görürler. Türkiye'de erkekler de kadınlar da aslında kendi yalnızlıklarından gittikçe uzaklaşıyor ve mesafeleri artıyor. Kendi yalnızlıklarından uzaklaştıkça bu sefer nasıl bir insan olduklarını da otomatikman unutuyorlar. Unuttukları için de garip bir psikoloji içinde buluyor insan kendini. Hiçbir şeye ait olamamak ve verdiğin tepkiye kendinin de şaşırması gibi garip durumlar ortaya çıkıyor. Bu aslında çok büyük bir sorun, insanın kendiyle yakınlaşmaması. Kendiyle dostane bir ilişki kurmak yerine yalnızlaşıyor insanlar. Kendiyle de, başkalarıyla da iletişim kuramadan, böyle saçma bir ara bölgede, yalnızlık bölgesinde yaşıyor insanlar ve burada ciddi psikolojik sorunlarla karşılaşıyorlar. Ben kanseri bir yalnızlık hastalığı olarak görürüm. Birçok hastalığın özünde aslında insanın kendisini iyi yönetememesi ve kendisiyle temas kuramaması var. Çünkü insan aslında kendisiyle sohbet eder. Bu sohbeti neden bırakıyor? Bir insan karnım acıktı der, zihnindeki öbür kişi de amma çok yedin diye cevaplar. Bu tartışmayı kestikleri için insanlar şu anda neyle tartışacaklarını da bilmiyorlar ve dolayısıyla kendilerini de iyi yönetmiyorlar. 16 trilyonluk bir organizma burası. Bunun bir imparatorluk olduğunu düşünürseniz, başbakanı da sizsiniz. Eğer bu 16 trilyonu iyi yönetemiyorsanız başınıza iş gelir. Bu bizde vekil başbakanlıkla yürütülür: İnsanın kendi zihnine "kim bakıyorsa baksın, ben ilgilenmek istemiyorum" demesi gibi. Bu, insanları hasta haline getiriyor, kadınları da erkekleri de.
....

3 comments:

füs said...

dün biz de gitmiştik bu filme yasmin, aslında buradan yazışmaktansa, seninle uzun uzun oturup konuşasım var yazdıklarınla ve filmle ilgili...arayacağım seni...

Nihal said...

Cuma günü gittik. Tüm filmde Engin Günaydın'ın performansı çok iyiydi.
İlk bölümü ikinci bölüme göre daha çok beğendim. Filmin son 15-20 dk'sı bitse de gitsek şeklideydim. İtiraf etmesem çatlardım:)
Sevgiler
Nihal

yasemin said...

füsun, bir gün gelsene.

nihal selam, ben filmi beğendim. zeki demirkubuz filmleri içinde en beğendiğim bu olabilir fakat bundan önceki son filmi kıskanmak çok kötüydü bence, romanı çok seven biri olarak filmi hiç beğenmemiştim. sadece dönem filmi olarak bile başarısızdı bana sorarsan. yazarken de çekiniyorum, z.d. kızıyor filmleri hakkında yapılan bu türden konuşmalara ya, sanki gelip burda bana kızacakmış gibi geliyor :p