iki haftalık film fest. süresini onur'la bölüştük, zar zor bi liste çıkardık. onur ilk hafta izinli olduğu için birinci haftaya yüklendik. ikinci haftanın geceleri ve haftasonlarında da kapalıyız.
geçen cuma cem'le sinemaya gidip seçtiğimiz filmlerin biletlerini aldık. önce listeden masanın arkasındaki kıza filmin adını, tarihini söylüyorsun sonra biletler yandaki printerdan dökülüyor. kızdan biletleri alıp cem'e gidelim derken bi baktım cem bu bekleyiş sırasında tam boyuna denk gelen masaya taktıkları film festivali afişinin üst kısmını kemirmiş. o günkü öğlen uykusuna, "uyanınca jetonlulara gidicez" diyerek yatırmış olduğum için, kendisini sinemada geçirdiğimiz dakikaları burnumdan getirmeye adamıştı, meğer sessizlik anlarında da bunu yapıyormuş. neyse ki kağıt parçaları hala ağzındaydı, güç bela çıkarıp kendimizi dışarı attık.
bunlar benimkiler, sonra onur'unkileri de yazarım:
korkudan korkmak
düşmek
prenses
köprü
ağustos günleri
benim adım elisabeth
benim oğlum
geçmiş zaman olur ki
prag
flanders
candy
daima güzel
ertesi yıl
onur'la beraber gidebildiğimiz 1 film bile yok. çünkü cem'i bırakacak yerimiz yok. gerçi geçenlerde bir fırsat doğdu cem'i istanbul'a gelen ananesine bıraktık, biraz boğaz'da takıldıktan sonra sinemaya gitmeye karar verdik. ancak bu serbest günümüzde ortak film seçememekten ötürü aynı seanslarda yine farklı sinemalara gittik. yani konunun cem'le pek bi ilgisi yok. en son ankara'ya gittiğimizde cem'i amcasıyla yengesine bırakıp iklimler'i izlemiştik ikimiz, kasım 2006. beraber sinemaya gidicem diye istemediğim filmi izleyecek halim yok. bunu bir kere er ryan'ı kurtarmak'ta yaptım. onur'la ilk sinemaya gidişimizdi, hayır dersem bir daha hiç sinemaya gidemeyebiliriz diye korkmuştum. 3 saat patlamıştım sıkıntıdan. o zamandan beri istemediğim filme gitmem. doğrusu sinemaya tek başıma gitmeyi daha çok severim. sinema konusundaki gıcıklıklarım saymakla bitmediği için tek başına gitmem herkesin hayrınadır onu da söyleyim.
1) yer müşkülpesentliği. her sinema salonunda bir sıram vardır. o sıranın en sevdiğim koltuğu boş değilse sağımda solumda önümde arkamda kimse oturmayacak şekilde başka bir koltuğa yerleşmeye çabalarım. bu genellikle mümkün olmadığı için beni salondaki perdeye en yakın koltuklardan birinde görmeniz yüksek ihtimaldir. sağ/sol/ön/arka boşluğu ancak oralarda mümkün olabiliyor ne yapalım. zaten miyop olduğum için çok dert etmiyorum. birbirlerine fısıldayanların, cep telefonu çalanların veya çatur çutur mısır yiyenlerin seslerini duymaktan iyidir. o sesleri duyarsam filmden bi bok anlamam. bu yüzden haftasonları filme gitmem.
bi zamanlar, biletix yokken festival rezervasyonları kartonlar üzerine istenilen filmlerin seanslarını işaretleme suretiyle yapılırdı hani, işte o zamanlar ben her sinemanın kolonuna en sevdiğim koltuğun numarasını da yazardım biletleri ayarlayan sinema görevlisi belki kaale alır da biletleri istediğim yerden verir diye ama hep bi sebepten, çoğunlukla tembellikten rezervasyon bitimine dakikalar kala teslim ederdim formumu. bir keresinde emek'in görevlisi zarfımı almaya gittiğimde "siz istediğiniz koltuğun numarasını da yazmıştınız değil mi? ama çok geç gelmişsiniz rezervasyona, çoğu filmde boş değildi o koltuk en yakın olanı vermeye çalıştım demişti." bu açıklamayı yapabilmek için zarfımın üzerine bir işaret koymuş, nerdeyse ağlayacaktım. emek sineması'nı çok güzel bir salon olmasının yanısıra bunun gibi sebeplerle de çok seviyorum.
2) filme girmeden önce filmle ilgili hiçbir şey bilmek istemem. bikaç cümlelik tanıtım yazısı olabilir. gideceğim filmleri sadece afişine bakarak seçerim, çoğu zaman o tanıtım yazılarından da kaçarım. eleştirileri kesip saklarım, filmden sonra okurum. görmek istediğim film hakkında yanımda konuşmaya çalışanların laflarını ağızlarına tıkarım. festival zamanı biletleri aldıktan sonra kitapçığı hiç okumam, konuları unutmaya çabalarım.
3) filmden çıktıktan sonra film hakkında ileri geri konuşmayı sevmem. izlediğim filmi en az 1 gece nadasa bırakmadan ne kimseden bi şey duymak, ne de ben bi şey söylemek isterim.
4) beğendiğim filmlerle ilgili ne bulursam okumaya çalışırım. her zaman ilk baktığım fatih özgüven olur, filmi o da beğenmişse çok mutlu olurum; beğenmemişse biraz yıkılırım renk vermem, bir süre düşünürüm, film hakkındaki nihai kararımı oluşturup filmin imdb'deki sayfasına uğrar puanımı veririm. bu puan işini de yeni çıkardım, son 3-4 aydır yani.
sinema konusunda aklıma gelen gıcıklıklarım şimdilik bunlar. sinema şahsi bir spordur. mümkünse beni yalnız bırakın. iyi seyirler!
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
4 comments:
çok keyifle okudum yine. "filmden çıktıktan sonra film hakkında ileri geri konuşmayı sevmem... " kısmı çok hoşuma gitti.
bayılıyorum senin şu sinema hallerine:) kolay gelsin. orada olsaydım, cem'e bakardım.
Aynen sana katılıyorum.Kimsenin "iyi","kötü"demesine aldırmadan ben izlemeliyim o filmi.Benim beğenim yada beğenmemem olmalı o,başkalarınınki değil.
Fimle ilgili tüm eleştirileri filmden sonra okumak,girmeden afişi uzun uzun incelemek"acaba bu sahnede ne olacak,bu kahraman iyi mi kötü mü?"diye tahminlerde bulunmak ve çıktıktan sonra afişini artık bliyor olmanın keyfiyel uzun uzun incelemek en keyifli anlarımdır.Haklısın daha yerlerinden bile kalkmadan"hayatımda izlediğim en berbat fimdi!"yada"ayy ne süperdi dimiea,şeyi farkettin miii"diye herkes duyacağı şekilde konuşanlara çok pis bakış atarım.Evet ben bir gıcığım:)))
Sevgiler.T.
Yasemin, bayıldım senin "film" hallerine. Birşeyleri tutkuyla sevmeye çok saygı duyarım. Birşeyleri tutkuyla sevebilmek kapasitesi herkeste yok bence.
Sevgiler,
Post a Comment