Thursday, December 25, 2008

geçen sene bugün

1. gün: like a rolling stone (25/12/2008)

cem'in yuvası bugünden 5 ocak'a kadar tatil. havalar çok soğudu burda, yağışlıydı da, bugün çıkmadık, ilk günümüz evde geçti. madem evdeyiz, bir tatil günlüğü yapabiliriz diye düşündüm sonra dönüp baktığımda, günlük ayrıntıları hatırlamak iyi oluyor.

cem oynarken kap kek var mı (o ne ya?) diye sorunca kurabiye yapmaya karar verdik. kolay kurabiye vardı hani ondan yaptık fakat ya aldığı kadar un olayını abarttık ya da tepsiyi fırında 5 dakika fazla tuttuk, kurabiyeler biraz kaya gibi oldu. cem yerken azı dişlerini kullandı ama tadı her zamanki gibi güzeldi. şimdi yazarken kahveyle yiyorum, tıkır kıtır.



cem neşeliydi bugün. evde olmak hoşuna gidiyor. oynarken birden "televizyonu açsana ses olsun izlemiycem, çok sessiz oldu" dedi gülerek. ses olsun diye tv açtığımız olmamıştı hiç, "git bi müzik koy öyleyse" dedim. kendi cdleri arasından new orleans playground'u seçti, biraz dans ettik neşeli neşeli.

öğleden sonra yemekteyiz'i açtım, mükarrrrem hanım'ın neler yapacağına yan gözle bakarken korsancılık oynadık, o sırada televizyon tamircileri geldi, tv kapandı cem doğrularıyla yanlışlarıyla kediler kitabını getirdi. biraz okuduk, sorduk, cevapladık. tamircilerin açtığı sünger bob'u gören cem tv izlemek istedi. sabah 20 dakika izlemişti, 10-15 dakika daha izledi. bu işi de sınırlı tutmaya çalışmak ipte yürümek gibi, çok zor. bu arada hava kararmıştı, ben aradığım bi kullanma kılavuzunu bulamadığım için kızgındım, bir şeyi arayıp arayıp bulamamak, hoff... daha çorba yapacaktım, mutfağa girdim.

son zamanlarda iştahı iyice azalan cem'in akşam acaba ne yiyebileceğini düşünürken biraz daha sinirlendim kendi kendime. başka bir şey yemek istemezse bile iyi bir çorbayı reddetmeyebilir derken şöyle bir çorba çıktı ortaya:

sebzeli mercimek çorbası

* yarım su bardağı kırmızı mercimek
* yarım su bardağı kabuklu mercimek
* 1 litre (+ pişirirken eklediğim yaklaşık 2 bardak su)
* bir küçük soğan, yemeklik doğranmış
* bir ufak kırmızı biber
* bir ufak havuç
* bir avuç brokoli
* iki diş sarmısak
* tereyağ
* kuru nane, kırmızı toz biberi kırmızı pul biber, karabiber, tuz

* malzemeleri yıkayın, doğranacakları doğrayın.
* tencereye suyu koyup önce mercimeği kaynatmaya başlayın, mercimekler yumuşamaya başlarken haşlanma sürelerini düşünerek sebzeleri (sarmısaklar hariç) eklemeye başlayın. sebzeleri daha sonra atıyoruz, en kolay pişen brokolileri en son olacak şekilde. sebzelerle birlikte tuz ve dilediğiniz kadar karabiberi ekleyin.
* pişerken çorbanın çok koyu olacağını düşünürseniz biraz daha su ekleyin.
* sebzeler yumuşayınca ateşten alıp biraz bekledikten sonra çorbayı blenderdan geçirin.
* bir kaşık tereyağ eritip içine kuru nane, toz ve pul kırmızı biberi karıştırdıktan sonra karışımı çorbaya ekleyin.
* ben sarmısakları en son rendeleyip ekledim çorbaya, pişirmeden. siz isterseniz erittiğiniz tereyağına da katabilirsiniz.

gece onur'la my kid could paint that diye bir belgesel izledik. iyi bir film olduğunu düşünmüyorum ama kısaca bahsedicem. film herkesi şaşkınlığa düşüren ve bir anda ünlenip, tabloları binlerce dolara satılmaya başlayan 4 yaşındaki marla olmstead'in gerçekten bir dahi olup olmadığı sorusuna cevap ararken, soyut ya da modern sanatı da tartışmaya çalışıyordu sanırım. marla'nın babası pek hırslı göründü bize, tablolarını sergileyip pazarlayan galeri sahibi de pek tekin gelmedi, emlakçı havası vardı halinde, bir de soyut resme kenan kainatça bir yaklaşımı vardı; o da picasso'nun resimleri için "ne var, bunu ben de yaparım" dememiş miydi? e yapsana o zaman.


filmde sıkça fikir beyan eden new york times baş sanat eleştirmeni michael kimmelman filmin sonunda şöyle dedi:
fotağrafçı cartier-bresson, insanların fotoğraflarını çekmek korkunç bir şeydir derdi. bir şekilde sınırlarını ihlal etmek. hatta barbarcadır derdi. çünkü aslında onlardan bir şey çalıyorsunuzdur. çünkü onları bir şeye zorluyorsunuzudur. bu işlemin içsel adaletsizliğini sezmişti. tüm yazarlar, tüm hikaye anlatıcılar, bir şeylere kendi bakış açılarını empoze ederler. yani tüm sanatlar bazı açılardan yalandır. bir şey bir şeyin resmi gibi görünebilir ama o şey değildir. o şeyin temsilidir. senin belgeselin de bir seviyede, yalan olacak. bir şeylerin senin tarafından inşa edilmesi. nesneleri inşa etme biçimi. bu senin gerçeği nasıl yansıtacağına ve belirli bir hikayeyi nasıl anlatacağına karar vermenle ilgili.

4 comments:

ece arar said...

sevdim ben bu tatil günlüğünü. her gün yaz! kap kek de cup cake hehe

Isil Simsek said...

evet evet ben de cok sevdim bu gunlugu'devamini okumak isterim.
O belgeseli TVde yayinladilar burda,cok ilginc di mi,dedigin gibi cok da hirsli tipler,insan neye inanacagini sasiriyor.iyi tatiller!

Özgür Turan said...

Yasemin, biz de Pazardan beri evdeydik Doğa ateşli olduğu için. Evde artık çok sıkılıyor çcuklar. Zor oluyor vakit geçirmek. TV konusu da ayrı bir dert! Neyse iyileşiyoruz hızla..yakın zamdan görüşürüz. Cem çok lokum bu arada ya..günlüğü heyecanla takip edeceğim.

yasemin said...

üşenmezsem devam edicem :)

ışıl, ben inanmadım o babayı, galericiyi falan gördükten sonra, o hırsla her şeyi yapabileceklerine inandım. limuzinde pek mutlu, neşeli görünüyorlardı. hakkaten saçmalık. film tavsiyelerin var mı :)

özgür doğa'nın iyileşmesine sevindim. biz bugün parka gittik, cem kendiliğinden eve dönmek istedi, üşümüş :p sizden haber bekliyoruz. görüşmek üzere...