Monday, October 12, 2009

kopyala yapıştır kuşağı

...
"Bir öğrencinin ödevini, normal zamanının en az iki misli sürede okuyoruz. Çünkü sürekli bir intihal alarmı içindeyiz. Şüphelendiğimiz kısımları kontrol ediyoruz ve ne yazık ki çoğu zaman sezgilerimiz doğru çıkıyor. Bu da bir hoca için en korkunç an. Kimi zaman sevdiğimiz, güvendiğimiz bir öğrencinin intihalini tespit ediyoruz. Güven bir anda çöküyor. Bazen biz, öğrencilerden daha fazla sarsılıyoruz. Bu da eğitim sisteminde dürüstlük, ahlak, etik, onur gibi değerlerin katiyen verilmediğini düşünmeme yol açıyor. Tuhaf bir şekilde anlatamıyoruz intihalin ne kadar vahim bir suç olduğunu. Burada ilk ve ortaöğretimin de rolü büyük. Bu okullarda intihale başvuranların ödevlerinin, çalmayanlara göre daha şık ve düzgün göründüğünden daha yüksek not aldığını biliyoruz. Ne yazık ki evrensel ahlakın, yani kimsenin hakkını yememe, dürüst olma gibi aslında çok temel değerlerin eğitim sistemimizde hiçbir şekilde verilmediğini düşünüyorum. Bilim dunyasındaki intihal yapma eğilimi (ki buna ne yazık ki hocalar da dahil, doçentlik ve profesörlük jürileri tercüme ve intihal dolu “özgün eser”lerle karşılaşabiliyor) de bunun tezahürlerinden sadece biri."
...


Doç.Dr. Esra Mungan* - Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü

xoxox

esra'nın sözleri üzerine aklımdan geçenler:

dürüstlük, evrensel ahlak... nedir ki bunlar, yenilir mi, içilir mi? klişe hepsi, içi boş kavramlar. ahlak, okullarda yıllardır din kültürü ile aynı anda zikredildiği için dinden bağımsız olarak düşünülemiyor bile.

şu internetten araştırıp ödev yapma işi de hiç yatmıyor aklıma. eskiden dönem ödevleri verilirdi, kendimizden bir şeyler katmaya zahmet etmeden (nasıl zahmet edelim, bir şey bildiğimiz yok ki!) ansiklopedilerden bakıp yazardık. şimdikiler de internetten bakıp bakıp yazıyor olmasınlar? böyle yetişen bir insandan, intihalin kendisini küçük düşüren bir suç olduğunu anlamasını beklemek mümkün mü? o ansiklopedilerden kopya çekip ödev yapan çocukların benim de aralarında olduğum bir bölümü çoktan seçmeli sınavlarda yüksek puanlar elde ettiler, o puanlarla bilip bilmeden tercih listesine yazdıkları (ya da onların yerine çok bilen birilerinin yazdığı) okullara girdiler, "okudular". 

bazen bana öyle geliyor ki çocukları da gitgide kendimize benzetiyoruz, hayatımız görüntüyü kurtarmaya çabalamakla geçiyor. kolay kolay dönüp baktığımız yok hayatımıza; içi dolu mu boş mu yaptıklarımızın? onun yerine: etrafa iyi görüntü veriyor muyuz? ödevler gibi aynı, bak bak yaz tekniğiyle kolayına kaçılarak hazırlanmış: yeterli sayfa sayısına sahip mi, şekil şartları tamam mı, geçer not alır mı? oldu o zaman. 

eğitim sistemi, öğrencinin testlerde sıra arkadaşını nasıl sollayacağı üzerine kurulu. çocuk sollayarak girdiği okula adımını attığında, yani bir sonraki levıla geçtiği anda üniversite sınavında sollama telaşı başlıyor. rekabet, öğrenmenin önündeki en önemli engellerden biri deyince "hayatta da rekabet yok mu ki, çocukları bundan korumak zarar verir onlara." diyor kimileri. yahu, kimsenin doğrudürüst bir şey öğrendiği yok, skor derdinde herkes. yüksek skor elde edenler diğerlerinden daha fazla bilgiye sahip değil, onlar test tekniğine, sınavlarda çıkacak soru tiplerine ve onların nasıl çözüleceğine hakimler sadece, kendimden biliyorum. dershanelerin varlık sebebi de bu değil mi zaten? daha anaokullarında zapturapt alınan çocuklar, dersler, oyundan çalınan zamanlar... bunlar çocukların birşeyler öğrenebilmesi için mi yapılıyor (o yaşta öyle öğrenilemeyeceğini biliyoruz) yoksa liseye giriş yarışlarına herkesten önce hazırlanmaya başlasınlar diye mi? bu yolda kaybedilenlerin, kaçırılanların, üzerinde durulmayan değerlerin telafisi zor. "başarılı" olmaya koşullanmış bu çocuklar, başarılı oldukları zaman mutlu, kendilerine göre anlamlı bir hayat sürebilecekler mi yoksa başarılı oldukları zaman otomatikman mutlu olamadıklarını gördüklerinde çok mu geç olacak?

9 comments:

Nihan said...

Bu dertten çok muzdarip bir insan olarak şunu belirtmek isterim, biz ansiklopediden yazmanın kopya olduğunu bilmiyorduk. Bu şekilde yapılan ödevlerimiz öğretmenlerimiz tarafından kabul görüyordu. Bize yol gösteren yoktu. Ben araştırarak ödev yapmak ne demek, gerçek anlamda masterım sırasında öğrendim. Şimdi artık ben öğretmen konumuna gelmişken, sırf benim başıma geldiği gibi çocuklar da başıboş kalmasın, yanlışla doğruyu ayırt edemez hale gelmesinler diye, öğrencilerime internetten kaynak göstermeden kesip yapıştırmanın neden kabul edilemez olduğunu anlatıyorum, araştırma nasıl yapılır naçizane öğretmeye gayret ediyorum. Benim için asıl önemli olanın gayret ve orijinal fikir olduğunu onlara defalarca belirtiyorum. Ama üzülerek görüyorum ki karşımda son derece iş bitirme odaklı bir nesil var. Karşılarındakini, o kişinin tüm iyi niyetine rağmen, aptal yerine koyabileceklerine inançları tam. Ben kendi adıma, onlara doğruyu gösterme konusunda elimden geleni yaptığıma inandığımdan, bu durumda suçu üstlenmeyi redediyorum. Evet, yanlış yetiştirilmiş bir nesille karşı karşıya olduğumuz aşikar, çok da üzülüyorum bu duruma, ama bence sorun çok daha derinlerde bir yerlerde.

Ozguranne said...

Bir başlasam hiç susmayabilirim...

Ben küçükken evde "Annenin kitabı" diye bir kitap vardı. İhsan Doğramacı yazmış. Meşhur Dr. Spock'un kitabından tamamen "esinlenerek" ama ben de sonradan baktım aynı. Birebir...

Hatta Uğur Mumcu hakkında yazı yazmış.
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=annenin+kitab%C4%B1

Demek istediğim, çocuklara bunu öğretmeliyiz ve bunun kaçışı yok.
Yökün başında olmuş bir adamın bunu yapmış olması, hocaların bir bölümünde olması asla bunu legalize etmez. Demek istediğim çocuklarda gördüğümüzün aslında toplumuzda malesef yaşanan bir ahlaki erezyonun semptomları olması. Biz elimizden geldiğince yaraları kapatıp, çocuklarımıza iyiyi, doğruyu göstereceğiz elbette.

Ya kopya çektiğini güle oynaya anlatan ebeveynler...Anlayamadığım, sevmediğim muhabbetler. Bu konuda sabaha kadar konuşabilirim gerçekten....:(

Teşekkürler yazı için.

hindiba said...

Bazen bloguma Google aramalarinda hangi anahtar kelimelerle ulasildigini görünce dehsete düsüyorum. Kesinlikle deftere yazilmis ödev cümlesi kes-yapistir usulü Google'a girilmis. Benim yazdiklarimin da kes-yapistir usulü bazi defterlere ödev gibi girdiginden neredeyse eminim. Oysa ben kendi yazdiklarimdan cocuguma ödev yaptirmazdim! Ilkögretimden bu usulle mezun olunca devami da geliyordur elbette. Hos, biz de dönem ödevi hazirlamayi ansiklopediden kagida aynen gecirmek saniyorduk. Sentez, analiz, yorum getirmek, kaynagin argümanlarini tartismak hak getire. Kötü olan su: Bir toplum kes-yapistir nereye kadar gidebilir?

sardunya said...

Pazar günü veli toplantısı vardı bizimkinin. Bir sürü ilk hissettim, yaşadım. "Ortaokul" velisi olmuştum. Ama ilk emin olduğum şey ne oldu biliyor musun? Gümbür gümbür geliyor toplu intihar kuşağı!! Bunca koşturma, baskı, yük, dersane (benim bildiğim derslik binası anlamına gelirdi bu eskiden), etiket, güzel (?) okullar, liseler, üniversiteler, bol kısaltmalı maratonlar. Sonuç? Aynı kısır beyin sadece biraz daha yaşlanmış ve sadece başarıya (?) koşullanmış şekilde aynı boşluğa düşecek. Mesela ayı işsizlik, mesela aynı koflaşmış kurumsal yapılar, bugünkü gündelik hayatta ne varsa aynısı bekleyecek onları ama onlar sadece başarıya odaklı olacaklar. Sanacaklar ki en güzel maaşlı en rahat işler onları bekleyecek, hayatlarında herkes sınav başarılarını ömür boyu konuşacak, poh pohlayacak. Ve de en acısı ne biliyor musun? O zaman da velileri arkalarını toplayacak...

Hangi okulu okumak içinse bunca yarış? Umarım çocuklarımın herhangi bir okulu okumamakla gurur duymayı düşünebilecekleri bir anlayışları olur. Bilmem anlatabildim mi?

Bir tercüman olarak çevirdiği kopyala- yapıştır bilimsel(?) araştırmalarla kirlenmiş bir anne:)

yasemin said...

nihan, suç zaten eğitimcilerde diye düşünmüyorum. eğitimcilerin de bir kısmı anne baba. bu herkesi ilgilendiren bir sorun. suç da yok ortalıkta da, aşırı bir şuursuzluk hali bence. dediğim gibi sadece ödevlerde değil, hayatı yaşayış şeklimizde de benzer arızalar var.

rekabet, başarı, puan, not odaklı sistemde büyüyeceklerine, öğrenmeye gerçekten önem verilen, sınıfta koyuna kaval çalma dışında tekniklerin de kullanıldığı, edebiyatın sanatın sistemden dışlanmadığı, ahlaki değerlerin ezberletilmeye çalışmadan önemsendiği bir ortamda büyüse çocuklar ama bunun için önce ailelerin ve eğitimcilerin bunları önemsiyor olması gerekirdi. her şey hızlı, kolaylaştırılmış ve sonuç odaklı görünüyor bana.

o kitabı biliyorum özgür. spock "esintisi"ymiş demek :/

evren evet, ben de kabul gördüğü, kolay olduğu ve bundan başka nasıl yapacağımı bilmediğim için öyle yapıyordum ödevleri. aslında bir ödevin öyle yapılmayacağını içten içe bilir çocuk ama başka alternatifi,bi yaptırımı da yoksa gider en kolayını yapar getirir ya da bende olan buydu. gerçekten araştırma sonucu yapılabilecek ödevler, araştırma yöntemleri falan verilse okulda, daha farklı olabilirdi. benim üniversitedeki ilk dönem derslerimden biriydi araştırma teknikleri, bu kadar beklemeye gerek yok aslında, küçüklere de anlatılabilir bunlar, tabi sonrasında ezber kuru bilgi ödevleri verilmeyecek.

sardunya tecrübelerin gelecekle ilgili fikir veriyor, korkutuyor... aa aradın şimdi :)

Anonymous said...

hayat boyu hazirlandiklari noktaya ulastiklarinda bosluga dusecekler, eger onlerine yeni hedefler koymayi becerememislerse,,

baris(ybn)

aysenil (musicianmommy) said...

Eyvah. Tam da benim konum bu. Üniversite düzeyinde Akademik İngilizce dersi veren bir öğretmen olarak hayatım şu cümleyle geçiyor : "Hadi şimdi copy-paste yaptınız, ısrar ediyorsunuz zira beni aptal yerine koyduğunuzu sanarak, ileride tez yazarken hanginiz kimden ve nasıl kopyalayıp yapıştıracak? Ya da size soru soran bir akademisyene nasıl cevap vereceksiniz?"
Hadi lise ödevini ansiklopedilerden "yardım" alarak yaptık hepimiz diyelim. Biz okuyan bir nesildik, arkadaşlar. Benim ya bir ya da iki öğrencim oldu mecbur edilmeden bir konuyu okuyan ya da MERAK eden.. Çok doluyum çooook.

R. Berin Tuncel said...

merhaba,
uzun zamandır blog dünyasındayım ama sitenize yeni rastladım.hoş,akıcı,dingin bir üslubunuz var.copy-paste konusuna gelince sadece ödevlerin değil,hayattaki herşeyin içi boşaltılıyor ve ucuz taklitlere dönüşüyor herşey..maalesef..ben de bu aralar bir şeyler karaladım,günümüze dair.beklerim.
sevgiler...

yasemin said...

ensar bera'nın annesi merhaba :)