Tuesday, November 12, 2013

sanat romanı diye bir şey yok!

büyük kitapçı zincirinin geniş metrekareye yayılmış dev mağazalarından birindeyim. fonda her zaman olduğu gibi kitaplara bakarken duymak istemeyeceğiniz türden bir müzik. aylardır üzerimden atamadığım yorgunluk yine üzerimde, o an için sahip olduğum kısıtlı ev dışı zamanda yapacak daha eğlenceli bir şey bulamadığım için ayakta durmaktan bitap, isteksizce yeni çıkanlara bakıyorum. sağımda genç bir kadın, elinde seçtiği birkaç kitap, biraz şaşkın, biraz kararsız, benimle birlikte raflara bakmakta. aklımdan "şuradan sevdiğim birkaç kitabı önersem" diye geçiyor, öyle bir hali var çünkü ama böyle şeyler için gereken girişkenlik bende yok; zaten bana soran, eden de yok, neden olsun ki, o da ayrı bir konu. kadının varlığını unuttuğum bir sırada arkadan gelen konuşmayı duyuyorum:

- sanat romanı arıyordum ben
kırmızı tişörtlü mağaza çalışanı: sanat romanı diye bir şey yok!
- eeee biliyorum tabii öyle bir şey yok ama ben mesela sabahattin ali'nin kürk mantolu madonna kitabını okumuştum, onun gibi okunması çok zor olmayan, iyi bir roman istiyordum.
- sabahattin ali ağırdır aslında. (sizin için ağırdır mı demek istedi? kendisi okumuş muydu?)
- ağırdır biliyorum ama o kitap çok hoşuma gitmişti, ben çabuk okumuştum.
...

konuşmanın devamını duymayım diye kaçtım hemen o sahneden. ama kaçmadan önce eline geçirdiği küçümseme fırsatını tepe tepe kullanan çalışanın nasıl biri olduğunu görmek için arkama dönüp bakmadan edemedim. sinirli bir havayla dünya klasikleri rafından kitap seçmeye çalışıyordu. sanat romanı gibi olmayan bir şeyi isteme gafletinde bulunan müşteriye kızan mağaza yetkilisinin hangi kitabı seçtiğini ve müşterinin sonunda hangi kitapları alıp gittiğini maalesef göremedim.

*

bir keresinde kitap seçmeye çalışan bir çocuğa (nasıl olduysa) uçan sınıf'ı tavsiye etmiştim:

20 comments:

yeliz said...

o çalışana çok sinir oldum ama onu unutacağım. sana döneceğim:) önerseydin be yasemin, cidden bir muhabbet açıp birkaç kitap birkaç yazar ismi verseydin. bana önerilen kitaplara ve önerenlere minnetim sonsuz:) bir de kadın o çalışanın eline düştü ya ona üzüldüm.

yasemin said...

yeliz, evet iyi olurmuş, "ben şunları okudum sevdim" deyiverseydim.. başına bunların geleceğini bilseydim kesin girerdim devreye :)

Selen said...

En iyisi internetten kitap almak, zalim, umursamaz veya cahil kitap satış elemanlarının eline düşmeden, dilediğince arayıp, bakarak konularını hatta okuyanların yorumlarını okuyarak kitap seçmek en güvenlisi... Ben sırf vakit geçirmek için kitabevlerine gidiyorum, rafta dizili kitapları seyretmek, lime alıp koklamak, ilk cümlelerini okumak hoşuma gidiyor. Arada tek tük indirimde vs denk gelip aldıklarım hariç senelerdir büyük kitabevlerinden kitap almıyorum.

yasemin said...

selen, bence de öyle, fiyat farkı çok oluyor. ben de bakmak, daha sonra internetten alacağım kitaplara karar vermek için uğruyorum kitabevlerine yoksa oralardan pek kitap aldığım yok. o gün de tüyap için bakınıyordum.

füs said...

yeliz, hislerime tercüman olmuşsun:)

elif said...

kacmasaydin keske yaa...

yasemin said...

enerji yok, hal yok diyorum, antisosyalim diyorum heeeeyyyy duyun beniiiii :D siz olsaydınız durup dururken kitapçıdaki birine kitap önerir miydiniz argadaşlar :p

Anonymous said...

Yasemin ben de önermezdim.karşı tarafın kestiremeyeceğim cevaplarından irite olmam ihtimalini düşünürdüm.her hafta oğlum xbox oynamak için beni d+r a sürüklüyor .beni çok iriten konuşmalara sıkça rastladığım için görünmezlik pelerinimi giyiyorum.....
sevgiler Sesil
ps : bu arada "never let me" go'ya başladım.....hala başındayım ,şimdilik yavan geldi bana.umarım ilerledikçe ilginç bir hal alır.filmini çok beğenmiştim

yasemin said...

sesil, çok absürd durumda kalmadıkça sormadılarsa söyleme prensibini uygulamaya çalışıyorum bir süredir, neme lazım :p bir keresinde mothercare'de bir anane bir süre önce rüya'ya aldığım bir eteği inceliyordu. ben de o gün neşeli günümdeydim herhalde ki "bu eteği çok seviyorum kızıma aldım, çok güzel duruyor" deyiverdim. kadın "bizde daha güzelleri var" diye cevap verdi. 10 yıllık birikmiş anane/babane tecrübelerimi yazmak istiyorum bir ara.

bu arada aklıma geldi ben bir kere kitapçıda bir çocuğa nasıl olduysa bir kitap önermiştim, çocuk kitabı alınca da çok sevinmiştim çünkü benim o yaşlarda çok sevdiğim bir kitaptı. şurda anlatmıştım:

http://cemuyurken.blogspot.com/2009/04/ucan-snf.html

polente said...

mothercare maceran bombaymış hakkaten o ne ya nasıl ergen bir cevap olmuş.
ben de tanımadığım kimseye bir şey önermekten pek hoşlanmıyorum ama misal elinde bir kitabı kararsızca evirip çeviriyor olsaydı o da benim sevdiğim bir kitap olsaydı tutamayıp kendimi bir iki laf ederdim, ki bunu sık sık yapıyorum farklı yerlerde, (bir kere diş macunu hususunda kararsız kalan teyzeye bile yaptım) Sonra da çok utanıyorum ama, Müge'nin teyze pointsleri olarak bunu yazabiliriz bana

yasemin said...

ergenler utanabilirdi sanırım öyle bir cevabı vermekten ama anane çatık kaşları ve dimdik kafasıyla meydan okuyordu.. ama neye? işte onu annayamadım ben.

Anonymous said...

ben bilinçli kitap satıcılarının tavsiyelerini dinlemekten hoşlanıyorum.40 yıllık hayatımda sadece 1 sefer denk geldi.hiç unutmam ortaköyde eskiden sahilde kitap satan sahaflar vardı.Ordaki sevgili kitapsever satıcı bana Dune'i önermişti.hakkaten de çok beğenmiştim ve mutlu olmuştum.onun dışında bana annem çok tavsiye verirdi eskiden .gerçek bir kitap kurdudur annem.
toplum olarak çok sığız biz ya.... ananeden gerçek bri tiksinti duydum.ne olurdu bu etek çok güzel dese bir tarafı mi şişerdi....
neyse ....

sevgiler
Sesil

yasemin said...

sesil güldürdün beni daha ne anane babane modelleri gördü bu gözler. hepsini gelip size şikayet edicem bundan sonra :)

elif said...

yav icim ezildi kadinin durumuna, yoksa hicbirimiz sosyal kelebek degiliz zaten.

Anonymous said...

Mothercare anne efsaneymiş. Biz Ahmet'le hep işte böyle tiplerin, diğer insanları kabuğuna döndüğüne inanıyoruz. Bir gün inanılmaz girişken, güler yüzlü ve hoş sohbet, herhalde 16-17 yaşlarında bir çocukla karşılaşmıştık. Bize otoparkta fasulyeden bir şeyler anlatmıştı, biz de onun bu haline hayran kalmıştık. Sonra Ahmet, "Bu çocuk belki bir gün aksi, suratsız birine rastlayacak ve bu güzelliği içinde kalacak o zaman. Terslenirim korkusuyla anlatmamaya başlayacak," dedi.

Gerçi ben senelerdir yılmadım. Geçen smokinli iki adama, "Ooo, beyler, çok yakışıklı olmuşsunuz," bile dedim. Mutsuz değilsem herkesle konuşurum, herkese laf atarım.

Polente'nin teyze points'ini de şimdi gördüm, hahaha! Çok güzel. :D

özden said...

ben öyle biri değilim ama insanlarla rahat iletişime geçen, tanımadığı insanlara laf atan, sohbet başlatan tipleri seviyorum galiba. bizim toplum bu konuda çok berbat. tanımadığın birine ne bileyim işte, örneğin kreş kapısından girerken karşılaştığın muhtemelen kendisi de veli olan bir tipe günaydın desen alık alık suratına bakıyor.nerdeeeeee bizim sıradan insanlarımızla öylesine laf atıp ayak üstü şakalaşmak ya da sohbet etmek falan. yurt dışı tecrübelerim hiç buralarınkine benzemiyor. kadın-erkek tanımadığın biri ile rahatça iletişime geçmek, ayak üstü laflamak falan pek rahat oralarda. bir keresinde yol soran bir adamla akşama kadar köln sokaklarında gezmiştik. başka bir yerde işini yapan bir işçiye yardım teklif etmiştim (azcık komik bir durumdu o) tatlı tatlı yüzüme bakıp teşekkür etmişti. aslında düşününce benim böyle iletişim hatıralarım çok ama hepsi yaban ellerde.

özden said...
This comment has been removed by the author.
yasemin said...

müge, sen deyince düşündüm de evet, mutlulukla sohbet arasında doğrudan bir ilişki var bence de. ben cem bebekken çok mutluydum mesela, her bebekliyle konuşmak geliyordu içimden. bebekler hk. konuşabileceğim kimse yoktu çevremde, arkadaşlarımın henüz çocuğu yoktu ben de yolda belde rastladığım bebeklilere sizinki kaç aylık falan diye sorarak onlarla bebekler hakkında konuşmaya çabalıyordum. genellikle rahatsız oluyorlardı, puseti sürüp uzaklaşmaya çalışıyorlardı. sonradan belki de nazardan korktukları için böyle yaptıklarını düşündüm çünkü toplumda bebeklere karşı aşırı bir nazar korkusu var. bana da özellikle cem için nazar boncuğu takmadın mı, neden takmadın diye çok uyarılarda bulunurlardı. ben takmadım ikisine de. ama nazar fikri cem doğduktan sonra aklıma girmiştir öncesinde hiç yoktu hayatımda.

parklarda falan hoşsohbet bir anneye rastlamak mutlu ederdi beni ama nadir olurdu. ben de içedönük biriyimdir, biraz açıldıysam çocuklar sayesinde olmuştur. çocuklar insanı sosyalleştiriyor çünkü yollarda falan insanlar ilgi gösteriyorlar, bir şeyler diyorlar, olmadı ufaklıklar gidiyor başka insanlara doğru falan derken ayaküstü konuşmalar başlayabiliyor.

cem rüya'dan bile küçükken şöyle tatlı bir park hatıram olmuştu, bir daha rastlamadım o anneyle kıza:

http://cemuyurken.blogspot.com/2007/02/her-eyin-bir-sras-var.html

yasemin said...

evet özden, okul kapılarında falan selamlaşmak aslında bir ihtiyaç. iyi de geliyor insana. benim cem'in okullarından tanıştığım arkadaşlarım da oldu, cem'in yakın arkadaşlarının ailelerinden. güzel bir şey. bu yaştan sonra arkadaş bulmak kolay değil sonuçta ;)

cem'e hamileyken parklara alıcı gözle bakardım ve bu çocuk park yaşına gelince ben ne yapacağım acaba diye sorardım kendime. ilerde onu parka götürünce diğer büyüklerle konuşmak zorunda kalacağım dert olurdu içime. o günler gelince bunun o kadar da kötü bir şey olmadığını, aksine insana iyi geldiğini gördüm. kimi zaman gün boyunca onur işten gelene kadar iki kelam edebileceğim yetişkinleri sadece parklarda görebiliyordum çünkü ama bazen öyle olmadık tiplere de rastlıyordum ki, kısacık zamanda zehirli laflarıyla insanın tadını kaçıran tiplerdi bunlar. rekabet, sizinki şöyle bizimki böyle. hemen başka parka uzardım o zaman.

özden said...

şu videoyu gördüğümde çok hoşuma gitmişti. insanlar bazen başkalarının gününü güzelleştirebilir. ve insanlar kendilerinin gününü güzelleştirmeye çalışanlara, sıcak bir karşılık verebilir. dünyanın başka yerlerinde oluyor, bizim biraz daha rahatlamamız lazım galiba.

http://www.youtube.com/watch?v=i9jIsxQNz0M